Toprakta, tohumda, buğdayda, üreticide AKP’nin 15 yılı Hayır’a nasıl götürüyor? – Politeknik
Spread the love

AKP’nin “milli tarım projesi” ile birlikte tarım sıklıkla gündeme gelir oldu.

Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik 7 Ekim 2016’da Tekirdağ’da milli tarım projesini açıklarken, “üreticimizin boşa kürek çekmemesi ve ektiğinin para etmesi için” yeni bir modele geçileceğini belirterek “Bunlardan birincisi havza bazlı destekleme modeline geçiyoruz, ikincisi ise hayvancılık destekleme modelinde yerli üretime dayalı bir destekleme modeli. Bunların hepsine birden milli tarım projesi diyoruz.” ifadeleriyle milli projelerini açıkladı.

Yine ekim ayında Başbakan Binali Yıldırım ise ”Gıdaya erişimdeki dengesizlik, insanlığın geleceğini tehdit ediyor. 7,5 milyar olan nüfus, 2040’ta 10 milyara çıkacak. Bilinçsizce yapılaşmadan dolayı her yıl 12 milyon hektar tarım arazisi yok oluyor. 34 ülke gıda, 80 ülke ise su sıkıntısı çekiyor. Bütün bu sıkıntılar bizde yok, önce şükredeceğiz, elimizdekinin kıymetini iyi bileceğiz.” dedi.

Oysa üretici AKP’li yıllarda boşa kürek çekmiş, ektiği para etmemişti. Tarım toprakları imara açılmış, çiftçi, köylü mülksüzleşmiş, işçileşmişti. Buğday ise ithal edilir olmuştu…

AKP’nin 15 yıllık tarım uygulamalarına bakalım şimdi.

Tarımsal alanlar yok edildi, üretim yetmiyor
Sulama Birlikleri Kanunu, Şeker Kanunu, Tütün Kanunu ve Tohumculuk Kanunlarıyla üretici ürününü maliyetini karşılayarak satamamaya başladı. 

Tarımsal üretimin en önemli unsuru sulama suları devletin yatırım ve denetiminden çıkarıldı. Sulama birlikleri tüm yatırım ve dağıtımın çiftçilerce karşılandığı birlikler haline geldi. Çiftçi her yıl tarla sulamak için binlerce lira ödemek ve borçlanmak zorunda bırakıldı. 

Mera Kanunu, Zeytin Kanunu, Büyükşehir Kanunu, Maden Kanunu, Elektrik Piyasası Kanunu, Yenilenebilir Enerji Kanunları ile tarım alanlarının yok edilmesi ve meraların özel şirketlere devri kolaylaştırıldı. 

Büyükşehir Yasası’yla, büyük şehir sınırları tüm il sınırına çıkarıldı, köyler mahallelere dönüştürüldü, köylünün ortak kullanımına açık köy tüzel kişiliğine ait meralar, çayırlar, tarım alanları büyükşehir belediyelerinin mülkiyetine geçti. Birbirini tamamlayan iki üretim alanı tarım ve hayvancılık bütünlüğüne darbe vuruldu. Trakya’da örneklerine sıkça rastladığımız ve giderek tüm ülkeye yayılan meraların kiralanması uygulamaları artarken çiftçi hayvanlarını otlatacak yer bulamadı, sütünü maliyetine bile satamadı, hayvancılıktan vazgeçti. Böylelikle önemli bir gübre kaynağı kaybedilmeye başladı, bitkisel üretimin  maliyetleri yükseldi.  

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı (GTHB) verilerine göre:

-1990-2002 arasında 1 milyon 277 bin  hektar(ha) tarım alanı yok oldu. AKP’li 2002-2015 yılları arasındaki 13 yılda ise bu miktarın iki katından fazla, 2 milyon 630 bin hektar tarım alanı yok edildi. Şile’nin de dahil olduğu İstanbul il sınırlarını düşünecek olursak, bu büyüklük yaklaşık 5 İstanbul’a karşılık geliyor. Ekilen tarım alanı ise 1 milyon 700 bin hektar, yani 3 İstanbul’dan fazla azaldı.

-Çiftçi kayıt sisteminde (ÇKS) yer alan çiftçi sayısı 2003’ten 2014’e giden 11 yılda 5 yüz 38 bin 423 kişi azaldı. Çiftçilerin ailelerini de düşünecek olursak yaklaşık 2 milyon kişi mağdur edildi diyebiliriz. Kayıtlı olmayanlar da hesaba katılırsa çok daha fazla kişinin artık tarım ve hayvancılıkla uğraşmadığını, geçimini bu alanlardan sağlamadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.  

-2003-2015 yılları arasında gübre fiyatları 3,5 kat arttı. Örneğin CAN (kalsiyum amonyum nitrat) 230 TL’den 893 TL’ye yükseldi.  

– 2002-2015 yılları arasında mazot fiyatları da 3.5 kat arttı. Bir litre mazot 1.09 TL iken 2015’de 3.86 TL’ye yükseldi. Bugün 4.65 TL olan bir litre mazot fiyatını baz aldığımızda artışın 4 kattan fazla olduğunu görüyoruz. 

Tarımsal destekler yetersiz ve adil değil 
24 Nisan 2006 tarihli 5488 sayılı tarım kanunu gereği gayri safi milli hasılanın (GSMH) en az yüzde 1’i oranında yapılması gereken çiftçi desteği binde 5-6 oranında yapılıyor. Çiftçi için üretmek, zararına yapılan bir faaliyete dönüştü.  

Örneğin 2015 yılı GSMH 19 trilyon 535 milyar TL idi. Tarımsal destek en az 19,5 milyar olması gerekirken 11 milyar 644 milyon TL oldu, 8 milyar az ödendi. Çiftçilerin %55’i (1.210.000 çiftçi) 1000 TL altında, %4’ü (88.000 çiftçi) 10.000 TL üstünde destek aldı. Bu %4’lük kesim toplam desteğin %40’ını alıyor.  

Tarımsal destekleri ürün maliyetlerinin yükünü çiftçinin sırtından almak, halkın gıdaya erişimini kolaylaştırmak amacıyla yapılır. Desteklerin düşük tutulmasıyla çiftçi üretemez hale geldi. Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO), AKP güdümlü birliklerin düşük fiyatlarıyla çiftçiler maliyeti karşılayamadı, böylelikle ithalat arttırıldı.

Buğday vatanından buğday ithaline
Ziraat Mühendisleri Odası buğday fiyatları ile ilgili yaptığı çalışmada 2003 yılında buğday fiyatı ile maliyetinin denk belirlendiğini, sonraki yıllarda buğday fiyatının istikrarlı(!) bir şekilde maliyetinin altında belirlendiğini raporladı.

2000-2010 yılları arasında buğday maliyeti %412, tarımsal girdiler %588, enflasyon %352, buğday fiyatı ise %335 oranında arttı. Çiftçi hep zarar etti.

Halkın ihtiyacı oranında artması gereken buğday üretiminde ekim alanları azaltıldı. 

Yılda 4 milyon tona ulaşan buğday ithalatı yapılıyor. İthalatın her yıl daha da artması muhtemel. 

Buğdayla kalmadı pek çok tarımsal ürün ithal edilir oldu 
  
Buğday gibi mısır, arpa, kuru fasulye, mercimek ve ayçiçeği de ithal ediliyor. Hububat, baklagiller, pamuk, yağlı tohumlar ve türevlerinde Türkiye ithalatçı bir ülke artık. 

Sebze ve meyve üretiminde ihracatçı olan Türkiye, halkın beslenmesinde ve  gıdaya erişiminde olmazsa olmaz tahıllar ve yağlı tohumlarda ithalatçı konumuna geldi.  

Türkiye’nin yaklaşık 17 milyar dolar toplam tarımsal ürün ihracatı, ancak tarımsal ithalatı karşılar durumda. 

Şirketler kazansın diye Tarım Sigortası
Sulama, makine-teçhizat, gübre, mazot gibi maliyetlerinin artışı yanında AKP yeni maliyet kalemleri de yarattı. Çiftçiye iyilik yapılıyor gibi gösterilen bu maliyet kalemlerinden biri tarım sigortası. Doğal afet ve iklim şartlarından dolayı ürünü zarar gören çiftçinin zararını daha önce devlet karşılarken artık sigorta şirketleri karşılıyor. 

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın 2016 yılı verilerine göre, 1 milyın 444 bin 277 tarım sigortası poliçesi düzenlenmiş. 1 milyar 300 milyon TL prim ödenmiş. Bunun 700 milyon TL’si devlet desteği, 600 milyon TL’si çiftçilerin parası. Çiftçilere ödenen tazminat ise 800 milyon TL. Böylelikle 2016’da sigorta şirketlerinin net kazancı 500 milyon TL’yi buldu. ‘Çiftçiye prim desteği’ gibi pazarlanan bu sigortadan çiftçiye ancak 200 milyon TL kaldı.  
Yani aslında devlet 700 milyon TL yerine 800 milyon TL  desteği doğrudan çiftçiye yapsa çiftçi kazanacak, tarımsal üretim kazanacak, sigorta şirketlerine gerek kalmayacak. ‘100 milyon TL az para mı, devlet nereden bulacak?’ sorusunun cevabı ise belli: GSMH’den (zaten) çiftçiye verilmesi gereken (ama verilmeyen) paydan. 
  
Tarımsal alanın küçükse çiftçilik yapamazsın  
2006 yılında çıkarılan 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda Mayıs-2014’de yapılan değişiklikle asgari tarım arazisi büyüklüğü tanımlandı: Tarlalar için 20 dekar, dikili tarım arazileri için 5 dekar, örtü altı tarım yapan araziler için 3 dekar olarak belirlendi. Bu büyüklüklerin altında kalan arazilere sahip çiftçiler tarım yapıyor sayılmayacaklar, teşviklerden, desteklerden faydalanamayacaklar. 
 
Başbakan Yıldırım geçtiğimiz ekim ayında yaptığı konuşmada bu konuya da değinmişti: “Araziler 10, 20 parçaya bölünüyor, kimseye yaramıyor. Kimse istifade edemiyor. Şimdi 7 milyon hektar araziyi 2023 yılına kadar toplulaştıracağız. Bu sefer ektiğimiz, biçtiğimiz alan karşılığını verecek, yani emeğimizin karşılığını alabileceğiz. Toplulaştırma ve sulama işini tek bakanlıkta toplayacağız. O bakanlık da Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı. Tarıma elverişli her karışın ekilmesi mutlaka gerçekleştirilecek.” 

Çiftçiler yeterli büyüklükte tarım alanları oluşturmak, birleştirme ve toplulaştırmalar için arazilerini satmaya zorlanacaklar, kendi topraklarında ya da büyük kentlere göç edip işçileşecekler. Yasaya göre GTHB bu büyüklükleri sağlamayan topraklara zorla el koyabilecek. AKP hazırlıklara başladı bile. 

Çiftçiler, işçiler sosyal güvenceden yoksun
Çiftçilerin %85’i sosyal güvenceye sahip değil. Eğitim, sağlık, enerji, ulaşım haklarından yararlanma oranları Türkiye ortalamasının çok altında. Türkiye ortalaması 9 bin doların üzerinde olan kişi başı milli gelir, 16 milyon insanın varolduğu tarım kesiminde 3 bin doların altına geriledi.
  
Tarımda güvencesizliğin yanı sıra, 21.yy’da insanlıkdışı koşullarda çalışmak zorunda bırakılan sayıları 1 milyon civarında olan mevsimlik tarım işçileri günü birlik işlerde yollarda hayatını kaybediyor.
  
Tarım alanında 5,5 milyon kişi istihdam ediliyor, AKP sanayi alanında patronlara prim teşvikleri yaparken, tarım işçilerini yok sayıyor, ölümlere gözünü kapatıyor. 
 
Kendi ürettiğin tohumu kullanamazsın 
Ekim 2006’da çıkarılan Tohumculuk Kanunu ile Türkiye yabancı tohum şirketlerinin pazarı oldu, çiftiye 2011 yılına kadar geçiş süresi tanındı. 2011’den sonra sertifikalı tohumla üretilmeyen ürünlerin satışı yasaklandı. Yasağa uymayanlara önce para cezası, sonra meslekten men cezaları getirildi.  
 
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı  Faruk Çelik 23 Aralık 2016’da Antalya’da yaptığı toplantıda yerli-yabancı tohum sanayicilerine bir müjde daha verdi: “2018’de sertifikalı tohum kullanmayan (çiftçi) destek alamayacak.”   
 
Tohumculuk Kanunu ve sözde Milli Tarım Projesi  
 
-Yüzlerce yıldır elden ele, nesilden nesile aktarılan, iklime uygun, hastalıklara dayanıklı hale gelen yerel tohumların sonu anlamına geliyor.  
-Dünyanın tohum çeşitliliğinde en zengin ülkelerinden biri olan ülkemiz çoraklaşacak, organik tarım yapılamayacak. 
-Gıda bağımsızlığını yok ediyor. 
-Sağlıklı gıda üretimine son veriyor.  
 
Şirketlerin pazarladığı tek tip tohumlar tarımsal üretimde daha çok zirai ilaç kullanılmasına yol açıyor. Gıdalar zehirleniyor. Halk sağlığı tehdit ediliyor. 
 
 Bu süreçte tohum şirketleri kazanacak. 
 
AKP’nin ‘milli tarım’ı… 
AKP’nin milli tarımı, tohum, ilaç ve gübrede uluslararası tekellere bağımlı hale getirilmiş, gıda bağımsızlığını, bitki çeşitliliğini yitirmiş, dünyanın terk etmeye çalıştığı endüstriyel tarım anlamına geliyor.  
 
Yukarıda verilerle sunulduğu gibi ‘milli tarım’ dedikleri buğdayı ithal eden,  hububatı, baklagilleri, yağlı tohumları ithal eden bir tarım. Çiftçisine iyi bakmayan, onları tarımsız bırakan bir ‘milli tarım’dan bahsediyorlar.  
  
AKP 15 yıl boyunca, tarımsal alanda, tohum, ilaç ve gübrede çokuluslu şirketlerin taleplerine uygun düzenlemelere gitti.  
 
Türkiye’de tarım çokuluslu şirketlere entegre edildi, ediliyor. 
  
Tarımsal üretimdeki teşvik sistemi bu politikaya göre değiştirildi.  
  
AKP’nin tarım havzalarında dayattığı tek tip üretim ve sertifikalı tohum kullanımı dünyanın en zengin tohum çeşitliliğine sahip ülkemizi çoraklaştırıyor. Tohumda dışa, yani çokuluslu şirketlere bağlı bir Türkiye yaratıyor.  
  
Tarımsal arazi büyüklüklerine göre destek veren ya da destek vermeyen AKP, toprakları büyük olmayan ve destek alamayan çiftçilerin-köylülerin üretimi bırakmasına yol açıyor.   
  
Tarımı bırakan çiftçiler-küçük üreticiler-köylüler mülksüzleştikleri gibi işçileşti, ya kendi topraklarında tarım işçisi oldu ya göç ederek ucuz emek gücü topluluğuna katıldı.  
AKP, Türkiye topraklarının tarımsal üretimle ilişkili binlerce yıldır oluşturduğu bilgiyi, dayanışma ve paylaşma kültürünü yok ediyor.   
  
Böylesi ‘milli tarım’a Hayır.  
Tarımsal üretimi kendisine yeten bir ülke için Hayır.
Buğday ekebilmek, üretebilmek için Hayır.  
Şirketler değil tarımsal üretim kazansın, halk kazansın diye Hayır.  
Sağlıklı ve güvenli gıdalarla gelecek nesillere hazır bir ülke yaratmak için Hayır. 


Spread the love