İmre Azem’in Hatay Belgeselleri III | Yıkımın altında saklanan nergisler – Tuğçe Tezer (1+1 Express)

Belgeselci İmre Azem onlarca Hataylıyla görüşerek, Hatay’ı anlamak ve anlatmak için yaptığı “Hatay: 17-24 Nisan 2023”ün ardından fikritakip belgeseli “Hatay: 1-11 Eylül 2023”ü çekmişti. Şimdi, “Hatay: 5-15 Şubat 2024”le 6 Şubat depremlerinin yıldönümünde, üçüncü kez Hatay’a gidiyoruz…

İmre Azem Hatay’a ilk defa geldiğinde 2023’ün nisan ayı, 6 Şubat depremlerinin iki ay sonrasıydı. Gelmesinin nedenleri çeşitliydi, ama içlerinden biri görece önemliydi. “Bunları anlamamız ve anlatmamız lâzım” düşüncesiyle Hatay: 17-24 Nisan 2023 belgeseline başlayan İmre Azem, belgeseli izleyen herkesi tanık olma sorumluluğuna davet ediyor ve dahası, bize bu imkânı sunuyordu.

İzlerken onunla beraber Hatay’a gittik; yakın tarihinin en büyük depremini yaşamış, onca canı toprağa vermiş, yapılarının büyük kısmı yıkılmış, toz toprak içinde ve bundan sonra başına neler geleceğinden habersiz kadim şehri adım adım dolaştık. İzledik, dinledik, giderek tanıştık, anlamayı istedik, anlamayı gerçekten istedik. Koşulların doğası gereği karamsar bir havayı belgesel boyunca solurken, yine de filmi tamamladığımızda kendimizi, yaşamın son bulduğu yerden umudu doğurmanın, buradaki halkın yüzyıllardır sahip olduğu, tarih boyunca yeniden ve yeniden ürettiği bir kadim bilgi olduğunu tümüyle anlamış olarak bulduk.

I. Hatay: 17-24 Nisan 2023 belgeselinde, İsmail ağabeyin bahçesinde:
Bir bahçeye giriyoruz, içindeki ev ağır hasarlı. Evin sakini ağır hasarlı yapıyı bize yavaşça gezdiriyor. Eşiyle mucize eseri sağ çıktığı odanın penceresinden dışarı bakarken ıslanan gözlerini usulca siliyor, deprem gecesini anlatıyor. Ailesiyle çadırda kalıyor bu sırada. Ama bir yandan da aynı bahçede bir temel atmış, yıkılmaya yüz tutmuş evinden geriye kalan malzemelerle usulca yapacağı evi anlatıyor. Üzgün, yorgun, ama yine de umutlu görünüyor.

Sonra aradan birkaç ay geçti, bu defa takvim 2023’ün eylül ayını gösterdi. İmre Azem’in Hatay: 1-11 Eylül 2023 fikritakip belgeselinde, Hatay’ın eşsiz doğasının dönüştürüldüğü moloz döküm sahaları, mekânda ve zamanda sonsuza kadar genişliyormuş hissi uyandıran konteyner alanları, somut kültür mirasının hoyratlık karşısında nasıl yaralandığı, “rezerv yapı alanı”, “riskli alan”, “acele kamulaştırma”, “el koyma”, “yerinde dönüşüm” gibi kavramlar çoğaldıkça giderek belirsizleşen “mülkiyet” hakkı, Hataylıların Hatay’da yaşamaya devam etmeye dair büyüyen endişeleri derken, belgeselin sonuna geldiğimizde, Hatay halkının “Yaşamı yeniden kuracak gücümüz var” iradesinin hepimizde uyandırdığı hayranlığı şaşkınlıkla fark ettik.

II. Hatay: 1-11 Eylül 2023 belgeselinde, İsmail ağabeyin bahçesinde:
Evin temeli tamamlanmış, üstelik birkaç hafta sonra ailece bu evde kalmaya başlayacaklarını anlatıyor şimdi. İmre’yi (ve aslında bizi) yolcu ederken, “Yemek var hazır” diyor, “yemediysen”. Hâlâ yorgun, ama “geçici” evinin emektar ellerinin arasında giderek biçimlendiğini görmeye başlamak, sanki gözlerindeki umudu güçlendiriyor. Ah şu belirsizlik, şu “yarın ne olacak endişesi” de olmasa…

6 Şubat’ın yıldönümünde Hatay’a yolculuk: Yıkımda umudu aramak

Aylar geçti, Hataylı olanlar ya da o coğrafyayla hemhal olanlar için kolay geçmeyeceği aşikâr olan şubat ayı geldi. 2024 Şubat’ında, İmre Azem tekrar yollara düştü. Bizi ilk defa depremden iki ay sonra ortak ettiği tanık olma sorumluluğunu derinleştirmeye, üstelik sorumluluğun yükünü biraz daha artırmaya kararlı görünüyordu. Çünkü artık, ilk belgeselden bu yana gördüğümüz insanlarla neredeyse tanışığız. Onların geleceğini, “hikâyelerinin devamını” içtenlikle merak ediyoruz. Sorunlarının çözülmesini, yeniden güzel bir hayata kavuştuklarını, iyi olduklarını görmeyi tüm kalbimizle diliyoruz.

Hatay: 5-15 Şubat 2024 belgeseliyle Hatay’ı üçüncü defa ziyaret ediyoruz. Pek çok şey gördük, önceki belgeselde merak ettiğimiz bazı soruların cevabını öğrendik, bazı meraklarımız ve soru işaretlerimiz ise iyice büyüdü şimdi.

Hatay: 5-15 Şubat 2024 belgeselinin tamamında Hatay’ın havası puslu, yıkım her yerde. Tozlu bir bulut gündüz aydınlığa, geceyse şehrin karanlığına karışıyor. Sanki bu puslu hava, bir şeyleri de gizliyor. İzledikçe, içinde saklananı zaman içinde anlayacağımızı seziyoruz. Köprübaşı’nda Habib-i Neccar Dağı’na karşı dururken, sıkıca tuttuğumuz bir tutam nergis elimizde, Asi Nehri’ne kavuşmak için bekliyor. Bir de belgesel boyunca bir ses var yanımızda; bazen derinden, bazen rahatsızlık verecek kadar baskın. Bir sonsuz uğultu içinde iş makineleri ve kepçeler, kentin ve doğanın her yerinde, durmaksızın çalışıyor. İnsanlar için? İnsanlara rağmen.

6 Şubat’ta sabaha karşı, Köprübaşı’nda bir köşede oturup sessiz yürüyüşü izliyoruz. Depremin yıldönümünde, buhurun kokusu burnumuzda, soluk sarı ışıklar etrafı hafifçe aydınlatıyor, sanki oradayız. “Hasarsız” yazıyor bir yapının üzerinde büyük harflerle: “İçinde insan var.” İçinde yaşamını sürdürmeye çalışan insanın, evinin içinde olduğunu o evin dış duvarına yazmak zorunda kaldığı bir şehir. Akdeniz’in en güzel şehirlerinden Hatay, işte böyle bir zamandan geçiyor.

Tek başına bunun ağırlığı hepimizi utandırmak ve “ulaştığımız medeniyet seviyesi”nden şüpheye düşürmek için yeterliyken, başka bir ses çalınıyor kulağımıza. Gencecik biri “Tescilli yapıya kepçelerle girildiği nerde görülmüş?” diye soruyor. Avlusunda büyüdüğü az hasarlı tescilli yapının, elleriyle ayrıştırdığı taşlarının ve depremden sağlam çıkan odasının kepçe marifetiyle yıkıldığını, ancak komşularının haber vermesiyle öğrenmiş. Koşarak yetişse de makineleri durduramamış olmanın haklı öfkesi, ekranın karşısında öfkemize karışıyor.

Hatay: 5-15 Şubat 2024’ün belgeselinin tamamında Hatay’ın havası puslu, yıkım her yerde. Tozlu bir bulut gündüz aydınlığa, geceyse şehrin karanlığına karışıyor. Belgesel boyunca bir ses var yanımızda; bazen derinden, bazen rahatsızlık verecek kadar baskın. Bir sonsuz uğultu içinde iş makineleri ve kepçeler, kentin ve doğanın her yerinde, durmaksızın çalışıyor. İnsanlar için? İnsanlara rağmen.

“İnsan hep eski fotoğraflara bakıyor, sen de bakıyor musun?” sorusu, “Bakmaz olur muyum?” diye cevaplanıyor. “Ama fotoğraflarda rahmetli olanları görüyorum” cümlesine verilebilecek herhangi bir cevabın olmayışı, çaresizliğimizi perçinliyor. Bu sırada, Antakya’nın en dar sokağı olarak bilinen sokak ise, hâlâ Antakya’nın en dar sokağı. Yani, mümkün aslında. O sırada, “Biz aslında toprağımız bize iyi gelir diye döndük” diyor, yorgun ama doğru yerde olduğundan emin bir ses. Sanatın türlü yüzlerini, iyileşmenin adımlarının tiyatro ve dansla nasıl atıldığını görüyor, coğrafyanın müziğini dinliyoruz.

Belgesel boyunca sıklıkla sokak hayvanlarını görüyoruz. Puslu hava ve metal sesleri Hatay’ın sokaklarının ıssız kalmış halini ve bunun bizde oluşturduğu üzüntüyü derinleştirirken, kendimizi kedi ve köpeklerin insanlarla beraber sokaklara sahip çıkışını gülümseyerek izlerken buluyoruz. Kadınlar; üreten, yaşam alanlarını kuran, gündelik hayatı güzelleştiren, kentin yönetimine katılan, birbirine destek olan, doğanın el verdiği kadınların yaşamı yeniden üretme gücü bizi bir defa daha kendisine hayran bırakıyor.

Gencecik biri “Tescilli yapıya kepçelerle girildiği nerde görülmüş?” diye soruyor. Avlusunda büyüdüğü az hasarlı tescilli yapının, elleriyle ayrıştırdığı taşlarının ve depremden sağlam çıkan odasının kepçe marifetiyle yıkıldığını, ancak komşularının haber vermesiyle öğrenmiş.

“Acıyı paylaşınca, sanki gerçek oluyor” duyarlılığının hemen ardından, hayattaki en büyük kaybın, hayat boyu devam edecek en anlamlı mücadeleye dönüşmesinin hikâyesini dinliyoruz. Yaban hayatı koruma sahasının içindeki dereyi takip ederek Akdeniz’in eşsiz suyuna karışan moloz ve atıklar; rezerv alan bilgilendirme toplantısında halkın yükselen öfkesi, endişesi ve üzüntüsü; şubatın soğuğunda, bezden yapılmış olan kapısı yırtık olduğu için bir türlü kapanmayan çadırda kalan ailenin o soğukta geçirdiği bir gecenin zorluğu; doğal alanların itirazlara rağmen geçici barınma alanına dönüştürülmesi sırasında yapılan hatalı yer seçimleri ve takip eden yüklü altyapı harcamalarının boşa gitmesi. Bunların tamamının bize hissettirdiklerinin, hisler paletimizin neredeyse aynı kısımlarına denk geldiğini fark ediyoruz. Bir de depremden sonra geride kalan bir yıllık sürede, geçici dönemin asgari koşullarının hâlâ sağlanmamış olduğunu.

III. Hatay: 5-15 Şubat 2024 belgeselinde, İsmail ağabeyin bahçesinde:
Bu defa bir evin kapısı çalınıyor. Elimizde “hayırlı olsun” tatlısı. “Bak eve geldim!” diyor bu defa İmre, çaldığı kapı açılınca. “Geçici” niyetiyle başlanan ev öyle güzel olmuş ki, “salonu iki konteyner kadar var hemen hemen.” Dolayısıyla, “kalıcı” olma ihtimali yüksek görünüyor. İmre’yi (ve aslında bizi) uğurlarken, “Öğlen yemeği yeriz beraber, otur gel” diyor bu defa: “Evin var burada”. Evimiz var orada, gözler, gözlerimiz daha umutlu.

Belgeselde sokak köpekleri ve iş makineleri kadar çok gördüğümüz bir şey daha var: Süvari kahve. “Kahve içelim mi?” sorusu, Hatay ve Antakya’da hep yaygın bir soru oldu. Depremden önce de öyleydi, depremden sonra da öyle. Yani, mümkün aslında. Hatay, tarihi boyunca defalarca tümüyle yıkılıp, aynı yerde yeniden doğdu. Yerel halkıyla, çok kültürlü ve kapsayıcı nüfusuyla, misafirperverliğiyle, doğası, mimarisi, zanaatıyla. Biliyoruz ki memleketi, ailesi, geçmişi, evi Hatay olanlar, Hatay kültürünün kendisi olanlar iyileşecek. Deprem ve sonraki yıkımlardan etkilenenler; doğayı, kültür mirasını, sağlığını korumaya çalışanlar iyileşecek. Şu anda yaralı, güçsüz ve çok yorgun görünseler de, Hatay’ı tarih boyunca her yıkımdan sonra yeniden kuran Hataylılar ve Hatay, mutlaka iyileşecek.

İşte yine tanığız şimdi, Hatay: 5-15 Şubat 2024 belgeseliyle Hatay’ı üçüncü defa beraber ziyaret ediyoruz. Pek çok şey gördük, önceki belgeselde merak ettiğimiz bazı soruların cevabını öğrendik, bazı meraklarımız ve soru işaretlerimiz ise iyice büyüdü şimdi. Gördüklerimizi görmemiş gibi davranmamız ise mümkün değil.

Elimizde sıkıca tuttuğumuz bir tutam nergis hâlâ Köprübaşı’nda, Asi Nehri’ne kavuşmak için sabırsızlanıyor. “Nergis çiçeği umut ve yeni başlangıçları simgeler” diyorlar, “doğanın uyanışını temsil ederek taptaze bir başlangıca işaret eder.”

Yıkımın, puslu havanın gizlediği onca üzüntü, yorgunluk, öfke, endişe, dahası toz toprak kalkınca, altında sarısıyla beyazıyla, yeşil yapraklarıyla parlayan bir tutam nergis beliriyor. Zaten coğrafya aynı coğrafya, insanlar aynı insanlar. Neden toparlanmasın, değil mi?

#YalnızDeğilsinİyileşeceksin