2008’in son günleri… İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş TV’de konuşuyor… Kendi plancılarının bile uygun görmedikleri imar taleplerinin belediye meclisinden geçmesini eleştirenlere “Öyleyse meclis neden var?” demesin mi? (Habertürk-29 Aralık 2008)
Bu söz, okuduğunuz açık mektubu zorunlu kıldı.
Bir “mimar”, mesleğini ve meslektaşlarını nasıl hiçe sayabilir?
Hangi “uygar ülke”nin belediye meclisi, “şehircilik” konusunda uzmanların değil de kendilerinin “yetkin” olduklarına hükmedebilir?
Hangi çağdaş belediye başkanı “Yapılaşmanın nasıl olması gerektiğine mimarlar, şehirciler değil; siyasiler karar vermeli” diyebilir?
Gerçi, Türkiye’nin imar düzeni yıllardır bilim yerine, ranta sevdalı siyasete bağlanmış. Ancak böyle olsa bile, Topbaş‘ın “bir mimar” olarak bu aymazlığı eleştirmesi gerekmez miydi? Kenti değil, inşaat kazançlarını önemseyen meclis üyelerini “Arkadaşlar, ayıptır; uzmanlarımıza saygı gösterelim” diye uyaramaz mıydı?
Ancak Topbaş, ne yazık ki mimarlığı, kentin en olmayacak yerlerinde “emlak rantı rekorları kırdırmak” sanıyor. Oysa 2005’teki ev sahibi olduğu Dünya Mimarlık Kongresi’nin İstanbul kararlarında deniyordu ki: “Kentler yeniden mimarlığın uyumlu ve dengeli kültürüyle buluşturulmalıdır; karar vericiler mimarlık ve şehirciliğin gereklerine güvence sağlamalıdır…”
Başkanın meclisi ise rantın ve çıkar yapılaşmasının imar gereklerine güvence sağlamaktan başka ne yapıyor?
“Kurul”da tanımıştık..
Artvin’in Yusufeli’ne bağlı Altıparmak köyünde doğan; İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden 1971’de; Güzel Sanatlar Akademisi’ne bağlı mimarlık “yüksekokulu”ndan da 74’te mezun olan Topbaş’ı, 1997’de Koruma Kurulu’na atandığında tanımıştık.
Tarihi Maksim’in bitişiğinde tasarlanan “Taksim Camisi”ne “orada olmaz!” deyince, dönemin RP’li Kültür Bakanı İsmail Kahraman tarafından “kapının önüne” konan dünyaca ünlü hocamız Prof.Dr. Semavi Eyice’nin yerine atanmıştı!
O güne kadar mimarlık ortamında adı hiç duyulmamış birinin, Koruma Kurulu’na hangi uzmanlık birikimiyle üye yapıldığını merak edenler, aynı günlerdeki şu açıklamasıyla durumu anlamışlardı: “Taksim’e cami ihtiyaçtır, kurul engel olmamalıdır.”
İşte böylesi bir başlangıçla İstanbul üzerinde söz ve karar sahibi olmaya başlayan Topbaş’ın, Beyoğlu’na; sonra da Büyükşehir’e başkan seçilmesi kuşkusuz öncelikle partisinin aldığı oylarla mümkün olabildi.
Şimdi de yine partisinin adayı olsa bile, geçen 5 yıldaki kişisel çalışmaları da alacağı oylarda etkili olacak… Peki, bu çalışmalarında özellikle “meslektaşları”na karşı kendisini acaba nasıl savunacak?
İstanbul’u savunmuyor
Örneğin, sadece mimarların ve plancıların değil; neredeyse Başbakan’ın dışında artık herkesin “İstanbul için felaket olacak” dediği 3. köprüyü bile genel başkanının hatırına savunur durumda!
Benzer şekilde, tüm yönleriyle acımasız bir “kent suçu” niteliğindeki Dubai Kuleleri’ne sağladığı rekor bina yüksekliğine, “bize para lazım” gerekçesiyle onay vermesi “nasıl bir mimar”lıktır?
Dahası, bu suçun işlenmemesi için meslek odasının açtığı davayı “gelirlerimizi engelliyorlar” diye eleştirmek “nasıl bir hukuk anlayışı”dır?
Topbaş, hemen tümü “hükümet dayatması” olan Haydarpaşa, Galataport vb. kenti pazarlama projelerine karşı bile “İstanbul’u savunmak” yerine sessiz kaldığı gibi; örneğin TOKİ’nin halka ait Ataköy sahillerini satmasına da siyasi bağları nedeniyle seyirci… Mimarlık kimliğiyle değil, partili kimliğiyle davranıyor. Böyle olunca da Topbaş’a, açıkça şu “mimarlık sorusu”nu sorma hakkımız doğuyor;
“İstanbul’un iktidar kararlarıyla küresel emlak ve rant pazarına teslim edilmesine bir 5 yıl daha ‘mimari destek’ vermek için mi yeniden aday ilan edildiniz?”
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi