Soma Davası’nın 5’inci duruşması katliam mağduru ailelerin ifadelerinin alınmasıyla devam ediyor. Katliamda hayatını kaybeden 5 mühendisten biri olan Koray Karadağ’ın babası Cihat Karadağ daha önce kendisinin de mühendis olarak çalıştığı ocakta meydana gelen katliamın nedeninin taşeron sistemi olduğunu söyledi.
Soma Davası’nın 15 Aralık’ta başlayan 5’inci duruşmasının oturumları Manisa Akhisar Adliyesi’nde devam ediyor. Duruşmanın 23 Aralık’ta görülen oturumunda katliamda hayatını kaybeden işçilerin ailelerinin ifadeleri alındı. Madenci aileleri, Can Gürkan’ın başında olduğu Soma A.Ş’nin kar hırsı nedeniyle tüm çalışanları insanlık dışı koşullara tabi tuttuğunu, katliam öncesi sıcaklık ve havalandırma konusunda kaybettikleri yakınlarından sürekli şikayetler duyduklarını açıkladı. Katliamda hayatını kaybeden 5 maden mühendisinden biri olan Koray Karadağ’ın babası Cihat Karadağ ifadesinde kendisinin de maden mühendisi olduğunu, Soma’da yaşanan facianın sorumlusunun taşeron sistemi ve onun yarattığı üretim hırsı olduğunu vurguladı. Karadağ, “taşeron yok” sözünün gerçek olmadığını hatta katliamın gerçekleştiği ocakta daha önce kendisinin taşeronluk yaptığını açıkladı. Ocakta hayatını kaybeden ve diğer sanıklar tarafından suçlanan iş güvenliği baş mühendisi Mehmet Efe’nin eşi Meliha Efe de eşinin çok yoğun çalıştığını, Akın Çelik’in eşine gece gündüz mesai yaptırdığını belirtti. Efe, eşinin mesleki anlamda bir sorumluluğu varsa bunu da canıyla ödediğini söyledi.
Katliamın nedeni taşeron sistemi
Oğlu maden mühendisi Koray Karadağ’ı katliamda yitiren Cihat Karadağ ifadesinde şunları söyledi:
“Öncelikle burada olan ve olmayan tüm aile yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Ben maden mühendisiyim, yıllarca yeraltında çalıştım. Bu ocakta da çalıştım. Taşeronluk yok diyorlar, yıllarca bizzat ben taşeronluk yaptım. Faturalar dahi kestim. Bu şirket kurumsal deniyor, şirketin patronu Can Gürkan’a 3 ayda bir Soma’ya geldiğini söylüyor, şirket müdürü Ramazan Doğru yılda bir ya da iki kez yeraltına indiğini söylüyor. Bu mudur kurumsallık? Kimilerinin kaza olarak adlandırdığı ve bana göre facia, katliam olarak nitelendirilen bu olayın meydana gelmesindeki en büyük etken taşeron sistemdir.”
“Varsa sorumluluğu, bunu canıyla ödedi”
Katliamda hayatını kaybeden mühendislerden biri olan Soma A.Ş’ye ait Eynez maden ocağının iş güvenliğinden sorumlu baş mühendisi Mehmet Efe’nin eşi Meliha Efe ifadesinde şunları söyledi:
“Şimdiye kadar duruşmalara gelmedim ama bilgi alıyordum, buradakiler hep eşimi suçlamışlar ama benim eşim suçlu değildir. Eşime güveniyorum, aldığı sorumlulukları yerine getirmiştir. Eşim sadece işçilerini düşündü, anlattıklarına göre eşim kurtulma imkanı varken beni, kendisini düşünmeden ölüme gitti, sırf işçilerini kurtarmak için. Olaydan sonra onlarca işçi geldi, senin eşin olmasaydı biz ölmüştük Allah eşinden razı olsun dediler. Mehmet’in gecesi gündüzü yoktu, Akın Çelik ne zaman arasa giderdi işe, bir keresinde yıllık iznindeydi tatile gitmiştik, Akın Çelik aradı hemen geri döndük. Şunu söylemek istiyorum, Mehmet aşkını değil işini ve işçi arkadaşlarını düşündü ve varsa bir sorumluluğu da bunu canıyla ödedi.”
Davayı takip eden ve 5’inci duruşmanın oturumlarında ifade veren diğer madenci yakınlarının ifadeleri ise şöyle;
Meliha Tokgöz: “Eşim son zamanlarda o kadar yorgun gelirdi ki çocuğumuzla dahi ilgilenemezdi. Ayrıca Ramazan Doğru benim ve eşimin olduğu bir ortamda “Mayıs ayını çıkarttık çıkarttık, yoksa bu bizim sonumuz olur” dedi. Ayrıca Akın Çelik mahkemenin ilk duruşmasında sizin, ‘Üretimi tehlike sebebiyle hiç durdurdunuz mu’ sorunuz üzerine, ‘Tabi ki de her türlü sorunda durduruyoruz’ demişti. Bu külliyen yalandır. Akın Çelik’in bir işçinin öldüğü maden kazasında işçilere dönüp, ‘Arkadaşlar ölen öldü, hadi çalışmaya devam ediyoruz’ dediğini çok iyi biliyorum. Bizim sadece eşlerimiz ölmedi, hayallerimiz umutlarımız da öldü. Burada babasız büyüyen çocuklar, intikam hırsıyla büyüyorlar, halen babalarının neden hayatta olmadıklarını düşünüyorlar.”
“Yaşama sebebimi, hayatımı çaldılar”
Elmas Kaya: “Aslında söyleyecek çok şeyim var da sadece şu Ramazan Doğru, Akın Çelik ve İsmail Adalı’ya bir sorum var: Kaç tane ocağa ateş düşürdünüz, kaç tane gözü yaşlı evlat, ana, eş, baba bıraktırdınız geride biliyor musunuz? Para hırsı uğruna insanları öldürdünüz değdi mi? Ben oğlumun altına bir battaniye bile koyamadım. Bunlar nereye götürecek bu kadar malı mülkü?”
Oğlum eve kan ter içinde geliyordu, oğlum suyun içinde mi çalışıyordun diye sordum. ‘Anam içerisi çok sıcak son günlerde yanıyor’ demişti. Evden yemek götürmezdi oğlum işe. ‘Ana İsmail Adalı diye biri var yemek yerken sefer taslarımızı tekmeliyor, bize baret fırlatıyor, ben de götürmek istemiyorum’ dedi.
Benim kolumu kanadımı kırdılar, ben oğluma bir tokat attı diye yıllar önce eşimden boşandım ama bunların elinden kurtaramadım ben oğlumu. Bunlar bizden her şeyimizi aldılar, onlar ceplerini para ile doldurdular, biz acılarla doldurduk yüreğimizi. Ben bunları parçalasam bile bunlara olan hıncım çıkmaz. Hakim oğlum sen benim oğlum yaşında sayılırsın, sana bakınca o geliyor gözümün önüne. Sen bize sus, konuşma diyorsun ama nasıl susayım. Dilim sussa yüreğim susmuyor. Bunlar benim yaşama sebebimi, hayatımı çaldılar.”
“Er veya geç hesap verecekler”
Nursel Kocabaş: “Eşim 2009 yılının sonunda işe girmişti, son zamanlarda şikayetleri çok fazlaydı. ‘Burası çok sıcak, üretimin durmaması lazım, arıza olursa hemen düzeltmemiz lazım yoksa bize sıkıntı çıkaracaklar’ derdi. Eşimin vücudunda kızarıklar vardı. Bir keresinde işe gitmeden önce benim iş yerime geldi. Elinde bir sürü su, kola şişesi vardı. Bunların hangi birini içeceksin dedim. Bana ‘İçerisi çok sıcak, nisan ayında ağustosu yaşıyoruz, çok su kaybediyorum o yüzden götürüyorum’ demişti. Son zamanlarda yemeden içmeden kesilmişti. Her insan eşinin ne kadar yemek yediğini bilir, benim eşim son zamanlarda bir çorba içip hemen uyurdu, sürekli baş ağrısı çekiyordu son dönemlerde.
Burada ‘Ben eşimi çocuğumu göremiyorum’ diyen Ertan Ersoy, ‘Olayda kusurumuz varsa kendimi madenci anıtının önünde yakacağım’ diyen Akın Çelik, suskun Ramazan Doğru, ‘Bu maden kurumsal bir maden’ diyen Can Gürkan er veya geç hesap verecektir.
Biz adalet arıyoruz. Adaleti buradaki aileler, madende ölen işçiler için aramıyoruz. Böyle katliamlar olmasın, kimse aynı şeyleri yaşamasın diye adalet arıyoruz.”
“Taner Yıldız’a soruyorum, burası mı en güvenli ocak?”
Naciye Kaya: “Eşim 15 yıldır madenciydi. Daha önce ben kardeşimi madende kaybettim. Onun acısı varken eşimi de maden ocağında yitirdim. Eşime son zamanlarda 3-4 tane tişört koymaya başlamıştım. İçerinin çok sıcak olduğundan bahsediyordu. Eşim bana, ‘İçerisinin çok sıcak olduğunu amirlere söylüyoruz, siz işinize bakın diyorlar’ demişti. Neden çok yorgun geliyorsun diye sordum bir gün, ‘Üretim baskısı o kadar çok ki ölsek ölümüzü çalıştıracaklar’ dedi. Eşim su götürürdü, akşam geldiğinde, ‘Götürdüğümüz sular öğlen olmadan banyo suyu gibi oluyor’ derdi.
Bu şirketin avukatları benim evime geldi. Can Gürkan’dan şikayetçi olmayın ne isterseniz veririz dediler. Ben de eşimi geri verin tek istediğim bu dedim, cevap veremediler.
Taner Yıldız ‘Burası Türkiye’nin en güvenilir madeni’ dedi, bu mu güvenlik? 301 insan öldü nasıl güvenlik bu? Benim eşim olaydan önce ameliyat olmuştu, raporluydu bir ay. Raporunun bitimine bir hafta kala gel çalış biz sana başka bir zaman izin olarak kullandırtırız raporunu dediler. Eşim de gitti, gittiği günde hayatını kaybetti.”
“Hesap soracağız”
Pınar Gezer: “Ben çok fazla acılarımı anlatıp bunları sevindirmek istemiyorum. Benim eşim daha üç günlük işçiydi. Eğitim alıp almadığını dahi bilmiyorum. Sanıkların gözümüzün içine baka baka bizimle dalga geçtiklerine de şahit olduk, parmak salladıklarına da, bunlardan hesap soracağız”
“Sıcaktan yanıyorlardı”
Mehtap Kurt: “Eşim sürekli İsmail Adalı’dan bahsederdi. ‘Ne oldu senin moralin bozuk’ dedim. Eşim bana affedersiniz, ‘Arkadaşım küçük abdestini yapıyordu, İsmail Adalı gördü, arkadaşa tekme tokat daldı, elinden zor aldım’ demişti. Üretim zorlamasının hat safhada olduğunu söylerdi, İsmail Adalı’dan nefret ettiğini söylerdi. Evde ‘Bana hadi deme tek isteğim bu’ derdi. Olaydan 15 gün önce amirlerine ‘Amirim burası yanıyor, fareleri dahi göremiyoruz artık’ demiş, amiri ‘Sen işine bak’ demiş.
Bu sıkıntılardan dolayı eşime sürekli çık bu işten diyordum, ‘Çıkacağım, şu kömür hakkımı alayım çıkacağım’ diyordu. Küçük bir şey olabilir verecekleri kömür ama yoksul insanlarız bizim için büyük bir şeydi.
Biz oğlumla dışarı çıkıyoruz, oğlum otobüs görünce bana ‘Anne bu otobüs cennete gider mi’ diye soruyor. Oğluma verecek cevap bulamıyorum acıdan.”
“Sonuna kadar şikayetçiyim”
Tuğba Tokmak: “Eşim Geventepe’de işe başladı, iki yıl orada çalıştı. Sonra Soma’da işe başladı. 1 hafta eğitim verdik diyorlar. Benim eşime bir gün bir odada eğitim verdiler, ikinci gün madeni tanıtmak için yeraltına soktular, üçüncü günde eline kazma verdiler. Bu mu eğitim?
Olay günü saat 5 oldu eşim eve gelmeyince endişelendim. Dışarı çıktım, vızır vızır ambulanslar geçiyordu. O an anladım ki eşim geri gelmeyecek.
Biz buraya önümüzdeki yetimler için, geleceğimiz için geldik. Sizin de evladınız var. Her gün eve gittiğinizde nasıl koşuyorlardır size sarılmak için. Bizim evde kapı çaldığında dayısına, amcasına koşuyorlar. Amcalarına sen bizim babamız olur musun diyorlar. Bizim yaşadıklarımızı bilmiyorlar.
Benim eşim işyerinde kaza geçirmiş ambulansla hastaneye dahi götürmemişler, vardiya sonuna kadar bekletmişler. Sonra da servis aracına bindirmişler hastanede acil servisin önüne atmışlar. Bu mu kurumsal şirket? Şikayetçiyim, sonuna kadar şikayetçiyim, kendim için değil üç tane yetimim için şikayetçiyim.”
“Nefes dahi aldırmıyorlardı”
Mehtap Malkoç: “Eşim 2007 yılında önceki şirket olan Park Teknik’te işe başlamıştı. Sonra bu şirkete devredildi. Eşim kıyas yapardı. ‘Bizim Park Teknik zamanında 1 saat öğle molamız vardı, yemeğimizi rahat rahat yerdik, çayımızı içerdik çavuşlarla, amirlerle. Bu şirket nefes aldırmıyor, 5 dakika içinde yemek yedin yedin yemedin aç kaldın’ diye anlatırdı. Eşim ‘Yeraltında fare olduğu zaman sevinirdik’ derdi. Normalde 10 günde bir elbiselerini getirirken, son zamanlarda her gün kıyafet götürmeye başlamıştı. Ne oldu niye bu kadar kıyafet götürmeye başladın diye sordum bana, ‘Bizim çalıştığımız yeri bir görsen, bir daha beni madene göndermezsin, o kadar sıcak ki öleceğiz’ demişti.
Buraya gelirken oğlum bana ‘Anne ben bir mektup yazacağım sen oradaki hakim amcaya verir misin” dedi. ‘Ne yazacaksın oğlum söyle ben söylerim’ dedim. ‘Anne hakim amcaya söyle, babamı bizden alanlara cezalarını versin, o vermezse ben büyüyünce hakim olurum ben cezalandırırım onları’ dedi. Aynen aktarıyorum size oğlumun dediklerini.”
“Üretim baskısı var ayakta zor duruyorum”
Kamuran Kara: “Eşim madende vardiya çavuşuydu. 5-6 yıldır orada çalışıyordu. Eşimin 20 yıllık madencilik tecrübesi vardır. Son aylarda ‘Üretim baskısı o kadar çok ki ayakta zor duruyorum’ derdi. Yorgunluktan eve gelir gelmez yemekten sonra hemen uyurdu. İşini seven, namuslu, onurlu bir insandı. Eşim ‘Sokakta yürümesini bilmeyen insanları bizim başımıza tekniker, mühendis yapıyorlar’ derdi. İsmail Adalı’ya sormak istiyorum, o gün Koray Bey ve eşim yangını görünce İsmail Adalı’ya duman yoğun geliyor, ocağı boşaltalım demiş. İsmail Adalı da o kadar büyük bir şey yok hallederiz şimdi demiş. Soruyorum ne olurdu onların sözünü dinleselerdi?
Keşke birazcık vicdanları olsaydı da gerekli tedbirleri alsalardı. Eşim bir gün bayramda çalıştı. Bayramda çalışanlara bire üç yevmiye vereceğiz demişler. Eşime gitme bayram günü birlikte zaman geçirelim dedim. Gitmem lazım ev kredisi çektik nasıl öderiz dedi ve gitti ama o bayram yaptığı mesainin ek yevmiyesini vermediler. Eşim herkesi kendisi gibi dürüst zannediyordu.”
“Yemek yiyecek fırsat vermiyorlar”
Selma Ay: “Eşim sürekli kaşınıyordu, sürekli kızarıklarla geliyordu. Eşim aç geliyordu. Neden yemek götürmüyorsun derdim, ‘Yemek yiyecek fırsat vermiyorlar ki nasıl götüreyim’ derdi. İşe giderken sadece buz ve ayna götürürdü. Eşim öleceğini biliyordu. Bana ‘Cehennemin dibinde çalışıyoruz. Fareler bile kalmadı’ dedi. Ben de ‘Ne güzel işte farelerle çalışılır mı’ dedim. Bana ‘Fareler bizim yaşam kaynağımız onları görünce mutlu oluyoruz’ demişti.”
“Yanıyoruz cayır cayır”
Marziye Aslan: “Son 50 günde her gün yorgun geliyordu. Bizi, çocukları bırakıp uyuyordu. ‘İçerisi çok sıcak, yanıyoruz cayır cayır’ derdi. O kadar çok seviyorduk ki birbirimizi. Kızım babasını öperek uyandırırdı. Defnetmeden önce kızım babasını öpmek istedi ve öptü. Bana dönüp ‘Anne babam neden uyanmıyor’ diye sordu, baban öldü diyemedim. Dayanacak tahammül edecek gücümüz kalmadı. Başta İsmail Adalı olmak üzere hepsi bizim yaşadığımız acıyı çeksinler”
“Buz gibi cenazesine sarıldım”
Makbule Kilinç: “Bu olaydan bir ay önce çok hastalandı, yemyeşil istifra etti. 28 günlük bebeğini dahi göremedi. 4 yaşında bir kızı, ‘Anneanne babam ne zaman gelecek’ diye soruyor, diyecek tek kelime bulamıyorum. Torunum dedesine sarılıyor baba diye. Benim kolum kanadım kırıldı, bütün ümitlerim yok oldu. Tavuklar bile yavrularını kanatlarının altına alıyor, ben yavrumu koruyamadım, buz gibi cenazesine sarıldım”
“Taşeronlar kömür çıksın diye her şeyi yaparlardı”
Sami Ergül: “Maden Uyar Madencilikte 4 yıl teknikerlik yaptım. Kardeşimin hayatını kaybettiği Ocakta 6 ay kadar çalıştım. Ramazan Doğru bana, ‘Seni tekniker olarak işe alacağım ama önce düz işçi olarak girişini yapacağız’ dedi. Düz işçilik yaptım sonra ‘Ramazan Bey hani beni tekniker olarak işe başlatacaktınız’ dedim. Bana ‘Ben seni tanımıyorum sen kimsin’ dedi. Ben de işten ayrıldım. Bu önlenemeyecek bir şey değildi. Bu göz göre geldi, taşeronlar kömür çıksın diye her şeyi yaparlardı işçilere”
politeknik.org.tr