17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nin üzerinden 21 yıl geçti. Aradan yıllar geçse de ülkenin varlıkları, halkın parası deprem güvenli kentler için değil, iktidarın ve destekçisi inşaat sermayesinin çıkarları için harcandı. Halka ise deprem kuvvetlerine dahi maruz kalmadan yıkılan yapılar, yağmalanan kamu arazileri, AVM’leşen, betonlaşan kentler kaldı.
Kocaeli/Gölcük merkezli 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nde TBMM verilerine göre 96 bin 796 konut ve 15 bin 939 işyeri yıkıldı ya da ağır hasar gördü, 17.480 kişi hayatını kaybetti. Büyük bölümünü aktif deprem kuşağındaki yerleşim alanlarının oluşturduğu ülkede binlerce insanın hayatını kaybettiği Marmara Depremi’nin üzerinden geçen 21 yılda AKP iktidarı deprem güvenli kentler için adım atmadı.
Yapıların deprem koşulları göz önüne alınarak tasarlanması, inşa edilmesi sağlanmadı. Yerleşim bölgesinin temel planlama ilkeleri gereğince belirlenmesi, barınma ya da başka bir amaç için kullanılan bir yapıların bilimsel verilere sadık kalınarak üretilmesi, denetlenmesi sağlanmadı. AKP iktidarı için deprem güvenliği ve halkın yaşamı değil, seçimlerdeki bekası, yandaş şirketlerin, inşaat patronlarının çıkarları ön plandaydı.
Deprem nedir, nasıl zarar verir, Marmara Depremi’nden bu yana neler yaşandı, neler yapıldı, neler yapılmadı, başlıklarla sıralayalım.
Nasıl bir coğrafyada yaşıyoruz?
İnşaat Mühendisleri Odası’nın 2018 verilerine göre ülke topraklarının yüzde 92’si deprem tehlikesi altında; yüzde 66’sı ise birinci ve ikinci derecede tehlikeli deprem bölgesinde yer alıyor. Nüfusu 1 milyonun üzerinde bulunan 11 büyük kent ve nüfusun yüzde 70’i deprem tehlikesi altında bulunuyor. Büyük sanayi tesislerinin yüzde 75’i de deprem tehlikesi altında.
Yerleşim alanlarının zeminleri nasıl?
Zemin, üzerine inşa edilen yapıları taşır. Zeminin fiziksel özellikleri yapılara etkisi sebebiyle güvenliği doğrudan etkiler. 2000 yılında yürürlüğe giren yönetmeliklere kadar zemin araştırması yapılar için zorunlu tutulmuyordu. Bu tarihten önce yapılan çok sayıda yapı, zemin araştırmaları yapılmadan inşa edildi.
Zemin-deprem arasındaki güçlü ilişkiye rağmen Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) birçok ilde zemin yapısına bakmaksızın toplu konutlar yaptı. 1999 Gölcük Depremi’nde en fazla binanın yıkıldığı, 2 bine yakın insanın hayatını kaybetmesi nedeniyle adına ‘ölüm ovası’ da denilen Hacı Mehmet Ovası’na TOKİ 2006 yılında 2 kat imar izni varken 4 katlı konutlar inşa etti. Samsun, Denizli, Yalova, Bursa deprem sırasında sıvılaşma riski taşıyan dere yatakları ve dolgu alanlara TOKİ öncülüğünde yapılaşma izni verildi. Aynı riskin bulunduğu İstanbul Bakırköy-Ataköy sahili, Kartal, Pendik sahili 18 yıllık AKP iktidarında yüksek katlı yapılarla dolduruldu. Maltepe ve Yenikapı’da yüzbinlerce metrekarelik dolgu alanlar inşa edildi.
Yapı stoku ne durumda?
İnşaat Mühendisleri Odası 2018 verilerine göre ülkedeki 20 milyon yapının 7 milyonu güvenli değil. Bu yapıların 2 milyonu İstanbul’da bulunuyor. İBB’nin yeni yönetimi 2020 yılında açıkladığı deprem planında 48 bin yapının acilen yıkılması gerektiğini, 200 bin hanenin bulunduğu bu yapıların 7 ve üzeri depremde ayakta kalamayacağını belirtiyor. İnşaat Mühendisleri Odası’nın Teknik Güç Dergisi’nin Nisan 2019 sayısında yapı stoğu üzerine yapılan araştırmayla hasar ve mali kayıp analizleri yapıldığında 2000 sonrası inşa edilen yapıların ortalama %17’sinin orta ve ağır hasar alacağı açıklandı. 2000 öncesi yapılan yaklaşık 1 milyon 200 bin yapı konusunda ise sadece tahminler yapılabiliyor, AFAD ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bilimsel bir verisi bulunmuyor.
Deprem yükü olmadan yıkılan yapılar
Yapılar deprem koşullarında ayakta kalmak zorunda iken ülkedeki vaziyet deprem olmaksızın yapıların yıkıldığı, barınma güvenliğinin olmadığı örneklere çıkıyor. Konya merkez Kerkük Caddesi’nde 11 katlı betonarme yapı Zümrüt Apartmanı 2 Şubat 2004 tarihinde düşey yüklerini yani mevcut ağırlığını taşıyamaması sebebiyle çöktü ve 92 kişi yaşamını yitirdi. İncelemelerde binanın beton kalitesinin düşük, taşıyıcı sistemin uygun olmadığı ortaya çıktı.
6 Şubat 2019’da İstanbul Kartal‘da Yeşilyurt Apartmanı çöktü ve 21 kişi yaşamını yitirdi. Yapının 2 katının kaçak olduğu, imar affı ile birlikte yapı kullanım izni aldığı denetimden kaçırılan yapının mevcut yükünü taşıyamaması nedeniyle çöktüğü ortaya çıktı.
Çürük yapılar affedildi: İmar Affı
Yapı stokunun deprem güvenliği açısından niteliği bilinmesine rağmen iktidar 2018 seçimleri öncesinde imar affı çıkardı. Yasa, 10 Mayıs 2018’de “Vergi ve Diğer Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’ ismiyle geçti.
2017 yılında dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin bahsettiği ‘6-7 milyon binanın yenilenmesi, sağlam hale gelmesi gerekli.’ açıklamasındaki yapıların tamamı para ödemek ve sahibinin ‘yapım sağlam’ beyanı yeterli sağlanarak affedildi. Deprem güvenliği konusunda kamu denetiminden geçmeyen, teknik şartları sağlamayan ve milyonlarca insanın barındığı bu yapılar olası bir depremde çökme riski ile karşı karşıya bırakılmış oldu.
Düzenleme ile birlikte imar planlarına uymayan yapılar, özellikle büyük kentlerde yapılaşma kurallarını yok sayan, hakkında mahkeme kararları olmasına rağmen inşa edilen rezidans, AVM, lüks konut projeleri, mühendislik hizmeti almadan yapılan yapılar da ‘affedildi’. Bir yasa daha deprem güvenliğini, halkın yaşam güvenliğini değil, inşaat sermayesinin, iktidarın ve yandaşlarının çıkarı için hayata geçirildi.
Yapı Denetim Yasası
Marmara Depremi sonrasında yapıların inşasına dair bazı yasal düzenlemeler yapıldı, yönetmelikler çıkarıldı. Bunların başında 4708 Sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun geliyor. Ancak yapı inşasının güvenliği için çıkarılan Yapı Denetim Kanunu yeni bir denetimsizlik alanı oluşturdu. Yasayla müteahhitlerce finanse edilen özel yapı denetim şirketlerine üretim süreçlerini denetleme yetkisi verildi.
Yapı Denetim Yasası’nın yetersizliği ve yeniden düzenlenmesi gerektiği yıllarca İnşaat Mühendisleri Odası, Elektrik Mühendisleri Odası, Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası gibi üyeleri yapı alanında çalışan, bilgi ve donanım sahibi olan pek çok meslek odası tarafından dile getirildi. Yapı denetim yönetmeliği, 99 Marmara Depremi’nden 20 yıl sonra ve milyonlarca yapı bu koşullarda inşa edildikten sonra 1 Ocak 2019’da değiştirildi. Yapı denetim şirketleri artık Bakanlık tarafından atanacak.
Deprem vergileri şov projelerine harcandı
Marmara Depremi sonrasında deprem güvenliği için Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) kuruldu. Deprem sonrası yaraların sarılması, barınma, sağlık vb. yaşamsal ihtiyaçların karşılanması için deprem vergileri (özel iletişim vergisi ve özel işlem vergisi ve ek vergiler) getirildi. Deprem hazırlığı kapsamında halktan toplanan paralar iktidarın şov projelerine harcandı. 61. AKP Hükümeti Maliye Bakanı Mehmet Şimsek 2011 yılındaki Van Depremi’nin ardından deprem vergisi birikimlerinin duble yollara harcandığını itiraf etti.
Afet Yasası ranta hizmet etti
Depreme dayanıklı olmayan yapıların güvenli hale geleceği iddia edilerek “kentsel dönüşüm” tartışmaları yürütüldü. 2012 yılında ülke genelinde kentsel dönüşüm uygulamalarının önündeki yasal engelleri kaldırmak ve dönüşümü hızlandırmak üzere 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun (Afet Yasası) çıkarıldı. Afet Yasası, uygun zeminde inşa edilmeyen ve depreme dayanıklı olmayan yapıları ortadan kaldırmadı. Afet Yasası deprem güvenli kentler inşa etmek ve halkın barınma güvenliğini sağlamak üzere hayata geçirilmedi. Afet Yasası ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na, belirlediği riskli alanlarda ve ‘yapılaşma potansiyeli var’ olarak tanımlanan rezerv alanlarda dilediğince planlama ve imara açma yetkisi verildi.
Bakanlık yasaya dayanarak kentin merkezinde emlak değeri yüksek ya da ana ulaşım aksında bulunan yapıları ya da yerleşim alanlarını “riskli” ilan etti.
İstanbul Tarlabaşı, Sulukule, Fikirtepe; Ankara Dikmen, Mamak; İzmir Karabağlar; Kocaeli Gebze, Afet Yasası ile riskli ilan edildi.
Örneğin, İstanbul’un eski surları içinde kalan ve 500 yıllık bir mahalle olan Sulukule’de halk kentsel dönüşümle 45 km ötedeki bir yerleşim bölgesine, Taşoluk TOKİ konutlarına sürüldü. Sulukule halkı yerleştirildikleri sosyal konutlar için borçlandırıldı. Birçok aile ödemeleri yapamadığı için oradan da ayrılmak zorunda kaldı. Sulukule’ye ise milyon dolarlık lüks konutlar yapıldı. Şimdi aynı süreci Fikirtepe yaşıyor.
Acil Durum Planları yapılmadı, kentler hazırlanmadı
Depremlere karşı güvenli kentler yaratmak deprem sonrası yaşam güvenliğinin sağlanmasını da planlamaktır. Deprem ve benzeri acil durumlar için Acil Durum Planları’na ihtiyaç vardır. Deprem sonrası yaşam güvenliğinin sağlanması, insanlarla birlikte tüm canlıların sağlık, su, yemek, barınma gibi temel ihtiyaçlarının sistematik bir şekilde karşılanması; bina, sokak, ilçe, il ve ülke ölçeğinde ayrı ayrı Acil Durum Planları’yla yapılabilir.
AKP iktidarı Marmara Depremi sonrası geçen yıllarda İstanbul için Acil Durum-Eylem Planı hazırlayıp hayata geçirmedi. Geçtiğimiz yıl yaşanan İstanbul depremleri sonrası kitlenen iletişim araçları, oluşan trafik, nereye gideceğini, nerede toplanacağını bilemeyen İstanbullular bunun en net göstergesi.
Acil toplanma alanları AVM’lere ’emanet’
Yerleşim alanlarında, deprem sonrası bir araya gelinecek, geçici/süreli toplanılacak, barınma, beslenme, sağlık gibi temel ihtiyaçların karşılandığı noktalar bulunmalıdır. Bu noktalara acil toplanma alanları denir. Kent merkezlerindeki kamusal acil toplanma alanları hızla imara yani yapılaşmaya açıldı. Acil durum alanlarının fonksiyonları yok edildi, ticari alana yani AVM’lere dönüştürüldü. Bu durum, depremden sağ kurtulunsa dahi yaşam güvenliğinin devam ettirilemeyeceği anlamına geliyor.
İBB’nin yeni yönetimi acil durum toplanma alanlarını yakın zamanda ilan etti.
Halkın varlıkları saçılıyor: Deprem güvenliği yerine mega yıkım projeleri
Yaşanan acılara, kayıplara ve yıkımlara rağmen kamu varlıkları deprem güvenli kentler yaratmak yerine doğaya, ormanlara, su havzalarına, yaşama zarar veren mega projelere aktarıldı.
Ülke varlıklarını dağıttıkları ve Saray rejimini temsil eden 21 mega projenin toplam mali büyüklüğü 138 milyar dolar. Kamu bankalarından yandaş şirketleri finanse ettikleri ve kredi sağladıkları bu projeleri Halkbank ‘gururla’ açıklıyor. İstanbul’daki 3. Köprü, Kuzey Marmara Otoyolu, 3. Havalimanı, Kocaeli sınırındaki Osmangazi Körfez Geçis Köprüsü’nün de içinde bulunduğu projelerin toplam maliyeti ile deprem güvenliği olmayan yapılar yenilenebilirdi. İstanbul’da ortalama 80-100 m2 ‘lik 600-700 bin riskli konut yenilenebilir, rehabilite edilebilir, güvenli hale getirilebilir.
Kanal İstanbul’a değil depreme bütçe
Mega projelere harcanan kaynaklarla deprem güvenli kentler kurulabilirdi. 17 Ağustos 99’ Depremi’nden bugüne Marmara’da deprem güvenliği sağlanmadığı gibi mega projelerle orman alanları, su havzaları yok edilerek susuzluk, hava kirliliği, ekolojik yıkım gibi yeni felaketlere zemin hazırlandı. Şimdi İstanbul’da gündeme getirilen Kanal İstanbul projesi için ilan ettikleri bütçe 15 milyar dolar.
Deprem güvenliği konusunda iktidara geldiği günden beri adım atmayan iktidar, kenti rehabilite edecek bir bütçeyi inşaat sermayesine aktaracak.
İBB verilerine göre 200 bin kişinin yaşadığı hanenin olası bir depremde yerle bir olması gerçeği varken, Kanal İstanbul projesi kapsamında İBB’ye yüklenen fatura yaklaşık 45 milyar TL. İhtiyaç olmayan bir proje ile İstanbul halkının parasına, geleceğine, güvenli bir kentte yaşama hakkına göz dikmiş durumdalar.
Alınması gereken acil önlemler
Depreme karşı güvenli barınma hakkının sağlanabilmesi için;
6306 sayılı Afet Yasası iptal edilmelidir.
İmar Affı iptal edilmeli, deprem güvenliği taşımayan yapılar tespit edilmelidir.
Yapıların ve kentlerin güvenliği ile ilgili düzenlenen yasa ve yönetmelikler bütünüyle halkın yaşam güvenliği gözetilerek hazırlanmalı, kamusal denetimlerle yasa ve yönetmeliklere uygun planlanması, projelendirilmesi ve inşa edilmesi sağlanmalıdır.
Kamu kaynakları, mega ölçekli projeler yerine barınma hakkı esas alınarak ülke genelindeki yapı stoğunun iyileştirilmesi, rehabilite edilmesine aktarılmalıdır.
Ortaya çıkabilecek her türlü yıkıma karşı kamusal Acil Durum Planları yapılmalıdır.
Acil toplanma alanları korunmalı, yok edilen alanlar yeniden kamuya kazandırılmalıdır.
İlk olarak yaşamsal öneme sahip hastaneler, okullar, köprüler, viyadükler, dolum tesisleri, rafineriler vb. yapılar depreme karşı güvenli hale getirilmelidir.
Herkese deprem anında ve sonrasında yapılması gerekenlerin anlatıldığı “Temel Afet Bilinci Eğitimi” verilmelidir.
Deprem güvenli kentlerin planlanmasına üniversiteler, bilim insanları, emek ve meslek örgütleri müdahil olmalı, halk toplantılarıyla demokratik bir işleyiş hedeflenmelidir.
politeknik.org.tr