Soma’nın ‘davası’ bitmeyecek – Av. Denizer Şanlı
Spread the love

Türkiye’nin en büyük işçi katliamının davasında sona yaklaşılıyor. Dava, sadece iç yargısal aşamaları ile değil, sürecin gösterdiği ve temsil ettiği toplumsal-siyasal durum açısından da değerlendirilmelidir

Soma davası sona yaklaşıyor. Nisan 2015’ten bu yana Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ve 6’sı tutuklu olmak üzere 46 sanığın yargılandığı dava, bilirkişi raporunun dosyaya sunulmasıyla son aşamaya geldi.

Türkiye’nin en büyük iş cinayetiyle ilgili bu dava, hem kendi iç yargısal süreçleri ve aşamaları ve hem de bu sürecin gösterdiği ve temsil ettiği toplumsal/siyasal durum ve anlamlar açısından değerlendirilebilir.

Davada yapılabilenler
Soma davası, davanın her duruşmasını süreklilikle ve sebatla takip eden bir aile ve avukat grubuyla bugüne geldi. Yaşamını kaybeden işçilerin eşleri, anne ve babaları ile kardeşleri, Soma, Kınık, Kırkağaç ve Savaştepe’den Akhisar’a binbir zorluk içerisinde gelerek duruşmaları takip ettiler. İşçi yakınları; her bir celsesi birkaç gün, bazen iki hafta süren bu süreçte hem vefat eden yakınlarının “davasına” sahip çıkarak hem de birbirleriyle sağlam ve yakın bağlar kurarak bir bütün olarak, “adalet” talebini somutlaştıran/bu talebin simgesi haline gelen bir özneye dönüştüler.

Yine, davada aileleri temsil eden ve Türkiye’nin farklı kentlerinden gelen avukatların da, duruşma süreci boyunca aktif ve üretken bir hukuk çizgisini temsil ettikleri söylenebilir. Soma Katliamı’nın çerçevesini dar anlamda “olay günü” ile sınırlamayan, başta “üretim zorlaması ve taşeronluk” olmak üzere olayın gerçek neden ve süreçleri üzerinde duran, olayın meydana gelmesinde ağır kusur ve sorumlulukları bulunan sanıkların suç oluşturan eylem ve hareketlerini tüm yönleriyle ortaya çıkarmaya çalışan bir hukuk çizgisi, davanın gelişiminde belirleyici düzeyde etki yarattı. Avukatlar, salt “dar anlamda” bir hukuki çerçevede kalmadılar: Hukuki düzeyi “güçlü” bir biçimde temsil etmekle birlikte, başkaca araç ve çerçevelerle hem bu düzeyi tahkim ettiler, hem de davayı, bir “toplumsal dava” olarak, başkaca düzeylerde de yeniden üretmeye çalıştılar. Bu bağlamda, özellikle “Emek- yoğun üretim süreçlerinin tartışılması, bu süreçlerin madenlerde ve Soma’daki yansımaları, Soma’nın sosyolojisi ve tarımsal üretime dayalı bir coğrafyayı madenciliğe bağımlı hale getiren işçileşme süreçleri, iş cinayetine yol açan işçi sağlığı ve iş güvenliği ihmallerinin analizi, toplumsal bir dava olarak Soma dosyasının hukuksal anlamı ve analizi” gibi konu başlıklarını içeren ve akademisyenlerce hazırlanan raporun dava dosyasına kazandırılması, Soma madenlerinin yapısı ve bölgedeki madenciliğin tarihi ile ilgili akademik tezlerin davada tartışılması, iş cinayetine yol açan neden ve süreçlerin görsel malzemeler eşliğinde sunulması gibi üretim ve yaklaşımlar, davanın aynı zamanda “gerçek süreçleri tartışan ve faillerin ihmali ve icrai kusur ve sorumluluklarını gerçek biçimleriyle ortaya çıkaran” bir çizgide ilerlemesine katkıda bulundu.

Akhisar’daki sendika, parti ve kitle örgütlerinin dava boyunca dava katılımcılarına destek olması, mahkeme önündeki parkta ailelere çay ve öğle yemeği temin etmesi ve aileleri bir “ev sahibi” duyarlılığıyla sahiplenmesi, özellikle not edilmelidir. “Toplumsal dayanışma”nın bu güzel, sürekli ve mütevazı örneği, davanın toplumsal karakterini de görünür kıldı, ete kemiğe büründürdü.

Dava sürecine, aile avukatları tarafından yapılan belki de en güçlü katkı, başta Alp Gürkan olmak üzere toplam beş “müstakbel sanığın” davaya dahil olmasıydı: Katliamdan 6 ay önce şirketin yönetiminden ayrılan, ancak bütün delillere göre şirketin yönetiminde asli paya sahip olduğu anlaşılan, hatta olay sonrası “patron” sıfatıyla basın toplantısı düzenleyen bu kişi hakkında, “takipsizlik” kararı verilmişti. Dava başladıktan sonra, yeni delillerle birlikte bu kişi hakkında mahkeme nezdinde suç duyurusunda bulunuldu ve talebin kabulüyle birlikte yeni bir soruşturma süreci başladı. Soruşturmanın ağır aksak devam etmesi, üzerinin örtülmesi ve gözlerden ırak tutulması çabalarına karşın, avukatlarca soruşturma dosyasının ısrarla takip edilmesi, dosyaya kazandırılan yeni deliller ve en son hazırlanan bilirkişi raporuyla birlikte Alp Gürkan ile birlikte toplam beş kişi hakkında, yürüyen dosyayla birleştirilmek üzere dava açıldı. Bu yeni gelişme, dava sürecinin en önemli, moral sağlayıcı gelişmelerinden birisidir ve aynı zamanda ısrarlı ve etkin bir hukuki takibin ulaştığı önemli bir başarıyı temsil etmektedir.

Ve yapılamayanlar
Soma davası, bir yandan ailelerin adalet arayışının zemini ve simgesi olarak anlam kazanırken, öte yandan iş cinayetinin sorumlularının yargılanması ve “adalet arayışı” açısından bir “sınır”ı temsil etmektedir.

Halihazırda, Soma cinayeti ile ilgili yargılanan veya hakkında yargısal bir süreç devam eden herhangi bir kamu görevlisi bulunmuyor. Olayla ilgili olarak, görevinden alınan bir kamu görevlisi (örneğin bir şube müdürü) dahi bulunmuyor. Katliamdan sonra her mevkiden devlet yetkilileri ile ilgili yapılan suç duyurularının tamamı, acelece verilen “takipsizlik” kararlarıyla sonuçlandı ve dava sürecinde bu kişilerle ilgili hukuki girişimlerinin tamamı da herhangi bir sonuca ulaşamadı. Öyle görünüyor ki, Soma ile ilgili cezalandırma süreci, “şirket yöneticileri ve görevlileri” ile sınırlandırılmış görünüyor ve bu sınırı dağıtıp en az şirket görevlileri kadar pay ve sorumluluk sahibi olduğu açık olan kamu görevlilerini ve siyasileri de cezalandırma potasına itecek bir hukuksal-toplumsal etkinlik, halihazırda bulunmuyor.

Esasen dava sürecinin kendisi de, bu toplumsal-siyasal sınırın tüm izlerini barındırmaktadır. Davayı her safhasında ve sürekli olarak takip eden aile ve hukukçu sayısı, katliamda yaşamını kaybeden ve yaralanan işçi sayısı göz önüne alındığında, oldukça sınırlıdır. Yukarıda bahsedilen ve davanın toplumsal karakterini görünür kılan ailelerin ve hukukçuların etkinlikleri, tarihin bu en büyük iş cinayeti davasını, aynı zamanda “Soma havzasının ve işçi sınıfının davası” olarak ortaya çıkaracak bir bütünsel etkinliğe ulaşamamıştır.

Aslında, hem davanın ve sürecin kamu görevlileri olmaksızın yürümesi ve hem de davaya katılım ve davanın takibi ile ilgili sınırlar, daha geniş bir siyasal- toplumsal yetmezlik çerçevesinin ürünüdür: Katliamdan sonra bir yandan tarikatların “kader ve fıtrat” telkinleri, öte yandan yoğun bir polis baskısı ve denetimi ile devam eden sürece karşı, gerekli ve karşılayıcı bir dayanışma-mücadele hattı üretilemedi. Soma madencilerinin sendikalaşma ve örgütlenme talepleri, anlamlı-bütüncül bir hatta aktarılamadı, ilerici sendikaların örgütlenme çizgisi, kısa zaman diliminde üye sayısı açısından kabaran ve sonrasında hızla geri çekilen bir çizgide kaldı. Olaydan bir yıl kadar sonra şirketin başka bir madeninden dört bine yakın işçi işten çıkarılmasına dahi, lokal tepkiler dışında etkin ve görünür bir tepki açığa çıkarılamadı.

Kısacası, davanın sınırları, her açıdan “Soma işçi sınıfının sınırlarını” temsil etmektedir ve bu sınırlar parçalanmadıkça, örgütlü ve birleşik bir sınıf hareketi yaratılamadıkça, ölen işçilerin “davaları” maden ocaklarında ve meydanlarda görülmedikçe, “iş bulma ve eve ekmek götürme” kaygısını kişisel dünyasında yaşayan, sorunu ve çözümü de kendi kişisel dünyasında arayan, umudu ve hak arama bilincini görünür kılamayan bir yaşam çizgisi sürüp gidecektir.


Spread the love