Kamp Armen’in anlattığı… – Özen Taçyıldız (Sendika.Org)
Spread the love

Direnişinin 12. günündeki (17 Mayıs) Kamp Armen’i ziyaret için yola çıktığımızda iç içe geçmiş, çok katmanlı bir hikayeye denk düşeceğimizi biliyorduk. Bir zamanlar İstanbul’un ücra sayılan yeri Tuzla’da Ermeni çocukların emeğiyle yaratılmış Kamp Armen’e iş cinayetlerinin namlı mekanı Tuzla tersanelerinden, Tuzla’nın kentsel dönüşüm müjdelenen mahallelerinden geçip gelmiştik. Kamp, şimdi bir vahaydı villalar arasında. Yoksul, kimsesiz çocukların diktikleri ağaçların yerine şimdi milyon dolarla ifade edilen binaların planlandığı bir vaha. Kampın şimdiki sahibi “Araziyi önce temizlemeyi düşünüyorum, tinerciler girip çıkıyor. Riskli bir yapı, yıkılma tehlikesi var. Sonra düşüneceğim. İstanbul’un en büyük eğlence merkezi ve yat limanı yapılıyor Tuzla’ya. Arsanın üzerine yapılacak şey, daha satılabilir hale geldi” diye anlatmıştı planlarını.

Henüz varmıştık ki kampın girişinde duvara iliştirilmiş basın açıklamasının bir cümlesi buyur etti bizi. “Kamp Armen, bize kılıç seslerinden kaçıp ağaç gölgelerine sığınan Ermenilerin emanetidir” diyordu Nor Zartonk imzalı açıklama. Tek bir cümle, önümüze bırakıvermişti hakikati. İçeri girdiğimizde de ilk olarak Nor Zartonk’tan Alexis’le başladık konuşmaya. Ardından da geçmişiyle-bugünüyle Türkiye gerçeğini en açık, en yalın haliyle anlatan hayat hikayelerini dinledik.

Kamusal alan bırakılmamış
Alexis, kampın yıkımının durdurulmasının ardından başlayan ‘görüşme süreci’ne katılan ‘müzakere ekibi’nde. Böyle tarif edince gülümsüyoruz ikimiz de. Direnişin nasıl başladığını, “komünvari bir yaşamla inşa edilmiş” dediği kampın kendileri için ne anlama geldiğini anlatıyor “O zaman buraya gelen yoksul çocukların Ermenilikle ilişki kurabilecekleri alanları kalmamış, okulları yok, hastaneleri yok… Kimliklerine dair bilgi alacakları yer yok.”

O çocuklardan biriyle, Garabet’le birlikteyiz. “Ben Garabet Orunöz. 1960 Malatya doğumluyum, 64’te annemi kaybettikten sonra 7 yaşına kadar Malatya’da mahallede büyüdüm. 7 yaşında buraya, Ermeni Protestan Vakfı’nın yatılı okuluna gönderildim. Kışları Gedikpaşa’da kaldım, binanın ikinci katının yapımında kampa dahil oldum.” O günlerin Tuzla’sını soruyorum, kollarıyla kampı çevreleyen villalardan yol açarak anlatıyor: “Tuzla’ya şuradan baktığınızda 7 kilometre ilerisi İçmeler tren istasyonu, buradan trenin geçişini seyrederdik, Aydos Dağları’nı görürdük. Buradan oraya toplam 3 ya da 4 ev vardı” diyerek isimleri sayıyor kimlerin evi olduğunu. “70’li yıllardan sonra Kamil Abdüş Gölü’nün kurutulacağı yerine şimdiki Sabiha Gökçen Havaalanı’nın yapılacağı söylendi ama kurutamadılar sonra tersane yapılacağı söylentisi çıktı, 73-74’te tersane çalışması başladı 75’te birden çoğaldı, araziler kıymetlendi. Bamya tarlasıydı buraları.”

“Keşkelerim beni incitiyor”
Bamya tarlası Tuzla’dan bugünün Tuzlası’na, bu kadar hızlı bir dönüşüme tanık olmak gerçeklik hissini koparıyor bir yerde. O günleri nasıl hatırladığını soruyorum. “Acı veriyor bana o günleri hatırlamak. Yazın biz cennete gidiyorduk, burası bizim cennetimizdi” diyor. Son yıllarda mezunlar olarak kampta yaptıkları piknikleri anlatıyor: “Hrant abi ‘Garo bizi topla Tuzla’ya gidelim’ dedi, “Olur abi deyip aslında oralı da olmamıştım kulak arkası etmiştim, keşke etmemiş olsaydım, keşke o dediğinde buraya gelmiş olsaydık. Sonra baktım ki keşkelerim beni incitiyor, azaltmak için vasiyet kabul ettim. Hrant abi olmasa da o aramızda olacakmış gibi kampa gidelim dedim. 2008 yılının Nisan ayının son pazarı toplandık 130 kişi bir araya geldik.”

Acılara susmak
“Sizin çocuklarınız var mı, onlar ne hissediyor babalarının büyüdüğü yeri görünce” diyorum, cevabı tanıdık: “Bana acı vermemek adına çok dillendirmiyorlar, ama yürekleri buruk.  Birkaç defa konuştuk evde, hatta kızlarım konu ettiler, acı hissettiğimi anlamışlar ki çok sormuyorlar ama ne zaman buraya gelmeye kalksam onlar da kalkıp geliyorlar”

“Peki Garabet abi bundan sonra ne olacak?” diyorum. “Bizim mücadelemiz 32 yıldır sürüyor bundan sonra bir 32 yıl daha yaşamayacağız ama 32 saatten fazla beklemek de istemiyoruz” derken sloganlarla ziyaretçiler giriyor kampa. Bir gözümüz onlarda. “Türkiyeli halkların vicdanlarına son derece güveniyorum bu toplum vicdansız değil, bak bu insanlar o vicdanlı insanların arasından çıkıp geliyor” diyor. “Kütahya’dan İzmir’den gelen var, şaşırtmadı beni bu destek” diyerek cebine yöneliyor.

Yazılmamış 5,5 milyon mektup
“Cebimde bir tane çok özel bir mektup var, dün akşam bir arkadaş geldi ve bir mektup verdi. Bu mektup çok özel” diyerek arka cebinden katlanmış halde bir mektup çıkarıyor. El yazısıyla yazılmış, 4 sayfalık bir mektup. İlk satırlarını okuyor bana: “İki yıl önce hayatımın ilk dönüm noktasını yaşadığımı zannetmiştim. Kanser hastası olan halam belki de anılarıyla birlikte ölmek istemeyerek Ermeni asıllı olduğumuzu, dedesinin dedesinin aslında zengin bir Ermeni olduğunu ama Kütahya-Eskişehir savaşlarından sonra İnönü tarafından zorla Türkleştirildiğimizi anlatmıştı. Gecenin ikisiydi sanırım bunları duyduğumda. Kendimi bir boşlukta hissetmiştim, tüm geçmişim bir gecede yalan olmuştu, nasıl bir kaderdi bu. Milliyetçi hareketin kalesi olarak bilinen bir fen lisesinin en gözde öğrencisiydim Türklük üzerine yazılar yazan ülkü ocaklarında gönüllü çalışan gözü kara bir Türk genciydim, aslında değilmişim…” “Böyle devam eden bir mektup” diyerek mektubu okumayı bıraktı Garo abi, “5,5 milyon böyle mektup yazacak insan var bu ülkede” dedi. İşte bir tanesi anlatıyor mu bize tarihimizi, getirin gözünüzü önüne 5,5 milyon mektubu, 5,5 milyon hayatı. 5,5 milyon!

“Ben bu toplumun vicdanına güveniyorum” diye yineliyor, “Bizim olan yerimizi fazla değil 24 saat sonra versinler cennete çevirmeye hemen başlayalım” diyerek konukları karşılamak üzere gidiyor yanımdan, “Ne kadar erken, o kadar güzel bir cennet yaratırız” diyerek uzaklaşırken arkasından bakıyorum.

“Burası kalacak, bütün çocuklar oynayacak”
Oğlu bir 24 Nisan günü, ‘vatani görevi’nde öldürülmüş Ani Balıkçı ile beraberiz şimdi de. Ermenice yazılmış bir yazının gramerini kontrol ederken görüyorum. Emekli öğretmen olan Ani, kampta düzenlenen atölyeler kapsamında Ermenice dersi vermişti. Kampta coşkulu şarkılar çalarken Oğlu Sevag’ın isminin verildiği odanın önünden geçerek sessiz bir yer arıyoruz.  “Akıl erdiremiyorum…” diye başlıyor konuşmaya, “El değiştirmesi mi gerekiyor, birinin alması mı lazım burayı, belki tekrar inşa edecektik, düzeltecektik” “100 yıl önce yapılanlar can gaspı, mal gaspı yine tekrarlanıyor” derken hala iyimser: “İyi oldu bir bakıma, hiç olmazsa burasının ne olduğunu herkes öğrendi, duydu ve gördü” Sevag’ı anlatıyor, Hrant’ı anlatıyor, torununu da getirecekmiş bugün ama uyuyormuş zor olacakmış arabaya koyup getirmesi…“Burası kalmalı, kalacak da, bütün çocuklar oynayacak dini, dili, ırkı fark etmez” diyor.

“Biz kendimizi bile söyleyemiyorduk ki”
Kampın kapısında, desteğe gelenlerden biriyle tanışıyoruz. “Ben anlatayım size buraları, ben burada doğdum İçmeler’de” diye başlıyor 41 yaşındaki Bülent. “Biz buraya denize geliyorduk yüzmeye küçükken, buralar hep boştu ev falan yoktu, bize hep burada perili ev olduğunu söylüyorlardı. Çocuktuk merak ediyorduk. Yazları çocuklar geliyordu buraya, belki de buradakileri kimse bilmesin diye ‘perili ev’ diyorlardı.” “Çocuklarla konuşuyor muydunuz, arkadaş mıydınız” gibi naif bir soru yoksul çocukların yazlık arkadaşlığını değil başka bir devlet gerçeğini açıyor önüme: “Çocuklarla iletişimimiz yoktu biz de çocuktuk ne olduğunu bilmiyorduk, bilseydik arkadaşlık ederdik, aynı coğrafyanın insanlarıyız” diyor Bingöllü Bülent. “Sonradan öğrendik Ermeni çocukların yetimhanesini olduğunu, ileride şurada bir manastır olduğunu….” “E büyükler söylemez miydi, konuşmazlar mıydı” diyorum, “O zamanki şeyi biliyorsunuz, zaten bizim kimlik sorunumuz vardı, Kürt Aleviyiz, biz kendimizi bile söyleyemiyorduk ki…” diyor, kendisini bekleyen kızıyla elele ayrılıyorlar.

Kamp Armen’in geçmişinin anlattığı bunlar oldu ama bugün gösterdiği şey başka: Bir hak mücadelesinde yanyana gelen, direnişi ortaklaştırırken birbirini tanıyan halkların ortak kuracağı bir hayat var. “Ne kadar erken o kadar güzel bir cennet yaratırız.”


Spread the love