* 2008 sonrasında ortalama yüzde 3,7 büyüme hızı sergileyen ve önümüzdeki yıllarda ancak yüzde 3 civarında büyüme beklentisi içinde durgunlaşan Türkiye ekonomisinde, sermaye ve iktidar çevreleri, gerek kent-doğa yağmasında, gerek iş cinayetlerinde başı çeken, ancak karlılık oranı diğer sektörlerin ortalama 4 katına ulaşan 3 sektör olan maden, enerji ve inşaat odaklı “büyüme” stratejisine verilen desteğin tüm hızıyla süreceğini vurgulamaktadır. Türkiye ekonomisinin kronik cari açık sorununa çözüm olarak sunulan “Yerli Kaynaklara Dayalı Enerji Üretim Programı” çerçevesinde enerjide yerli kaynağın yüzde 27 olan payının 2018 yılı sonunda yüzde 35’e çıkması hedeflenmektedir.
Bu sermaye stratejisi Marmara bölgesinde telafisi imkansız, geri dönüşü olmayan bir süreci tetiklemekte, İstanbul tıpkı 1970’lerde olduğu gibi Marmara bölgesinin kuzeyi ve güneyinde dalga dalga yayılacak yeni bir doğal yıkımın, merkezinde bulunmaktadır. İstanbul finans merkezi, sermayenin oyun parkı, emlak cenneti, bir hizmet kenti olarak yeniden yapılandırılırken, Trakya ve Güney Marmara bölgeleri, bölge kalkınma ajansları tarafından, “çok merkezli ağlar” yaklaşımıyla, “hub kentler” olarak yeniden yapılandırılmak istenmektedir. Mal ve hizmet değişiminin esnek bir sistemle birbirine bağlanmasını; bu sistem içinde kentlerin birbiriyle yarıştırılmasını ve uzmanlaştırılmasını öngören bu yaklaşımın, bölge kentlerini küresel piyasa içinde “çekici” hale getireceği öne sürülmektedir.
* Marmara bölgesindeki yeni yıkım haritası, “Marmara Denizi’nin çevresindeki bir turu 4 saate indireceği” öne sürülen ve “Altın Ring” adı verilen ulaşım projeleri ile ve bu ringle bağlantılı Avrupa hızlı tren hattı ile çizilmektedir. İstanbul’un Kuzey Ormanları’nda telafisi imkansız bir doğal yıkımı başlatmış olan 3. Köprü ve Kuzey Marmara Otoyolu projesi ile başlayıp, Temmuz ayında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından kabul edilen Çanakkale-Balıkesir 1/100 000 ölçekli çevre düzeni planına işlenen Lapseki-Gelibolu arası Çanakkale Boğaz Köprüsü ile devam eden ve Körfez geçişi-İstanbul-İzmir Otoyolu ile süren bu ring ile Marmara Denizi’nin çevresinin bir otoyol ile çevrilmesi ve tüm yol güzergahı ile bağlantı yolları üzerinde ciddi bir yapılaşma baskısı yaratılması öngörülmektedir. Marmara bölgesine beton bir kelepçe takılması anlamına gelen bu proje, ringin içinde kalan Trakya ve Güney Marmara kentlerine ve tarım alanlarına, doğal varlıklarına yönelik diğer yıkım projeleri ile tamamlanmaktadır.
Ringin içinde ve yakın çevresinde bulunan bölgeler, bir hizmet kentine dönüştürülen İstanbul’daki ticaret ve sanayinin desantralize edileceği /kaydırılacağı yeni eksenler olarak belirlenmekte; İstanbul sanayinin Trakya bölgesinde Çorlu-Çerkezköy-Saray-Lüleburgaz ekseninden daha da kuzeye; Güney Marmara bölgesinde ise İzmit-Sakarya/ Yalova, Bursa, Kapıdağı Yarımadası, Çanakkale-Balıkesir ekseninden daha da güneye kaydırılması planlanmaktadır. Bu gelişme zaten ülkenin en sanayi yoğun bölgesi olan ve özellikle termik santrallerin büyük bir yoğunlaşma sergilediği Marmara, Kuzey Ege bölgesinde elde kalan son tarım toprakları ve doğal varlıklara yönelik büyük bir tehdit oluşturmakta; kentsel dönüşüm, tarımın değersizleştirilmesi ve doğa kıyımıyla mülksüzleştirilerek kentlerin yoksul mahallelerinden ve tarımdan sürgün edilen emekçiler; güvencesiz çalışma koşullarının hakim olduğu bu yeni maden, enerji, inşaat antrepolarına sıkıştırılarak yeni Soma ve Ermenek’lere zemin hazırlanmakta; Marmara bölgesi tüm doğal varlıklarıyla bu beton kelepçenin içinde boğulmak istenmektedir. Bu süreç iktidar tarafından Afet yasası, zeytinlik, orman yasaları ve yeni ÇED yasası gibi düzenlemelerle garanti altına alınmaya çalışılmaktadır.
Bu yeni tehditlerin en önemli hedeflerinden biri, yıllardır Kaz Dağlarındaki siyanürlü altın belasıyla boğuşan ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca 20.08.2014 tarihinde onaylanarak yürürlüğe giren, 2040 hedefli 1/100 000 ölçekli çevre düzeni planıyla hedef tahtasına yerleştirilen Balıkesir-Çanakkale bölgesidir. Planlama bölge nüfusunu 25 yıllık bir projeksiyon içinde yaklaşık 3 kat artırmakta, artışın büyük bölümü kentsel nüfusta gerçekleşmektedir. Onaylanan plan, Balıkesir ve Çanakkale illeri için kırsal yapının büyük ölçüde terk edilmesini ve kentsel bir gelişmeyi öngörmektedir.
Kıyılar yapılaşmaya açılıyor: Balıkesir ve Çanakkale kent merkezlerinde büyük alanlar gelişme alanları olarak belirlenmekte; merkez yerleşmeler dışındaki gelişme alanları büyük oranda kıyı bölgelerinde yoğunlaşmaktadır. Kıyı bölgelerinde en çok dikkat çeken alanlar, Bozcaada’nın güneyi ile birlikte Çanakkale Boğazının kuzey bölgeleri ile Edremit Körfezinde belirlenen gelişme alanlarıdır. Özellikle Edremit bölgesinde yoğun olarak bulunan zeytinlik alanları ve tarım alanlarının bu şekilde konut alanlarına açılması, nüfusunda kırsal yapıdan kentsel yapıya dönüşeceği öngörüsü ile birlikte düşünüldüğünde; planın kurgusunun tarım alanlarından ve tarımsal üretimden vazgeçilerek, inşaat sektörüne dayalı bir gelişim kurguladığı açıkça görülmektedir. Turizm alanları ve karma kullanım alanları (konut ve turizm) da kıyı bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Bu alanların öne çıktığı bölgeler; Gökçeada’nın güneyi, Çanakkale’nin batı kıyıları ve Saros Körfezidir. Özelikle Gökçeada, henüz yapılaşmanın bulunmadığı güney kıyılarındaki çok büyük turizm alanları ile dikkat çekmektedir. Gelişme alanları ile birlikte düşünüldüğünde, tüm kıyıların oldukça yoğun bir yapılaşma sürecine gireceği açıkça görülmektedir.
Adaların imara açılması: Bozcaada; tamamı sit alanları ile kaplı, tarihi ve kültürel mirası, özgün mimarisi ve çok değerli tarım alanları (üzüm bağları, şarapçılık) ile öne çıkmış bir ada olup, ada genelinde yapılaşmanın oldukça kısıtlı olduğu, günümüze kadar büyük oranda korunabilmiş önemli bir alandır. Gökçeada ise, önemli tarihi alanları ve tarım toprakları (zeytin) ile öne çıkan, merkez yerleşmesi ve kuzey bölgeleri dışında yapılaşmanın neredeyse hiç olmadığı, oldukça hassas bir alandır. Plan genelindeki inşaat rantı odaklı yaklaşımın bu adalarda da kendisini hayli baskın olarak gösterdiği görülmektedir. Bozcaada’nın güney kıyıları gelişme konut alanı olarak imara açılmakta iken, tarım alanlarındaki yapılaşma şartları ile tüm tarım alanları bağ evi adı altında ikinci konut yapımına uygun hale getirilmekte olduğu görülmektedir. Bu durum tamamı sit alanı olan ve önemli ölçüde üzüm üretilen adanın tamamen tarımsal üretimden koparılıp turizm ve inşaat sektörüne ve yapılaşmaya teslim edilmesi anlamına gelmektedir. Gökçeada kıyıları ise turizm alanları olarak planlanmış ve neredeyse tamamında hiçbir yapılaşmanın bulunmadığı bu alan turizm amaçlı yapılaşmaya açılmıştır. Diğer yandan Gökçeada’da parsel ölçeğinde olsa dahi ulusal medyada da geniş olarak yer bulan ve mahkeme kararları ile yasallığı ortadan kalkan Bademli Köyündeki otel alanının çok küçük bir leke olarak plana işlenmiş olduğu tespit edilmiştir. Bu durum bile tek başına planın nasıl rant odaklı olduğunu gözler önüne sermektedir.
Doğal alanlara ve tarım alanlarına kirli sanayi ve maden ocakları: Doğal açıdan hassas alanlar (Kaz Dağları), tarım alanları, orman alanları ve sit alanlarının oldukça yoğun olduğu bölge için çok önemli sanayi, enerji ve maden alanları kararları verilmiştir. Bandırma ilçesi sınırlarında önerilen sanayi alanı özel olarak dikkat çekmektedir. Bandırma ilçesinin batısında, çevre yolu ile kıyı kesimi arasında yaklaşık 4800 hektarlık bir sanayi alanı önerilmiş olup, bu büyüklükte bir sanayi alanı ülke genelinde eşine az rastlanır bir durumdur ve Erdek Körfezi, Kapıdağı Yarımadası’nda Bandırma-Biga arasındaki bütün bölgeyi bitirecek, sadece Bandırma ilçesini değil, tüm bölgeyi birçok açıdan değiştirebilecek niteliktedir. Başta bölgenin doğal alanları üzerinde yaratacağı olumsuz etkiler olmak üzere, nüfus baskısı ve ulaşım bağlantıları ile birlikte tüm bölgenin çehresini değiştirecektir. Önerilen sanayi alanı, halihazırda tarımsal üretimin ve sulamanın yapıldığı bir bölgede olup; planın tarımsal üretimi tamamen gözden çıkardığının da en önemli göstergelerinden biridir. Çanakkale il sınırlarının kuzey kıyıları da enerji üretim tesisleri için ayrılmıştır. 2 adet termik santralin bulunduğu alanda, onlarca santral daha yapılmasının önünü açan bu karar; Kaz Dağları başta olmak üzere tüm bölgeyi olumsuz etkileyecek, tarım alanlarından yerleşme alanlarına kadar çok büyük çevre sorunlarına yol açacaktır. Plan genelinde kömüre dayalı termik santrallerin bakanlıkça değerlendirileceği belirtilerek, aslında tüm alanda termik santrallerin yapılabileceği de karar altına alınmıştır. Maden alanlarına ilişkin plan hükümleri oldukça esnek olarak kurgulanmıştır. Hiçbir doğal alan maden açısından sakıncalı ilan edilmeyerek, maden sanayi için yalnızca kurum görüşünü yeterli kılarak tüm planlama alanı madencilik için bir potansiyel olarak belirlenmiştir. Sadece Çanakkale bölgesine 13 yeni termik santralin kurulması planlanmaktadır.
Aynı sürecin güneydeki bir başka önemli hedefi, zaten çok yoğun sanayileşmenin bulunduğu Bursa ve Kocaeli’nin Mudanya ve Kandıra gibi elimizde kalmış son tarım alanları ve Sakarya’nın doğal varlıklarıdır.
Kocaeli, kanserden ölümlerin yüzde 33 gibi Türkiye ortalamasının (yüzde 13) çok üzerinde bir orana sahip olduğu Dilovası benzeri bir gelişme içine sokulurken, içecek suyu soluyacak havası kalmamış olan Körfez bölgesi yeni yağma ve yıkım projelerinin hedefi haline getirilmektedir. Bunların en önemlileri, Dubai Şeyhi Raşim El Maktum’a ait DP World Properties firmasının Yarımca limanına inşa ettiği, Danıştay 14. Daire başkanlığı tarafından yürütmeyi durdurma kararı verilmesine karşın inşaata devam eden Dubai Port projesidir. 99 bin 687 metrekarelik alana yapılacak olan proje dünyanın 3’üncü büyük limanı olarak sunulmakta ancak Yarımca bölgesine yönelik büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Kocaeli kenti ve Körfez’e yönelik bir başka tehdit, Gübretaş fabrikası tarafından 37 bin 500 metreküplük yeni bir amonyak tankının kentin içine inşa edilmesi planıdır. Kandıra topraklarının organize sanayi bölgeleriyle doldurulması; Sapanca gölünde yaşanmakta olan su çekilmesi ve ostrifikasyon; Kocaeli bölgesinde tarım alanlarının yıkımında yeni eşikler oluşturmaktadır. Kocaeli’nden doğuya ve kuzeye doğru gidildikçe tarım topraklarının ve su kaynaklarının sanayi tarafından kirletilmesi; sayısız taş ocağı, mega projelerle suyu kurutulan İstanbul’a su vermek için Melen, Ağva yakınlarındaki İsaköy, Sungurlu barajlarından su taşınması bölgeye yönelik diğer tehditler arasındadır.
Yoğun sanayileşme ile büyük bir tehdit altına sokulan Bursa’da ise Mudanya bölgesindeki zeytinlik alanlara kurulacak yeni organize sanayi bölgeleri ve Bursa ovasının kenarına kentin içine yapılmak istenen DOSAB (Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi) termik santrali büyük bir yeni tehdit kaynağıdır.
Trakya bölgesinde de İğneada, Marmaraereğlisi, Şarköy, Kıyıköy ve Malkara’ya yapılması düşünülen yeni termik santraller; Lüleburgaz ve Tekirdağ için planlanan yeni organize sanayi bölgeleri; Istranca dağlarının altın madenciliğine açılması; meraların özel şirketlere kiralanması; Ergene nehrindeki yoğun sanayi kirliliği; fabrikaların kirli sularının tarım topraklarını kirletmesi; zehirli atık depolama tesisleri; RES’ler için yapılan orman katliamları; taş ve maden ocakları için yapılan orman katliamları ve İğneada’ya yapılması planlanan nükleer santral Marmara’nın kabusunun son halkalarıdır.
Kısacası Marmara çok yakın bir gelecekte bütün su havzalarının kirletildiği ve kurutulduğu; bütün zeytinlik alanlarının ve tarım topraklarının organize sanayi bölgeleri ile doldurulduğu; bütün kıyılarına ticari limanların yapıldığı; aralarında Manyas, Meriç Deltası (Gala Gölü), Acarlar (Sakarya Karasu-Kaynarca) ve Istranca-İğneada longozları gibi eşsiz doğal alanların bulunduğu sayısız zenginliklerinin katledildiği; ayçiçeği, pirinç, buğday üretiminin imkansız hale getirildiği, otoban çemberleri; termik santrallerle kuşatılmış bir bölgeye dönüşmek üzeredir. Ülkenin en ciddi deprem riskinin, en yoğun çevre kirliliği, endüstriyel tarım, kanserden ölüm ve sanayileşme oranlarının bulunduğu; 1960’lardan sonra yaşanan çarpık sanayileşme ile zaten büyük bir çöplüğe dönüştürülmüş olan Marmara bölgesi, kentleri ve doğasıyla sermaye ve iktidar çevrelerinin enerji, madencilik ve inşaat odaklı, aslında kar odaklı yeni stratejilerini taşıyacak durumda değildir. Bütün doğal ve kentsel eşikleri kat kat zorlanmış olan Marmara, Kolin-Cengiz-Mapa gibi doğa ve emek düşmanı şirketler, kentlerde ve köylerde yaşayan bütün insanların yaşam hakkını belirleme yetkisini elinde toplamış olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı; tek amacı küresel piyasada rekabete sokulan kentlere yönelik doğa ve emek düşmanı projelere teşvik yağdırmak olan bölge kalkınma ajansları ve bunların kulu gibi çalışan yerel yönetimler eliyle tarihinin ikinci ve en büyük yeni yıkımına sürüklenmektedir.