ODTÜ Mimarlık Topluluğu’ndan ŞPO Ankara Şb. Başkanı Emre Sevim ile Eymir Röportajı
Spread the love

ODTÜ Mimarlık Topluluğu, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in imara açmaya çalıştığı Eymir Gölü ve çevresi hakkında Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Emre Sevim ile röportaj yaptı.

Mimarlık ve planlama öğrencilerinden oluşan topluluk, ODTÜ arazisi içinde yer alan Eymir Gölü’nün geçmişi, geleceği ve Gökçek’in saldırı girişimleri hakkındaki soruları Emre Sevim’e yöneltti.

ODTÜ Mimarlık Topluluğu’nun ŞPO Ankara Şubesi YK Başkanı Emre Sevim ile yaptığı röportajı yayımlıyoruz.

ODTÜ Mimarlık Topluluğu: Eymir Gölü’ne yönelik, özellikle Eymir’in farkında olmayan ya da hakkında bilgi sahibi olmak isteyenler için genel bilgiler verebilir misiniz? Eymir nerededir, kentte nasıl konumlanmıştır, kısaca tarihi nedir, koruma bölgesi midir, sit alanı mıdır ve aklınıza gelen diğer bilgiler…

Emre Sevim: Eymir, Ankara’nın güney girişindeki Konya Yolu’nun doğusunda kalan bir göl. Aslında Tuz Gölü’nden itibaren başlayıp gelen Mogan, Eymir, İmrahor Vadisi, daha sonra İncesu deresiyle birlikte Çubuk Çayı’na kadar bugünkü Ankara Adliyesi’nin altına dökülen çok büyük bir vadiler sisteminin parçası. Bu göl bugün içinde doğal ve arkeolojik sit alanı barındırıyor. Ayrıca Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇK) sınırları içinde. 1960’larda kurak olan alanın ODTÜ’ye devredilmesinin ardından ağaçlandırılmış ve bugün ormana dönüşmüş bir alan. Kısaca Ankara için son derece önemli bir göl.

Başka bir noktayı daha vurgulamak gerekir. Aslında Eymir, eski kaynaklarda da belirtildiği gibi, ODTÜ ağaçlandırmasından önce de belki, Mogan’a göre daha kuru bir göl… ODTÜ’nün ağaçlandırma çalışmasının ardından göl daha doğal bir öge haline gelmiş.

ODTÜ Mimarlık Topluluğu: Eymir’in sizin için ifade ettiği anlam nedir? Kent için, Ankaralı için, evrensel doğal kültürel değerler açısından önemi nedir Eymir’in? Aslında bununla paralel olarak da Eymir’i neden savunmalıyız?

Emre Sevim: Öncelikle dediğim gibi geniş bir vadiler sisteminin çok önemli bir parçasıdır Eymir ve küçük bir gölet ya da mesire yeri olarak düşünülmemesi gerekir. Bunun dışında bildiğiniz gibi Ankara’da çok ciddi bir hava kirliliğiyle karşı karşıyayız. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın verilerine göre bir Ankaralı yılın 365 gününün 340 günü insan sağlığına zararlı hava soluyor. Az önce Eymir’in, İncesu ve İmrahor vadisiyle birlikte kent merkezine saplanan vadiler sisteminin bir parçası olduğunu söylemiştik. Dolayısıyla biz bu vadiler sistemini kestiğimiz anda Ankaralının kirli hava problemi daha da artacak demektir. Çünkü bahsettiğim bu alan kent merkezinin havasını temizleyen bir havalandırma koridoru aynı zamanda. Öncelikle böyle bir önemi var Eymir’in.

Başka bir nokta… Baykan Günay hoca Ankara’yı bir “ay çöreği” şeklinde tanımlar. Ankara bir çanak yapıdadır. Doğusu, güneyi ve kuzeyi dağlarla çevrili, batıya doğru açılan bir Ankara Çayı üzerinde bir ovadır Ankara.

Ankara’nın 1990’lardaki planlama anlayışında bu ay çöreğinin etrafındaki bütün vadilerin ağaçlandırılması, ormanlaştırılması, yani ODTÜ gibi Ankara’nın bir yeşil alanla, ormanla çevrelenmesi planlanıyordu. Fakat bu gerçekleştirilemedi. Konya Yolu üzerinden Eymir’e giderken özellikle sağda ve solda Orman Bakanlığı’nın ağaçlandırdığı ODTÜ ormanıyla bütünleşen alanları görebilirsiniz. Ağaçlandırılmış bir alan olan Eymir’in bu vadiler sisteminin, Ankara’yı çevreleyen bu ay çöreğinin başlangıcı olması açısından da önemli olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla Ankara’nın yaşanılabilir bir kent olması için büyük bir coğrafi fırsat sunuyor bu vadiler sistemi ve Eymir bu sistemin en başında bulunuyor diyebiliriz, bir de böyle bir önemi var bence.

Diğer taraftan gerçekten bir mesire alanı… Özellikle Melih Gökçek dönemindeki yeşil alan çalışmalarına baktığımızda doğal ögeler üzerine kurulu bir yeşil alan anlayışının var olmadığını görüyoruz Ankara’da. Örneğin Gençlik Parkı’nın dönüşümünü düşündüğümüzde daha yapay unsurlar üzerine bir yeşil alan kültürü var. Eymir ile Mogan’ı kıyasladığımızda çok daha net görebiliyoruz bunu. Mogan gölü bugün, maalesef, neredeyse bütün gölün etrafının betonlaştırılması sebebiyle yapay unsurların gitgide doğal değerlerin üzerinde baskın hale geldiği bir göl iken, Eymir yapay unsurların, yapılı çevrenin çok daha arka planda tutulduğu doğal bir çevre örneği olarak çıkıyor karşımıza. Dolayısıyla Ankaralılara çok önemli bir mesire alanı arzı sunuyor. Bu açıdan da çok önemli bence Eymir.

Ankara’nın kır kent ilişkisini düşündüğümüz zaman da Eymir’in önemini bir kez daha görüyoruz. Eymir’i tek başına değil ama İmrahor vadisiyle ele aldığımızda net bir durum çıkıyor ortaya. İmrahor vadisinde bugün köyler var. Ve bu köyler Ankara’yla hepi topu bir yükselti farkıyla ayrılıyorlar. Yani örneğin Oran sitesine çok yakın bu köyler. Fakat gerçek bir kırsal yaşam sunuyorlar burada. Bugün gittiğimizde bu köylerde arıcılık, küçükbaş hayvancılık yapıldığını görüyoruz. Yani deve beslendiğini bile gördüm ben. Bu açıdan da çok önemli. Bir kentlinin kıra hızlı ulaşıyor olabilmesi, tarımsal üretimi görebilmesi, belki bunu bir sosyal aktivite olarak kullanması… Mesela bir hafta sonu gidiyorsunuz, kuzularla zaman geçiriyorsunuz, çocuğunuz bu çevreyi görerek yetişiyor örneğin. Bunlar çok önemli şeyler. Kırın kendini kente pazarlaması açısından da önemli. Burada bir çevre yaratılabilir, bir kalkınma modeli ortaya konulabilir. Kırla kentin bütünleştirilmesi açısından da önemli bir noktada duruyor Eymir.

Biraz önce bahsettiğimiz gibi Eymir’in de içinde bulunduğu alan kıraç bir alan aslında ve Eymir bozkırın ortasında bir göl. Ama ODTÜ burayı ağaçlandırıyor. 50 yılda bozkırdan bir orman yaratabilmek… Bu bile çok önemli bir örnek. Başka kişilerin ya da kurumların da bunu kendilerine örnek alabilmesi ve emsal teşkil etmesi açısından başkalarını cesaretlendirebilmesi de son derece önemli. Yani toprağın bize orman verebildiğini göstermesi bile çok çok önemli ODTÜ ormanı ve Eymir’i birlikte düşündüğümüzde.
Elbette Eymir’in neden önemli olduğuna dair daha birçok şey sayabiliriz ama bu saydıklarımız ön plana çıkan, önemli özellikler.

ODTÜ Mimarlık Topluluğu: Güzel, bütüncül bir çerçeve oldu, teşekkür ederiz. Bu biraz daha kurumsal bir soru. Eymir’e yönelik Şehir Plancıları Odası’nın elinde bilgi, belge, doküman, fotoğraf, görsel, yazılı çalışmalar ya da bir arşiv çalışması var mıdır?

Emre Sevim: Ankara ile ilgili elimizde çok fazla plan, fotoğraf var fakat şimdiye kadar bütün bunlar bütüncül bir arşiv çalışması haline getirilmemiş. Biz bu dönem onun çabasını veriyoruz. Bilgileri derleyip toplama ve bu bilgilere hızlı ulaşabilme anlamında istifleme yöntemi üzerine tartışıyoruz. Umarım önümüzdeki süreçte olacak. Onun dışında özellikle son süreçte İmrahor Vadisi ve Eymir üzerinde belli hamleler gerçekleşti. Bu hamleler sonrasındaki dava süreçlerinin enteresan bir şekilde bilgi üretmesi durumuyla karşılaştık. Bilirkişi raporlarının faydaları bu anlamda çok önemliydi. Örneğin Eymir’in Tuz Gölü vadiler sistemi içerisinde yer aldığını hiç düşünmemiştim. Bunu bir bilirkişi raporu söyledi bize. Son sürece geldiğimizde özellikle yapılaşma tehdidi, güney kentin, Ankara’nın Çılgın Projesi Kanal Ankara’nın ortaya çıkmasıyla birlikte ilerleyen dava süreçleri bizim için öğretici, yol gösterici oldu neler döndüğüne dair ve ciddi bir birikim elde ettik.
Fakat bütün bunlara rağmen elimizde Eymir’e yönelik derli toplu bir arşiv çalışması olduğunu söyleyemem.

ODTÜ Mimarlık Topluluğu: Eymir’e yönelik saldırıların ve inşaat baskısının tarihi bir hayli uzun aslında. Eymir’i inşaat sektörü için büyükşehir belediyesi için bu kadar çekici kılan şey nedir? Önceki sorularda da cevapladınız aslında ama belki eklemek istediğiniz bir şeyler vardır.

Şimdi şöyle bir durum var. Ankara, maalesef, bütüncül bir planlama anlayışıyla yönetilmiyor. Türkiye’nin başkenti ve Dünya’da planlı gelişen ilk başkentlerden biri olmasına rağmen bugün daha parçacıl projelerle, günü kurtarmaya yönelik bir anlayış hâkim. Bu projeci anlayış çok tehlikeli çünkü Ankara aynı zamanda Türkiye’nin bütün şehirlerine örnek olmuş bir başkent. Cumhuriyet’in kuruluşuyla ortaya çıkan konut tipolojisiyle olsun kentsel değerleriyle olsun, bütün yöntemleriyle bütün kentler Ankara’yı örnek almış ve Ankara’da yapılan hamleler diğer kentleri de etkilemiş. Bugün yapılan hamleler de yine diğer kentleri etkiliyor.

Tabi Ankara ve Eymir için söylediklerimiz sadece burayla sınırlı değil. Kapitalizm dediğimiz olgu biliyorsunuz kıtlıkları satarak kendini var ediyor. İnşaat sektörü de bir şeyi satabilmek için belli farklılıklar, dengesizlikler yaratmak durumunda. İnşaat sektörü için düşündüğümüzde şunu görüyoruz: Bir yapıyı herhangi bir coğrafyaya yerleştirmek tek başına bu yapıyı kıt yapan bir unsur değil. Coğrafyayı farklılaştıracaksınız ki yapıyı kıtlaştırabilesiniz. Bugün örneğin İstanbul’da Boğaz’daki yalıları düşünelim. Bunlar neden bu kadar değerli? Çünkü kıt. Veyahut Kanal İstanbul projesini düşünelim. Yeni bir Boğaz etrafında bir inşaat baskısı yaratıp yapıları da bu şekilde satmayı düşünüyorlar. Neden? Çünkü kıt bir alan yaratılacak.

Ankara doğal unsurları yok edilmiş, eksik bırakılmış bir şehir. Bu şehirde de göl var orman var. Yani kıt bir unsur Ankara için düşünüldüğünde. Bunu pazarlamak da çok daha basit! Ondan ötürü burada çok ciddi bir yapılaşma baskısı var. Bir taraftan yerel yönetimin ve merkezi iktidarın da bu yapılaşma baskısında rol oynadığını, yer sunduğu, bu işi kolaylaştırdığını görüyoruz. Hatta bunun genel seçimlere kadar gittiğini, Kanal İstanbul’la birlikte Ankara Kanalı diye bir projenin 2011 seçimlerinden önce o zamanki başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından ortaya atıldığını biliyoruz. Hiçbir planda olmamasına rağmen burada İmrahor Vadisi üzerinde 300 bin kişilik bir kent öngörüldü. Ve bu kent direkt olarak İmrahor Vadisine yerleşen ve Eymir’e çok ciddi bir baskı yapan bir kentti. Melih Gökçek’in hedefi de bu kentte Eymir’in sadece bir görsel öge olarak kalması pazarlama açısından yeterli değildi sanıyorum. Ama Eymir’in aynı zamanda bu 300 bin kişilik kentin bir park alanına, bir mesire alanına dönüşmesi ve sadece bu kentin içinde yer alıp diğer Ankaralıların kullanamayacağı bir alan haline getirilmesi kıtlığı gitgide artıran ve pazarlamayı kolaylaştıran bir unsur olduğu için Eymir üzerinde çok ciddi baskılar var. Şu anda da örneğin Sinpaş’ın inşaatları var ve afişlerde görüyoruz, her yerde Eymir Gölü manzaralı konut projeleri pazarlanıyor. Piyasa bunun son derece farkında ve toplum da bunu talep ediyor.

ODTÜ Mimarlık Topluluğu: Aslında bu soruyla paralel bir soru sormak istiyoruz. Eymir halka açılsın söyleminin dayanakları nelerdir? ODTÜ arazisinin kentin gelişim yönünü tıkadığı şeklinde bir görüş var, buna katılıyor musunuz, Eymir’e erişilebilirliğin zor olduğunu düşünüyor musunuz? Ulaşım hatları yeterli mi? Eğer böyle ise bu sorun halkın Göl’ü kullanmasına engel teşkil ediyor diyebilir miyiz? Eymir’de bir soylulaştırma yapıldığından bahsedebilir miyiz? Eymir’i kaymak tabaka çocukları mı kullanıyor hâlihazırda?

Emre Sevim: Eymir’in halka kapalı olduğu, kaymak tabakanın kullandığı gibi söylemler direkt olarak yalan üzerine kuruludur. Eymir şu anda herkese açık. Ayrıca şu da olabilir: Sonuçta ODTÜ’ye tahsis edilmiş bir alan, ODTÜ burayı geliştirmiş, ormanlaştırmış, yani bence ODTÜ burayı halka kapatsa da hiç kimsenin söz söylemeye hakkı yok. Bugün cumhurbaşkanı ‘Benim sarayım halkın sarayıdır,’ diyor ama üç-dört metrelik demirlerle çevrili, etrafında yüzlerce çevik kuvvet polisinin, özel harekâtçının olduğu bir sarayda oturuyor. Madem öyle, hadi oraya da gidelim hepimiz halk olarak, kaymak tabaka kullanmasın o zaman. Bugün Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kampüsüne de ha deyince giremeyiz.

Ama bir kurumun kendi arazisini koruması, kendi arazisinde girişlere izin vermemesi gibi düzenlemelere gitmesi kadar doğal bir şey olamaz. Ben ondan ötürü ODTÜ burayı kapatsa da bunda itiraz edilebilecek bir taraf göremiyorum. Yani ontolojik olarak bunu tartışabiliriz ama şu anki konjonktürde tartışmamızın anlamsız olduğunu düşünüyorum. Zaten başta da belirttiğimiz gibi bütün kamunun kullanımına açık şu anda. Sadece otopark sıkıntısından kaynaklı araç girişinde bir düzenlemesi var ODTÜ’nün. Ki zaman zaman araç girişinde artış olduğunda ODTÜ’lülerin de Göle alınmadığı durumlar çıkabiliyor ortaya. Hafta sonu girişlerinde belli kısıtlamaların getirilmesi gibi durumlar da var. Bunlar son derece doğal uygulamalar.
Kaldı ki bugün Türkiye’nin birçok yerinde Milli Parklar, Tabiat Parkları var. Bu Tabiat Parklarını işleten, işletmeye veren Milli Parklar Genel Müdürlüğü bile bazı parklara girişlerin kısıtlı kalması için, örneğin parka giden yolu yapmaz; yolu stabilize tutar, asfaltını atmaz vs. Çünkü burada doğal bir unsur vardır ve bu doğal unsurun kendini devam ettirebilmesi için buraya çok ciddi bir nüfusun gelmemesi gerekiyor der. Ve bunun için buraya gidişleri özendirmemeye gayret eder. Bu doğru bir tavır. Dolayısıyla Eymir de doğal bir unsur olduğuna göre Eymir’e gidiş gelişleri özendirmemek bir tavır olarak görülebilir. Yani bu açıdan da bakılabilir. Melih Gökçek’in buradaki talebi, halk kullanmıyor gibi yalan söylemlerden ziyade, ODTÜ’nün elinden araziyi almak üzerine tartışma dönüyor. Biraz önce bahsettiğimiz gibi alanı bir pazarlama ögesine çevirebilmesi için Gölün belediyeye geçmesi gerekiyor. Belediyenin de su ögelerini nasıl kullandığını net bir biçimde görüyoruz. Mogan’dan, Bayındır Barajı’ndan, Göksu Parkı’ndan (bu parkın içine kurdurduğu susuz göletinden) biliyoruz bunu. Sonuçta Eymir’e yönelik planlar da bu kurgu üzerinden ilerliyor.

ODTÜ Mimarlık Topluluğu: Zaten biliyorsunuz bu söylemi AKP’li bir vekil kullanmıştı. ODTÜ’de kaymak tabakanın çocukları okuyor vs. şeklinde.

Emre Sevim: Evet doğru söylüyorsun.

ODTÜ Mimarlık Topluluğu: Biz aslında bu soruyu biraz da ona paralel biçimde sormak istedik. Yani Eymir, çeperindeki bütün konut kütleleriyle bugün Büyükşehir Belediyesi, yerel yönetimler, merkezi iktidar eliyle sermayeye peşkeş çekilirken böyle bir söylemin dayanaksızlığı da ortada bir yandan.

ODTÜ Mimarlık Topluluğu: Ankara genelde bozkır olarak anılır. Bu anlamda da Eymir çölün, bozkırın ortasında bir vaha olarak değerlendirilir. Fakat aslında bugün izleri kaybolsa da su yataklarının, derelerin, vadilerin yer aldığı bir kenttir Ankara. Bu anlamda İmrahor Vadisi içinde yer alan Eymir aslında Ankara’nın gerçek kimliğini, tarihselliğini, başkent olarak Ankara’ya yüklenen misyonu da barındırır desek yanılmış olmayız sanıyoruz. Dolayısıyla Eymir’e yönelik saldırıların böyle bir boyutu da var diyebilir miyiz, bu kimliği yok etmeye yönelik?

Emre Sevim: Ben bunu pek böyle görmüyorum. Evet, Ankara’yı Osmanlıyla birlikte ele aldığımızda su ögesinin önemli bir yeri var: Bentderesi olsun, Çubuk Çayı olsun. Ankara’nın bugün yirmiye yakın akarsuyu maalesef ki asfalt altında. Çoğu da kanalizasyon hattı olarak kullanılıyor. Ancak Kavaklıdere, Akdere, Akpınar, Karapınar gibi bir sürü semte de adını veren önemli bir yeri var suyun. Bu bir gerçeklik. Yani Ankara gerçekten çok ciddi bir vadiler sistemine sahip bir kent. Ama maalesef biz bunu değerlendirmemişiz.
Ankara planlama geçmişi açısından baktığımızda, bu vadiler sistemine Jansen planında çok ciddi bir saygı duyulduğunu görüyoruz. Bu vadilerin bir yeşil sistemle bütünleştirildiği ve kentle bu şekilde ilişki kurduğunu görüyoruz. Hatta bundan ötürü bazı plancılar Jansen planının öngördüğü Ankara’yı Bahçe Şehir olarak tanımlar.

Ancak derelere yönelik saldırılar AKP ile birlikte gelen bir durum değil. İdeolojik bir saldırı da değil bu. Çünkü bir dereyi ıslah etmek yerel yöneticilere masraflı gelmiştir. Örneğin İncesu deresi 60’lara, 70’lere kadar açıktı. Bir, kentin ortasından dere akması, bunu rehabilite etmek (sivrisinekle mücadele, yazın su seviyesinin azalmasıyla birlikte ortaya çıkan koku gibi) ve sorunlarla mücadele etmek biraz masraflı gelmiş yerel yönetimlere. Diğer taraftan kent nüfusu arttıkça özellikle kirli suyu ihya etmek, bir altyapı oluşturmak masraflı gelmiş. Hâlihazırda yaratılmış bir dere varken de bu dereyi kirli su için kullanalım demişler ve bu yaklaşımların sonunda Ankara’nın neredeyse bütün dereleri kanalizasyon hattı olarak kullanılıyor bugün. Ankara Çayı, kentin en büyük deresidir ve Ankara’nın ana kanalizasyon hattı olarak kullanılıyor örneğin.

İmrahor Vadisi bu açıdan şanslı, yer yer kesintiye uğraması sebebiyle belki bir kanalizasyon hattı olarak kullanılmıyor belki ama ben burada doğal bir unsura yönelik ideolojik bir saldırı olduğunu düşünmüyorum. Direkt olarak iktisadi temellere oturuyor buradaki mesele.
Fakat ideolojik bağlamda bir saldırıdan söz edeceksek bu saldırıların doğrudan ODTÜ’ye olduğunu belirtmemiz gerekir. AKP iktidarı ve ODTÜ’nün (tarihsel birikiminin yarattığı değerlerle) birçok noktada uzlaşamaz olduğunu görüyoruz. Bu uzlaşamamazlık, AKP iktidarının hegemonyasını 15 yıldan beri dalga dalga artırırken ODTÜ’yü ideolojik bağlamda bir türlü teslim alamaması sonucunu doğuruyor. AKP iktidarı bu gibi saldırılarla ODTÜ’yü yıpratmaya, itibarsızlaştırmaya nihayetinde teslim almaya çalışıyor.

ODTÜ Mimarlık Topluluğu: Ankara, artan özel araç sahipliği, alışveriş merkezlerinin fazlalığı, konut fazlası, toplu taşımanın örgütlenmesi, büyükşehir belediyesinin plan ve ulaşım kararları bakımından özel bir örnektir sanıyoruz. Özellikle son yıllarda Ankara’nın yaşadığı kentsel gelişme de bunun en çarpıcı kanıtlarından birisi. Adım başı karşımıza çıkan TOKİ’nin toplu konutları gibi, bir hiçliğin ortasındaki konut projeleri gibi. Bu anlamda Ankara kent makroformunu da tanımsızlaştıran, belirsiz hale getiren, büyükşehir belediyesi meclis kararlarıyla da organik ilişkilerin kurulduğu bir emlak pazarından, inşaat sektöründen bahsedebiliriz. Emlak piyasasının Ankara’ya yönelik bu özel ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Emre Sevim: Ankara, emlak sektörü için toprak rantı açısından önemli bir şehir ama İstanbul kadar değil onu söylemek gerekir. İstanbul’da hem uluslararası sermayenin hem de nüfusun baskısı var. Dolayısıyla rant bakımından çok daha değerli. Ama Ankara da değerli. Ankara özelinde yerel yönetimin kent toprağını piyasalaştırmak üzerine çok ciddi bir çabası var. Bahsettiğin gibi, ulaşımın özelleştirilmesi, özel araç sahipliği gibi yöntemlerde bu amacı görmek mümkün. Bugün Ankara Türkiye genelinde kişi başına düşen özel araç sayısında birinci sırada, İstanbul’un daha üstünde. Kişi başına düşen AVM metrekaresinde yine İstanbul’dan önce geliyor. Burada büyükşehir belediyesinin çok önemli bir rolü var çünkü inşaat sektörüne ciddi hizmetleri var. İnşaat sektörü için yeni alanlar açıyor, arazi mafyasına hizmet ediyor. Diğer taraftan otomotiv sektörüne çok ciddi bir hizmet veriyor. Ankara’nın toplu ulaşımını geliştirmeyi değil de özel araç sahipliğini özendirmeyi tercih etmesi insanların araç satın almasına yönelik bir talep doğuruyor. Bir taraftan kent merkezini çökertiyor. Örneğin AVM’lere daha büyük markaların yerleşmesini sağlayıp kent merkezindeki küçük esnafın ölmesine sebep oluyor. Kısaca piyasanın çok ciddi kârlar elde edeceği hamleler gerçekleştiriyor. Halkçı değil de piyasacı bir perspektiften baktığımızda son derece başarılı bir belediye başkanı denilebilir Gökçek için. Piyasanın istediği her şeyi, hatta bazen piyasa talep etmese bile, piyasaya yer açmak için yapıyor. Bu nedenlerden ötürü emlak sektörünün de tabi bir ilgisi vardır ama öncelikle Ankara Büyükşehir Belediyesi’ni yaptığı hamlelerden ötürü tebrik etmek gerekiyor.

Emlak sektörünün de Ankara’da ciddi bir baskısı var. Kâr güdüsü içinde bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Burada tabi şuna vurgu yapmak gerekiyor: Emlak sektöründe AKP döneminde farklılaşan bir durum var. Örneğin Çukurambar, Ankara’nın, 2000 sonrası ilk dönüşüm bölgelerinden birisi. Gecekondu mahallesiydi Çukurambar ve müteahhitler arsa toplayıp kat karşılığı dönüştürdüler alanı ve bunlar da genelde AKP’li, “yeni muhafazakâr” müteahhitlerdi. Fakat ellerinde sermaye yoktu. Ancak üç beş gecekondu parselini tek parselde birleştirip kat karşılığı satarak iş yapabildiler.

Fakat geçtiğimiz on beş yılda AKP sermayedarları da büyüdü. Artık ellerinde çok ciddi paralar var ve bu paralarla çok daha bütüncül işler yapmak istiyorlar. Bir gecekonduyu dönüştürerek yatırım yapmak artık onları kurtarmıyor. Gezi Parkı’ndaki tartışma da aslında buradan geliyor. Daha bütüncül arsaları, kamunun elindeki arazileri istiyorlar. Türkiye’nin bugün her yerinde, neredeyse bütün illerinde şehir statları yıkılıp, bir şirkete devredilip stat şehir dışına taşınıyor çünkü statlar şehir merkezinde kamunun elinde bulunan en büyük arsa parçası. Ondan ötürü çok ciddi bir sermaye baskısı var.

Bugün Eymir’deki baskı da bundan kaynaklı. Burada sermayedarlar yer yer şehrin daha dışına, daha bütüncül arazilerin olduğu, belki tarım topraklarının, meraların olduğu yerlere giderek, bu alanlarda belediyelerden proje talep ediyorlar. Burada da İncek’i örnek verebiliriz. İncek, 1980’lerden itibaren Ankara’nın villa bölgesi iken 2015’ten sonra birdenbire plan anlayışında hiç yer almayan çok katlı rezidanslar görmeye başladık. Çünkü sermayedarlar büyükşehir belediyesine çok ciddi bir baskı yaptılar, bütüncül alanlara ihtiyacımız var, biz yatırım yapmak istiyoruz dediler. Ve bir rezidans kültürüyle bunu reklamlarla pompalayıp, gidip Ankara’nın 40 kilometre dışında insanlara 50-60 katlı konutlar inşa etmeye başladılar. Sinpaş Altınoran, İmrahor vadisi de aynı şekilde. Burası planda ağaçlandırılacak alandı. Çoğu kamunun elindeydi, vadiydi, çok büyük bir kısmı da meraydı. Bütünşehir yasasıyla[1] zaten meralardan filan “kurtulduk”. Bu bütüncül alanlar da sermayedarın iştahını kabarttı ve bu alanda büyük projeler uygulamak üzere hamle yaptılar.

ODTÜ Mimarlık Topluluğu:Biz de tam oraya gelmek istiyorduk. Bunu biraz da İmrahor Vadisi’nin sırtlarında yükselen ve Eymir’e de giderek yaklaşan Sinpaş firmasının Altın Oran evleriyle de ilişkilendirebilirsek… Öncelikle bu konut kütlelerini, bu manzarayı kime borçluyuz? Burada mesela plancıların rolü nedir?
Sinpaş’ın yarattığı tehdidin boyutu nedir Eymir için? Ek inşaat alanlarıyla, emsal kararlarıyla sürekli katlanan, etap sayısı her geçen gün artırılan, nerede bitip başladığı belli olmayan konut kütlelerinden bahsediyoruz. Eymir bundan nasıl etkileniyor ya da etkilenecek? Bu yapıların Eymir’in doğal – çevresel yapısını nasıl değiştirdiği konusunda neler söylemek istersiniz? Bu yapılaşma baskısı Eymir’i yerle yeksan edecek bir potansiyele sahip midir, yoksa Eymir manzaralı evlerde oturmanın bir sakıncası yok mudur?

Emre Sevim: Sinpaş’ın en büyük tehdidi şu: İmrahor Vadisi’ni yapılaşma tehdidiyle karşı karşıya bırakması. Ortaya çıkardığı en büyük tehdit bu. Kim suçlu diye baktığımızda, tabi bu planları plancılar yapıyor. Buna bir şey diyemeyiz. Ama en büyük suçlu plancı değil onu da belirtmek gerekir. Burada bir, firma kârlılık üzerine hamle yapıyor, iş yapıyor, bir dönüşüm modeli ortaya koyuyor. Tabi ki firma suçlu. Diğer taraftan aslında belediye burada çok ciddi bir yükün altında çünkü biz burada tam on bir tane iptal kararı aldık. Yani belediye çok küçük plan değişikleriyle sürekli ve sürekli karşımıza çıkıyor. Burada muhtemelen (doğrudan bir yargıda bulunamayız tabi) şöyle bir durum var: Belediye muhtemelen bu sermayedara bir garanti vermiş. Sen inşaatını yap, senin inşaatın hiçbir şekilde yargıdan dönmeyecek, ben bunu mükerrer planlarla[2] halledeceğim gibi bir süreç izliyoruz. Yani tek bir yerde aynı nitelikte on iki tane planla karşı karşıya kalmamız çok enteresan bir durum tabi ki. Direkt olarak sorumlu, iki ayak varsa, özellikle belediyenin çok ciddi bir rolü var diyebilirim.

Eymir’in bundan nasıl etkileneceği noktasına gelince, Eymir’e yönelik yapılaşma tehdidinin artmasının, aslında kente çok daha büyük etkisi olacak. Çünkü İmrahor Vadisi dolduğu anda biz Ankara’da nefes alamayacağız. Ankara’nın artık bir kırından söz edemeyeceğiz. Eymir de oradaki sitelerin bir bahçesi durumuna düşecek. Bir doğal alanın varlığından bile söz edemeyeceğiz belki.

ODTÜ Mimarlık Topluluğu: Aslında sorulara öyle cevaplar veriyorsunuz ki diğer sorulara da referans verecek şekilde… Eymir’in böyle bir inşaat baskısı yaşamasında birçok faktör var elbette ama bir büyükşehir belediye başkanı olarak da sanıyoruz Gökçek’in rolü çok büyük. Siz de Gökçek’le geçtiğimiz günlerde “Ankara Konuşuyor” adlı programda Güvenpark ile ilgili tartışmalar yaptınız. Gökçek’le yaşadığınız tartışmalardan nasıl bir izlenim aldınız? Gökçek nasıl bir belediye başkanı? Ankara’yı nasıl yönetiyor? Ankara’ya ve dolayısıyla Eymir’e yönelik yaklaşımı nedir sizce? Ve bunda başarılı oluyor mu? Bu soruya az çok cevap verdiniz zaten “projeci” bir anlayıştan bahsettiniz ama eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Emre Sevim:
Şeyi söyleyebiliriz belki burada Eymir’e ve İmrahor Vadisi’ne ilişkin… Bütün İmrahor Vadisi 2007’de onaylanan 2023 Başkent Nazım İmar Planı’nda ağaçlandırılacak alan… Ve bu plan Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından onaylandı. Plan, on yıl içinde yaklaşık 3000 defa değişikliğe uğradı. Ve burada hâlihazırda ağaçlandırılacak alan varken yine aynı belediye ortaya bir plan koyuyor ve 300 bin nüfus öngörüsü yapıyor. Üstelik planı belediyeden önce başbakan duyuruyor. Çok korkunç bir durumla karşı karşıyayız. Bizim meslek alanımızın çok ciddi bir şekilde araçsallaştırıldığı, ciddiye alınmadığı yani piyasacılığın yanına belki bunu da eklemek gerekir.

Kendisi (Melih Gökçek) projeci yaklaşan, son derece parçacıl işlerle kente çok ciddi hamleler yapabilen bir insandır.

ODTÜ Mimarlık Topluluğu: Eymir bugün politik toplumsal mücadelenin bir konusu haline gelmiş durumda. Buraya gelene kadar Eymir’de, İmrahor Vadisi özelinde yaşanan planlama süreçlerine, planlama yaklaşımlarına kısaca değinebilir misiniz? Ankara’nın İmar planlarında Eymir’e yönelik yaklaşımlar özellikle. Şöyle kabaca bir çerçeve çizebilir misiniz? Aslında buna da değindiniz Jansen Planı’ndan bahsetmiştiniz.

Emre Sevim: Ankara’nın bugüne kadarki imar planlarında Eymir’in yeri bellidir. Eymir, dediğim gibi vadiler sistemi içerisinde sürekli ağaçlandırılacak alanın içerisinde bir sulak alandı. En son Ankara Çılgın Proje’ye kadar Eymir’e yönelik plan açısından bir tehdit yoktu. Ama en sonki bu hamleyle birlikte bir yapılaşma tehdidiyle karşı karşıya kalmış oldu.

ODTÜ Mimarlık Topluluğu: Eymir’in de içinde yer aldığı Gölbaşı Özel Çevre Koruma Bölgesi’ni bir kentsel dönüşüm alanı olarak ilan etmek mümkün müdür gibi bir soru takıldı aklımıza. Ya da Eymir’in sit derecesini düşürerek zaman içerisinde ‘Eymir artık harabeye döndü, kullanılmıyor’ vs. gibi söylemlerle farklı müdahale kanalları yaratılabilir mi? Bunu biraz da günümüzün politik toplumsal koşullarıyla, OHAL koşullarıyla ilişkilendirebilirsek… Eğer mümkün değilse günümüzde giderek yükselen bu yapılaşmayı parçacıl kentsel müdahaleler olarak yorumlamak mümkün müdür? Topyekûn bir dönüşüm alanı olarak ilan etmektense, Eymir’i parçalara ayırarak yutmaya çalışmak daha mantıklı bir hamle olarak değerlendirilebilir mi sermaye açısından? Daha da önemlisi böylesine noktasal müdahalelerle, sizin bahsettiğiniz o “projeci” anlayışla mücadele etmenin zorluğu nasıl aşılabilir?

Emre Sevim: Keşke Türkiye’de yargı süreçleri, denetim mekanizmaları vs. doğru bir şekilde çalışsa da bu soruya hayır böyle bir şey olamaz desek. Ama maalesef ki öyle bir dünya yok. Bu ülkede artık her şey olabiliyor. Yani burası bir doğal alandır, mevzuatımız burayı korur, sittir deme şansımız yok, bunun defalarca örneklerini de gördük Türkiye’nin birçok yerinde. Ondan ötürü Eymir her ne kadar yasal olarak bazı statülere haiz olsa da, korunuyor olsa da tehdit altındadır. Örneğin Gölbaşı ÖÇK’dedir. Ama Gölbaşı ÖÇK planında Eymir yoktur. Bu Bakanlığın bilinçli olarak izlediği bir politika. Yani normalde ÖÇK sınırı belliyken, ÖÇK sınırından bir yeri çıkarmak demek ne demektir? Ben burayı Çevre Koruma Sınırı içinde değerlendirmiyorum, yarın bir gün burada başka planlar dönecek demektir. Veya sit kararlarına yönelik topyekûn bir düzenlemeden söz ediliyor doğal sitlere yönelik. Eymir’in de bu tehditten nasibini alma ihtimali var tabi ki.

Şunu da söylemek gerekir, OHAL süreci politik zeminde AKP iktidarına zemin oluşturmuştur. Mevcut saldırılar artabilir. Sonuçta siyasal alan genişledikçe bunun iktisadi ayağı da olacaktır. Ama diğer taraftan AKP iktidarının şöyle bir etkisi oldu: Türkiye’de doğal alanlara yönelik kaygı, belki bu kadar değildi. Yani ben eskiden bu kadar hissetmiyordum ama insanlar artık daha duyarlı daha kaygılı çünkü iktidarın ortaya koyduğu projelerin gerçekten doğayı tahrip eden projeler olduğu görüldü. Özellikle Gezi Parkı sürecinde böyle bir duyarlılık had safhaya ulaştı. Yani toplumsal muhalefetin duruşu da, toplumun buradaki tepkileri de eskisi gibi değil. İktidar güçlü belki ama insanların ortaya koyduğu tepkiler de son derece güçlü.

ODTÜ Mimarlık Topluluğu: Bir yandan da Mogan’la ilişkilendirmek gerekiyor Eymir’i. Mogan’ın Eymir’le arasındaki üç metrelik kot farkı nedeniyle Mogan’daki değişikliklerin Eymir’i doğrudan etkilediğini ve Mogan’ın Eymir’e önemli bir su girdisi (%95) sağladığını biliyoruz. Ve genel olarak da aynı havzada yer almış olan bu iki kardeş gölden Mogan’a yönelik bir üvey evlat muamelesi yapılıyor. Bu, büyük oranda Gökçek’in, sizin de az önce bahsettiğiniz, göl üzerindeki politikalarından kaynaklanıyor sanıyoruz. Geçmişte Kesikköprü Barajı’ndan getirilen içme suyunun Mogan’a verilmesi örneğindeki gibi… Bugün Mogan’a bakarak rahatlıkla görebiliyoruz bunu. Mogan’daki kirlilik düzeyi bunun en çarpıcı göstergesi. Dolayısıyla Mogan’a yönelik bu üvey evlat muamelesi bizi bütüncül bir havza planı geliştirilmesinden alıkoymuyor mu? Buna yönelik ne düşünüyorsunuz? Bir de 90 yılına kadar Eymir’in ODTÜ’nün içme suyu olarak kullanıldığını biliyoruz. Çok yakın bir zamanda Eymir’in Mogan’laşması beklenebilir mi?

Emre Sevim: Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin sulak alanlara yönelik hamleleri Mogan üzerinden çok rahat algılanabilir. Eymir, Büyükşehir Belediyesi’nin eline geçerse ne olacağını Mogan’ın uydu görüntüsünü açıp etrafındaki yapılaşmadan görmemiz yeterli. Aynısı Eymir’e de olacaktır onu biliyoruz.

ODTÜ Mimarlık Topluluğu: Bildiğiniz gibi geçtiğimiz Aralık ayında ODTÜ’de sizin de katıldığınız bir Eymir Sempozyumu gerçekleştirildi. Çok farklı disiplinlerden uzmanların, akademisyenlerin çok yönlü, çok boyutlu bir şekilde Eymir’i ele aldığını gördük. Ancak böyle bilimsel toplantıları beseleyecek biçimde, Eymir’in korunması ve yaşatılması için ortak bir platform kurulabilir mi? Burada öğrenci toplulukları, meslek odaları, diğer sivil inisiyatifler nasıl bir rol üstlenebilir?
Bütüncül bir kentsel toplumsal muhalefet için Eymir’e yönelik böyle bir yapılanma önemli bir rol üstlenebilir mi? Kentlerin, doğal alanların, Eymir gibi bir açık hava laboratuvarının korunması gerektiğine yönelik bir söylemi, yaşam alanlarımızı ve kent mekânlarını kapitalizmin metalaştırmasına karşı örgütlü bir iktidar talebine, bir toplumsal şiara evriltebilir miyiz?

Emre Sevim: Kesinlikle olmalı. Bu tür akademik toplantılar alanın değerini, neden önemli olduğunu ortaya koymak için tabi ki çok önemlidir. Eymir Sempozyumu da çok önemli bir sempozyumdu. Çıktıları da bizim için çok önemli. Ama bu sonuç çıktılarını bir kitap yapıp kenara koymak, bürokratların bundan faydalanması veya yurttaşların bunun değerini bu kitaptan görmesini düşünmek pek doğru bir tavır değil. Bizim yapmamız gereken burada, tabi akademiden ziyade sivil toplum ayağının yapması gereken o kitabın, o verilerin, o bilgilerin, o değerin topluma yansıtılmasıdır. “Bundan ötürü korumalıyız”ı anlatmak ve bunu örgütlemek önemli. Ve kesinlikle Eymir önümüzdeki dönem saldırılara maruz kalacak. Bu saldırıları savuşturmak için ne kadar dar çerçeveden de olsa bir araya geliş olmak zorunda. Kentin bu gibi parçalarını korurken özellikle kullananların alanı savunması çok önemli. AOÇ’yi yitirmemizdeki en önemli sebeplerinden birisi, toplumla Ankaralılarla bütünleştirilebilmiş bir alan olmamasıdır. Belki orası çoğu Ankaralı tarafından kullanılmıyordu. Bugün Çiftlik ve doğal alanların yok edilmesi, satılması, tahrip edilmesinin örneğin bir Sincanlı, Keçiörenli açısından hiçbir değeri yok çünkü gidip gördüğü bir yer bile değil. Ondan ötürü özellikle burayı kullananlar açısından buranın neden önemli olduğu, buranın ne gibi saldırılarla, tehditlerle karşı karşıya kaldığını anlatmak ve oradan gelecek için bir savunma hattı kurmak çok önemli. Gezi Parkı’ndaki süreç de oydu. Yaşlı teyzelerin ilk günlerden itibaren parkı canla başla savunmalarının sebebi kentte gideceği bir tek orası var, bütün hayatını orada geçirmiş, oturup kuşlara yem attığı yer olarak görüyor buranın bir AVM’ye dönüşmesini istemiyordu. Mesele oradan patladı. Eymir’i de savunabilmemiz adına böyle bir tavır takınmamız gerekiyor tabi ki.

ODTÜ Mimarlık Topluluğu: Peki… Röportajımız sonlandı. Eklemek istediğiniz herhangi bir şey var mı?

Emre Sevim: Emeklerinize sağlık.

[1] 2012 yılında hazırlanan ve 2014’te yürürlüğe giren kanun. Belediye sınırları il sınırlarına genişletilmiştir. 30 yeni büyükşehir getiren yasayla birlikte köy ve belde belediyelerinin tüzel kişiliği kaldırılmış ve köy ve beldeler mahallelere dönüştürülmüştür.

[2] İmar planlarında, genelde mahkeme kararlarını ve dava süreçlerini boşa çıkartacak, kamu yararı ve şehircilik ilkelerini dikkate almadan yapılan sürekli değişiklikler.


Spread the love