Spread the love

IBM işçileri nasıl örgütlendi, hangi yöntemleri kullandı, hangi sorunlarla boğuştu?..

Ağustos ayında IBM Türk çalışanları sanal bir mitinge hazırlanıyorlar. Avrupa’da denenen ve kazanımla sonuçlanan sanal grev, Türkiye için bir ilk olacak. Mitingin düzenleyicileri, Tez Koop-İş’te sendikalaşmaya çalışan ve bu yüzden IBM’nin çıkardığı engellerle uğraşan IBM Türk çalışanları.. Eylem bakımından bir ilk gerçekleştirildiği gibi bilişim emekçilerinin sendikal örgütlenmesinin sağlanmasıyla da bir ilk yaşanıyor Türkiye için… Aslında bilişim sektörü gittikçe büyüyen, çalışan sayısının arttığı bir sektör, ama bir o kadar da örgütlenme deneyimlerinin görülmediği bir sektör. Bunun böyle olmasındaki nedenleri bulmak için sektördeki (hele IBM söz konusu olduğunda) birçok özgünlüğü ve farklılığı gözden geçirmek gerekli.

Geneli de bağlayacak biçimde, IBM Türk çalışanları, son derece nitelikli, yüksek eğitimli, şirketle aidiyet bağı yüksek tutulmuş, egoları yüksek olan ve tutulan, yaşam standardı da yüksek bir kesim… Kendini işçi gibi görmeyen, hissetmeyen, şirketin “aile kültürü” ve “kolektivizmi” içinde sorunlarını çözebileceğine inanmış, bu nedenle sınıfsal bir örgütlenme arayışına girmemiş, ihtiyaç duymamış bir kesim… Ancak sermayenin genel eğilimi, kar ve rekabet esaslı olduğu için -IBM’in 15 yıl içerisinde girdiği inişe de bakarak-, çalışanların üzerindeki nispi sömürüye mutlak sömürünün de eklenmesiyle bu farklılık, özgünlük ve özgürlük yerini, işçileşmenin koşullarına bırakmış. Asgariye inen ücretler, emeklilik ve bazı sosyal hakların gaspı, “istemeyen gider” yaklaşımı, yoğunlaşan iş temposu; “aile şirketi”nde güzel günlerin sonunu getiren uygulamalardan bazıları olmuş…

Bir yanıyla da dünyada sermayenin yeni üretim organizasyonları, teknolojik yenilenmeler, tüm dünyada vasıflı işgücünün, yani beyaz yakalıların konumunda da vasıfsızlaşmaya gidişi zorluyor. IBM’de “beğenmeyen gider” yaklaşımını biraz böyle ele alabiliriz. Bu konum kaybı şimdiye kadar belirgin bir biçimde mühendis, doktor, avukat, öğretmenlerde gözlendi. Çalışma, vasıf, yaşam ve alınan ücretlerde belirgin geriye doğru bir değişim ve erime söz konusu… IBM’de yaşananlar da dünyada yaşananlardan bağımsız olamayacağından, birçok ülkede benzer gelişmeler yaşandığından, bize pek yeni bir şey söylemiyor aslında… Ancak değişim çalışanların yaşamında olduğu gibi bilincinde olmaya başlamış ve çıkış arayışı daha öncekilerden farklı olarak sendikal örgütlenmede kendini ifade etmiş. IBM çalışanları, yaptığımız röportajda da görülebileceği gibi hala kafalarında eski konumlarına ait izler, düşünüş ve ruh halleri taşıyorlar… Ancak sermayenin vasıfsızlaştırma ve işçileştirmedeki eğiliminin kesintisiz ve net oluşu gibi, çalışanlardaki eğilim de her şeye rağmen işçileşme yönünde seyrediyor, seyredecek… IBM işçileri işçi sınıfının yeni bir bileşeni olarak mücadelenin içerisinde yerini alıyor demiştik. İşte bu mücadele, önümüzdeki ay kendini sanal bir miting olarak sahneye çıkaracak..

Aşağıda IBM Türk çalışanlarından biriyle yaptığımız röportajımızda işçi sınıfının bu “modern” bileşeninin nasıl örgütlendiğini, hangi yöntemleri kullandığını, hangi sorunlarla boğuşmak zorunda kaldığını, çalışma koşullarının değişimi nasıl zorladığını, onun geleneksel işçi sınıfıyla benzeştiği ama aynı oranda farklılaştığı özelliklerini görmemiz mümkün. Benzerlikler elbette sınıfın saflarının kalabalıklaşması ve mücadelenin ortaklaşması anlamına geliyor; farklılıklar ve yeni özellikler de işçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesindeki nitelik artışı ve yeni avantajlar anlamına geliyor. İlk adımları atılmış olsa da galiba mesele bugün her ikisinin bir potada nasıl eritileceğinde, bunda hangi yöntemlerin kullanılacağında düğümleniyor.. Röportajımızın bu sorulara bir nebze yanıt teşkil edebilmesi isteğiyle..

IBM’de örgütlenme fikri sizden mi çıktı?

İlk kıvılcım diyelim isterseniz. Özellikle son 5 yılda yaşanan ücret politikası inanılmaz değişti ve tam bir insanları sömürme durumuna geldi. Neredeyse asgari ücretle çalışan insanlar var. Bu yüzden örgütlenme fikri çok hızlı kabul gördü ve çok hızla dayanışmaya dönüştü.

Daha önce sendikal deneyiminiz oldu mu?

Hayır. Tabii 12 Eylül öncesi öğrencilik dönemini saymazsak.

Sendikalaşma sebepleriniz neydi, bize bahseder misiniz?

Diyebilirsiniz ki, “onlar bu koşulları kabul edip işe girdi, size ne?” Ve emin olun bunu bizim şirketimizde bile söyleyen çok insan var. Ancak, tarih bize bir sorumluluk veriyor. Kendi koşullarımızı iyileştirerek geleceğe taşıma sorumluluğu. Çünkü, yarın bizim çocuklarımız bıraktıığımız koşullarla çalışacak ve bizlerden hesap soracak.

Bazı kazanılmış haklarımız törpülenmeye başladı. İzin ücretlerini yok ettiler, yıllık izin ücreti vardı eskiden. Sosyal haklar yavaş yavaş azalmaya başladı ve asıl çoğunluğu ilgilendiren, IBM’in emeklilik planları ile ilgili kabul edemeyeceğimiz uygulamalar içerisinde olduğu ile ilgili bilgiler aldık. IBM’nin emeklilikle ilgili çalışanların birikimlerine haksız bir şekilde el koyma ihtimali vardı, azaltma ihtimali vardı, bireysel emeklilik sistemine geçişle. Bununla ilgili şirket içerisinde değişik spekülasyonlar vardı. Ama tabii en önemlisi ülkede fakirleşmeye doğru giden bir politika vardı. İşe yeni girenlerin, yani 2005’ten sonra girenlerin emeklilik hakkı yok. Hiç yok. Aynı şirkette çalışıyorsunuz, sizin emeklilik hakkınız var ama o 2005’ten sonra girdi diye emeklilik hakkı yok. Aynı şirkette çalışıyorsunuz, aynı işi yapıyorsunuz, belki 3-4 misli maaş alıyorsunuz yanınızda oturduğunuz arkadaşınızdan. Ben kendi adıma o insana baktığım zaman benim hakkımda ne düşünüyor diye düşünmeden edemiyorum. O insanda da benden az çalışıyor, ama benden 3 mislini götürüyor diye bir şey kesinlikle var.

Tüm uygulanan bu politikalarda amaç; ücreti göreceli olarak yüksek olan (şirket içerisindeki diğer çalışanlara göre), yani şirkete maliyeti yüksek olanları zamanla ortadan kaldırıp tamamı düşük ücretle çalışan kölelik sistemine geçişin tamamlanmasıydı.

Sıradan bir konfeksiyon atölyesindekiyle aynı şey yapılıyor, işçiler arası rekabet yaratmak için ücret farklılığı yaratılıyor.

Aynı. Ve burada da işine gelirse, beğenmiyorsan güle güle gibi hiç IBM’e uymayacak, yani bu zamana kadar karşılaşmadığımız bir davranış içerisine girmeleri..

5 yıldır hiç mi zam yapılmadı?

Büyük çoğunluğa hiç yapılmadı. Yalnız arada gizli uygulamalar yapıldığını biliyoruz. Bu daha da rahatsız edici bir durum aslında. Herkes birbirini gözler hale geldi.

Peki hiçbir şey söylenmiyor mu zam yapılmamasına ilişkin?

Evet söyleniyor. Sürekli şöyle bilgi geliyor bize, yurtdışıyla konuştuk, istedik ama vermediler. Sebebini sorduğumuzda ise “siz zaten pazara göre yüksek ücret alıyormuşsunuz” diyorlar. Piyasadaki ücretlere bakıyoruz, hepsi arkadaşımız dostumuz, yok öyle bir şey.

Doğrudan yurtdışı mı belirliyor her şeyi?

Değil aslında; Türkiye.. Tabii Türkiye’nin de yurtdışından onay alması gerekiyor. Bugüne kadar Türkiye yönetimi karar alıcı olmuştu. Tabi yurtdışının onayı her zaman alınırdı. Ancak, yeni dönem yönetimi yurtdışından onay alınamadığını önümüze hep argüman olarak getiriyor. “Yurtdışı onay vermedi”yi bir gerekçe olarak kullanıyorlar. Hiç kimse, hiç kimse bu gerekçeyi yeterli bulmuyor. Tam yarı yarıya fakirleşme yaşadık aslında. Bir standardınız var, o standardınızın yarı yarıya azaldığını düşünün, çare bir anda kredi almaya, borç almaya dönüyor ister istemez. IBM çalışanlarının birçoğu o durumda. Bir de kısa süredir çalışanların aldığı düşük ücreti, zam da almadıklarını düşünün.

Gerçekten eline asgari ücret geçen çalışanlar var mı?

Maalesef, eline geçen para asgari ücret seviyesinde olan ve bordrosunu acıyla gösteren insanlar var.

Bunlar hangi işleri yapanlar?

Satış, teknik, farketmiyor.

Ama markanın ambalajlanmasına baktığınızda…

Problem de o zaten, ülkesel boyuta baktığınız zaman IBM böyle yapıyorsa, diğer şirketler ister istemez bunu kullanacaklar. IBM bile sana 1 milyar vermiyorsa, ben niye sana 1,5 milyar vereyim deme hakkı doğurtuyorlar. Fakirleştirmeden kastım bu; IBM’in fakirleştirmesi değil, IBM ve onun gibi firmaların uyguladığı politikalarla ülkeyi Çin yapmak hedefleri. Bu da bize İspanya yöneticisi tarafından büyük bir çalışan toplantısında aynen şu ifadelerle söylendi: “Turkey is my little China”, yani “Türkiye benim küçük Çin’im”, karlılığı getirecek ve bağlı bulunduğumuz bölgenin köleleri olacağız. O gündür, zaten gerçeklerle yüzleştiğimiz gün. Benim ülkem Çin olmasın, çocuklarımın Çin’e benzer ekonomik ortamda yaşamasını istemiyorum, istememeliyiz.

Yani o zaman mı sizin için “tetiğin çekildiği” gün.

Evet, aşağı yukarı bir yıl önceydi. Bizim önemli bir avantajımız vardı, o da şu: Bizim aslında bir sendikamız vardı, Bil-İş diye büro çalışanları sendikası. Kuruluşu 1968. Bir federasyona bağlı değil, bağımsız bir sendika. Şirketle toplu sözleşme imzalamış 80 öncesinde. Ama 82 anayasasıyla beraber, yüzde 10 barajıyla toplu sözleşme ve grev hakkını kaybetmiş. Ve sarıdan da sarı bir sendikaya dönüşmüş. Toplam üye sayısı 100 civarındaydı. O da 10 sene önce üye olup da üyelikten çıkmayanlarla oluşmuş üyeler. 2 senede bir sosyal toplantılar yapan, genel kuruldan kurula faaliyet gösteren. İstekleri yönetimle konuşup ya arkadaşlar zam istiyor deyip, yurtdışıyla konuştuk, bir şey yapamıyoruz arkadaşlara söyleyin diye geri bildirim yapan bir sendikaydı. Özellikle son dönemde işverenin kullandığı bir yer olmuştu. Bizim şu anda 260 kişilik üyemizin 100’ü buraya üyeydi. Tabii ki istifa ettik. Gerçi Bil-İş’teki arkadaşlar pek desteklemedi bu sendika olayını baştan ama sonradan kabullenmek zorunda kaldılar çoğunluğun sesiyle.

Bilişim sektöründe nasıl bir tipoloji vardır; örgütlenme sürecinde nasıl bir etkide bulundu bu özellikler?

Bilişim sektöründeki insanlar aslında diğer sektördekilerle karşılaştırıldığında ortalama ücret olarak iyi yerde olan insanlardır, bunu kabul etmek lazım. Ama artık değişiyor. Amaç onları yoksullaştırmak, işçileştirmek, köleleştirmek. Çalışma koşullarıyla kölelik sistemi zaten kurulmuş durumda. 7/24 saat çalışan bir kitleyiz biz. İşte bilgisayar, evde bilgisayar, tatilde bilgisayar, vs. Zevkten mi? Değil tabii, iş baskısı, satış baskısı ile vur abalıya anlayacağınız.

Herkes 2-3 kişilik iş yapar hale gelmiş durumda ama patronlar doymadı, daha fazla kar diyor ve bunun için de şimdiki hedef ücretlerin de köleye yakışır hale getirilmesi! Yani yoksullaştırma ile daha fazla kar, kar, kar..

Rekabetle, teknolojik gelişmelerle, insan gücü maliyetinin çok yüksek olması, toplam karlılığı etkilemesi, daha fazla kar istenmesi ile daha düşük ücret ve daha az insanla daha fazla kar yapalım diyorlar. Çünkü hepsi hisseye bakıyor, hisse yükseldi mi hisselere kaç para kazandırdık diyorlar. 250 bin kişi çalışıyor IBM’de. Geçen sene IBM’in karı 11 milyar dolar küresel olarak. Her yıl artıyor. Düşünebiliyor musunuz rakamı ve her yıl artan karlılığı?

Türkiye’de de durum farklı değil, hep kar ettik bugüne kadar. Yıllarca kar ettik ama hiç kimse kazandırdıklarımıza bakılmıyor, tek felsefe yarın ne kazandıracaksın? Ama çalışanlara bakıyorsunuz her yıl ücreti azalıyor, ne kadar adil!..

IBM çalışanları gelir seviyesi ülke ortalamasının biraz üzerinde olduğu için kendilerine belli bir sosyal yaşantı kurma imkanı olan, işte haftada bir gün sinemaya, yemeğe gidebilen.. bir de diğer insanlarla kendini mukayese edince iyi bir yaşantı içinde olduğunu düşünüp kendilerini riske atmayı göze alamayacak bir kitle İDİ aslında. Barışçıl bir emekçi denebilir, evet. İşverenin istediği mükemmel bir kitle, tam anlamıyla. Ama biz de yaşanan sorunların, politikaların radikal değişmesinin etkisini de kullanarak insanlara anlattık.

Kolay oldu mu?

Baştan kolay olmadı açıkçası. Bırakın yapsınlar, iddiaya girerim 50 kişi olamazlar gibi alay konusuna döndü. Ama yılmadık. 15-20 üyeyle başladık. Dayanışma ile 2 ayda çoğunluğu bulduk ve tüm süreç sadece 6 ay sürdü. Bu arada yönetimin baskısını da yaşadık. Genel müdür insanları topladı, böyle bir hareketin şirkete zarar getireceğini ima etmeye çalıştı. Bir şekilde üye olmalarını kırmak adına yapıldı bu. Bazı insanlarla tek tek konuşuldu. Bu bizi sekteye uğrattı, belli noktalarda kırılmalar yarattı. Onları da aşmamız gerekti.

Ocak sonu gibi üye sürecine başladık, 2 ay içerisinde çoğunluğu yakaladık. Ama zaten yavaş olsaydı başarılı olamazdı. Aslına bakarsanız 290 eleman var, 50 tane yönetici, toplam 340 kişi… 60 tane de stajyer olan, özel koşullarla IBM’den ayrılan ama SSK’sı devam eden insanlar var. Aslında biz 340 kişiyiz, ama SSK kayıtlarında 400 kişi görünüyoruz. Onun için 400 üzerinden çoğunluğu yakaladık. Yani aslında 340’ın 260’ını örgütlemiş olduk. 260 üye arasında müdür sayısı çok az. Çünkü müdürlere karşı tehdit yapıldı üye olmamaları konusunda. Buradan baktığınızda yönetici olmayan çalışanların yüzde 90’ının sendikalı olduğunu görüyorsunuz.

Tek miydiniz başlarken?

Değil. Çekirdek bir grupla ve arkasından 10-15 kişilik bir ekibe yaydık. Yani aşağıdan bir taban oluşturup yukarıya çıkmak istedik. İçerde iletişim kanalları kurduk. Temsilciler oluşturduk, sorunu derinden yaşayan, hisseden ve sorunla ilgili mücadele etmek isteyen ve insanlara sözünü dinletebilen kişilerden oluşturduk.

Komiteler yani?

Evet, bizdeki adı da komite zaten. Bunu sorunlarla ilgili çalışma gruplarına genişlettik. Mesai saatleri dışında hemen her gün toplandık, konuştuk, tartıştık. Bunları paralel yaptık üye kazandırma sürecinde; sorunlarımızı tesbit ve dokumante etmek, çalışanlarla paylaşıp onların desteğini alma. İnternet bizim elimiz ayağımız herşeyimiz oldu ve şu anda da en büyük silahımız o anlamda…

İzleniyor musunuz?

Takip edildiğimize ve bilgilerin bir şekilde ellerine ulaştığına eminim. Ancak, şimdiye kadar bize bunla ilgili bir dönüş olmadı. Ama şirket şöyle yanlış bir politika güttü: Biz bu harekete başladığımız gün bir yöneticiyi işten attılar. Sendikayla doğrudan ilişkide olmamakla beraber haksız bir işten atılmaydı. Şu anda mahkemede. Ama insanların da iş güvenliğinin riske girdiği konusunda bir izlenim oldu. Bu hareketi destekledi. Yönetimin yanlış hareketi, bir arkadaşımızın başına talihsiz gelen bir olay, açıkçası örgütlenme sürecine yardımcı oldu.

Genelde müdürler örgütlenmenin tam karşısında olurlar.

Yok, biz genelde destek gördük müdürlerden. Tabii 4-5 yönetici dışındakilerden bahsediyorum. Biz hiçbir zaman kabalaşmadık, hep doğruyu söyledik, kimse bizle niye böyle haksız bir şey söylediniz noktasına gelmedi. Herkesin bildiği gerçekleri, insanların düşüncelerini dile getirdik aslında.

Sendikalaşma çalışması içinde ücret farkları 4 kata çıkan arkadaşlarınız da var mı?

Yüzde 90’ın içinde herkes var. Yüzde 10 niye olmadı? Sözleşmeli çalışan, kendisine farklı bir kariyer planı belirleyip de ben kötü çocuk olmayım diye ürken ya da felsefe olarak, mantalite olarak buna karşı olanlar var.

Gençlerin örgütlenmeye yaklaşımı nasıl oldu? Sizlerden farklı mıydı?

Genç gruplar daha çekingen yaklaştı aslında. Çoğunun düşük ücretle çalışmayı kabul etmesinin arkasında yatan sebep IBM’de bir referansı oluşturmak istemeleri. Bir süre sonra ayrılıyorlar zaten. Şu an 2000-2,500 alıyorlar. Bu sektöre, yapılan işe, çalışma sürelerine göre düşük bir miktar. Bu çocuklar 24 saat canla başla çalışıyor. Ne fazla mesai ücreti var, ne de emeklilik. Hepsi de bu çalışmaya gönüllü. Bir nevi çağdaş kölelik diyebilirsiniz ve işveren de bunu kullanıyor tabii.

İşyerinde ekip çalışması mantığıyla çalışıyor olmanızın örgütlenmenize katkısı oldu mu?

Çok çok, inanılmaz oldu. Biz örgütlenme konusunda tecrübeli topluluk değiliz. Hatalarımızı birbirimize söyleyip hataları düzeltme yoluna gittik. Kimse alınganlık yapmadı bu noktada. Ekip ruhu çok önemli. Hala bile, şu sendikanın yaptığı veb sitesindeki bilgilerin içeriğiyle ilgili yorumlar geliyor, değişiyor, herkesin yorum yapıp da katkı ürettiği bir şey olması lazım. Birkaç kişinin ürettiği şeyin sonucunu alamazsınız. İnsanların katılımcı olması lazım, fikir ortaya koyması lazım ve sizin sadece o fikrin yürütücüsü olmanız lazım. Ben bunu koydum, yaptım deme hakkınız olamaz böyle bir örgütlenmede. İnsanları karşınıza almamanız lazım. Hep çoğunluğa hitap etmelisiniz, duruşunuzda değişiklik olmamalı, güven oluşturmalısınız. Aksi halde hedeften uzaklaşır, başarısız olursunuz.

Ne bekleniyor peki bu örgütlenmeden? Uzun soluklu bir şey olmasını hedefliyorsunuz, bu uzun solukluluğu ‘bir bilişim şubesi olmalı’ olarak mı özetliyorsunuz?

Birinci hedefimiz bizim IBM olarak haklarımıza kavuşmamız, yani toplu sözleşme ile iş ve çalışma güvencesini almamız.

Ancak, vizyonumuz bununla sınırlı değil. En başından beri bu örgütlenmenin tüm bilişim sektörüne yayılmasının gerekliliğini savunduk. Çünkü, bu sadece bir IBM problemi değil, sektörde hemen her şirket çalışanının benzer problemleri var. Ne kadar geniş örgütlenirsek başarı ve dayanışmamız o kadar güçlü olacaktır. Aksi halde, bugün toplu sözleşme yapacağız, ya iki sene sonra ne olacak? Yönetim temizliğe girişip, sendikayı yok etmeye çalışırsa bunun önünde kim duracak?

Şu anda tüm çalışmalarımızı bu iki hedefe ulaşacak doğrultuda yürütüyoruz. Bunun için de interneti güçlü bir şekilde kullanıyoruz, sektörde 3-4 şirket ile görüşüp hareketi onlara genişletmeye başladık bile. Hedefimiz yıl sonuna kadar birbiriyle dayanışma içerisinde olan 5.000 kişilik topluluk oluşturmak.

Tez Koop çatısı altında bilişim şubesi olmak zaten planladığımız ve Tez Koop ile anlaştığımız bir konu. Dediğim gibi bunu internet üzerinde sanal toplulukla desteklemek ve sanal topluluğu bilişim şubesinde toplamak yatıyor.

Diyelim ki şirket içindeki dengeler üzerinden çözebilseydiniz yine de bir sendikalaşma girişimi olur muydu?

Olmazdı diye tahmin ediyorum. Çoğunluğu yakalamakta zorlanırdık diye tahmin ediyorum. Çünkü sendikalaşma yolunda bizim temel nedenlerimiz, bahsettiğimiz problemlerin çözüme kavuşturulması. Yönetim de bunların çözülmesi için hiçbir doğru adım atmadı. Biz de yönetime şu mesajı verdik: “Vizyonumuz, haklarımızı yurtdışına karşı savunan yönetimimizi hukuki yönden desteklemek” dedik.

Şimdi siz demişsiniz ki “Nedenlerimiz” kısmında, ABD çıkarları üzerine kurulu yeni istihdam politikalarının uygulanması… Bu ne demek?

Bugüne kadar hiçbirimizin hissetmediği bir konuydu bu. Çalışan için varolan bir IBM vardı. Bu çalışanın şirketine duyduğu güven duygusuydu. Ama bu kırıldı. Kırılmasının temel sebepleri de kar yapan şirketin, çalışanlarına enflasyon zammını vermemesiydi, kar yapan şirketin yeni aldığı çalışanlarını çok düşük ücrete çalıştırması… Sonuçta daha az para verip daha fazla kar yapma hedefi olunca da bunu söylerim; demek ki çalışan ikinci planda. Emeklilik hakkımla ilgili yapılmak istenenler…

Burası tamamen Amerika’ya mı bağlı?

Sonuçta IBM bir Amerikan şirketi, Amerikan borsalarına kote olmuş bir şirket. Her çeyrek sonunda, yüksek karlar açıklayıp hisse senetlerini sürekli yükseltme hedefi olan bir şirket. Emeklilikle ilgili karar zaten küresel bir karar, Türkiye’nin bir kararı değil. Bunu IBM’in kendisi de açıklıyor, “biz emekliliği durdurarak -yanlış hatırlamıyorsam- 3 milyar dolar bir tasarruf yapacağız” diyor. Bunu hissedarlarına söylüyor. “Çalışanların emeklilik hakkını durdurarak siz hissedarları daha zengin yapacağım” diyor. Hissedarları Türkiye’de değil, Amerika’da sonuçta. Amerika’daki hissedarları zengin yapmak için çalışıyorsam, bu düşünceyi resmen bana söylüyorsa, o zaman ben kimin çıkarı için çalışıyorum?

Buna karşı duruş sergileyen IBM ülkeleri var. Başarılı olanlar var. Eğer örgütlenmemiş olsaydık hiçbir şey isteme hakkımız olamayacaktı.

Bu daha önce ayan beyan değil miydi?

Ayan beyan değildi. Çünkü emeklilik hakkımız vardı, kimse böyle bir kesinti yapmıyordu. 10 sene önce IBM, enflasyon yüzde 60’sa yüzde 70 zam vermiş bir şirketti.

Şimdi de enflasyon yüzde 8 diyorlar.

Evet öyle diyorlar ama yüzde 0 veriyor. Hesabını çıkardık, TÜFE hesabına göre yüzde 56 olmuş 5 yıllık zamlardaki artış ama IBM’nin uyguladığı yüzde 0.

Bizce düşük ücretle daha yüksek ücret arasındaki fark, daha yüksek ücret üzerindeki artıdeğer sömürüsünün çok daha şiddetli olduğu. Çok daha büyük olduğu. Ama bunun sosyal yaşamla, standtartlarla, olanaklarla dengelendiği ve gizlendiği… Aslında bu örtü kalkmış oldu. Yoksa herhangi bir merdivenaltı atölyenin karakteristiği neyse, sizin için de böyle…

Doğru.

Türkiye’deki yöneticilerin, şirketin politikalarının uygulanmasında, hayata geçirilmesinde, çalışanların direncinin kırılmasında, belki de oranların size yansıtılmasında doğrudan payı yok mu?

Şirketi temsil eden en üst yönetimin kesinlikle var. Ancak bunu diğer 45+ yönetici için söylemek doğru olmaz. Örneğin, bir yöneticimiz atıldı dedim ya, atılma gerekçesi “İnsanları isyana teşvik etmek” imiş. Altında yatan sebep de şu: Yıllık toplantılarımız vardır, o yıllık toplantıda genel müdür artı 6 tane üst düzey yönetici konuşurlar, ne yaptık ettik diye. Ocak sonuydu, yine bu toplantıda 6 yönetici bu tip şeyleri anlatırken bu atılan arkadaş şöyle bir cümle kurdu, “Güzel işler yaptık, iyi paralar kazandık ama gönül isterdi ki size zam yapabilelim. Elimizden geleni yaptık ama başaramadık, bundan sonra yine yapmaya devam edeceğiz.” Sadece bu.. Bir hafta sonra bu arkadaş bu gerekçeyle işten atıldı. Bu çok güzel bir örneği, buna karşı çıkan bir Türk yöneticiyi işten attılar. Arkasından belli konularda yönetimle sürtüşmeye giren yine üst yöneticileri görevden aldılar.

Bununla da bitmedi. Diğer bazı üst seviye yöneticileri pasifize etmek ve çalışanların aleyhine olan planlarını uygulamak için yurtdışından yöneticiler atadılar. Bunlardan bir tanesi diğer yurtdışı IBM ülkelerinde benzer uygulamaları yürütmüş ve “insan kasabı” olarak tanınmakta. Eğer bizler bu sendikal girişimi başlatmamış olsaydık belki şu an yoktuk.

Bu atma vb.’leri kim yapıyor?

Genel müdür ve onun bağlı olduğu İspanya. Şu anki sistemde Türk genel müdür tek başına iş yapamaz, mutlaka yurtdışından onay alması lazım. Ya da yurtdışının yap demesi lazım. Veya yurt dışını ikna etmesi lazım. Onun için kimin karar verdiğini bilmiyorum. Ya genel müdür düşünür; ikna edip yapıyordur.. ya da yaptırıyorlardır.. ama işten çıkarılmanın arkasında emeklilik hakkını gasp etmek gibi farklı sebepler olduğundan daha önce bahsetmeye çalıştım.

Örgütlediğiniz arkadaşlarınız, başkasının yapamayacağı işleri mi yapıyorlar?

Yok. Burada çalışanların kalitesi yüksek. Aldıkları eğitim, geldikleri üniversite, sosyal iletişimi güçlü olan bir kitleyiz. Niye böyleyiz, çünkü bu sektör biraz önce de dediğim gibi ortalamanın üzerinde ücretler veren bir sektör. Fakirin üstündeyiz. Özal’ın tabiriyle orta sınıfız biz; yaratamadığı bir sınıf…

Ülkeye de baktığınız zaman üretimimiz yok, her şeyi al-sat yapan bir ülkeyiz. Yurtdışından geliyor ülkeye pazarlıyoruz. Onun için doğal olarak bu şirketler en iyileri kapıyorlar. IBM gibi, GE gibi, HP gibi tamamı yabancılaşmış şirketler. Ülkenin insan kaynağının kalitelisini kapıyorlar. Sonuçta öyle olunca farklı bir topluluk yaratılıyor şirket içinde. Bireycilik ve agresiflik teşvik ediliyor. İnsanların birbirini ezmesine müsaade ediliyor. Kariyer pabuçları veriliyor.

İş adına topluluk olma var ama arkadaş grubuyla topluluk olma vasıfları düşüyor insanların. İşlerinde birbirine agresifliği yüksek, iş yapma için birbirini yeme bitirme, bağırma çağırma.. bunların hepsi çok fazla. Çünkü kişisel egolar çok yüksek olan insanlar, özellikle öyle seçilmiş insanlar. Onun için topluluk oluşturma olayı dediğim gibi çok kolay değildi.

Yalnız buradan çıkan şöyle güzel bir sonuç var: Bu dayanışma IBM gibi bir şirkette oluşturulduysa sektörün her şirketinde çok daha kolay şekilde oluşturulabilir.

Peki sendikalaşma dediğimiz, başka türden toplumsallaşma bu ortamı biraz olsun kırabildi mi?

Bence oldu. Herkes için olmasa bile büyük çoğunluk için oldu çünkü yani IBM’in tarihinde 150 kişilik çalışan toplantısı yapmış olmak yoktur. Çünkü yaptığın iş gereği hiç kimse şirkette değildir. Herkes bir yerlerdedir mutlaka, mobil çalışır. Ama bir sendika toplantısını 2-3 gün önceden haber verip yüzde 70 gibi bir sayıyla bir araya gelmeyi başardık ve biz birlikteyiz mesajını verdik.

Bir başka örnek, yönetimin bizi kırmak için pazar günü insanlara mesaj atıp pazartesi toplantı yapacağız hepinizi bekliyoruz dediğinde; toplantıya tek tek gitmeyelim, hep beraber gidelim, birlikte olduğumuzu gösterelim diye bir mesaj kendiliğinden oluşturup ve toplantıya 10 dakika gecikmeyle ama toplu olarak girerek biz bir aradayız, bizi uyutmaya niyetiniz varsa boşuna uğraşmayın diyen bir kitle olduk. Yani o birlikteliği kurduk. Burada açıklık, dürüstlük, doğruluk, kişisel hedefleri veya gizli gündemi olmadan çalışmamız en önemli etkendi. Her soruna aynı ölçüde baktık, Ahmet’in aldığı maaşın düşük olması da, Mehmet’in emeklilik sisteminden kaybı da aynı seviyede önemlidir mesajını verip, bunu da samimiyetle ve dürüstlükle savunan bir kitle olduk ve sonuna kadar da olacağız.

Politik durumların, yaklaşımların bu durumda bir etkisi oldu mu?

Politika yok. Hiç yok. Görüş olarak çoğunluğumuz sol görüşlüyüzdür, yüzde 80-90 böyledir diye tahmin ediyorum. Niye Türk-İş’in sendikası diyen bir adam çıkmadı. Ama herkes kendi görüşünü sendikayla ifade etmek zorunda değil. Herkes kendi politik görüşünü değişik arenalarda zaten yapar, yapıyor. Bizim sendikal mücadelede amacımız ekonomik ve sosyal koşullarımızı iyileştirmek. Onun için bizim için Türk-İş olmuş, başkası olmuş, asla öne çıkmadı.

Ama sendikal anlayışı, yaklaşımı sorguluyorsunuz haklı bir şey olarak..

Gönül isterdi ki bilişimde bir sendika olsun. Ne Türk-İş olsun ne DİSK olsun, bilişimin bir sendikası olsun. Ama bundan sonra niye olmasın? Aslında Bil-İş var.

Ama sözleşme yetkisi yok.

Yok. Çoğunluğu sağlamak için 40 bin üye yaparsak Bil-İş’e -hayal kuruyorum-, bir gün toplu sözleşme de yaparız. Niye olmasın yani?

Böyle bir hayal var mı?

Bende var. İtiraf edeyim, ilk adımı atarken bu hayalle attım aslında.

Niye öyle bir şey? Neden varolan sendikalardan biri değil de ayrıca bir sendika kurma isteği? Biraz açar mısınız? Tez Koop-İş’i eleştirmeniz nedeniyle mi?

Tez Koop-İş’i hiç eleştirmedik. Tez Koop-İş bize yeterince destek ve yardımcı oldu. Onlarla karşılıklı anlaşmamız, ki onlar da bunu istediler, hareketi birlikte yürüteceğiz ama karar vericiler IBM olacak, Tez Koop-İş değil. Buna saygı gösterdiler. Sadece arkamızda bir sendika var bizim. Yani sendikanın yanlışı vardır, doğrusu vardır, biz onunla hiç ilgilenmedik. Sorunumuzu çözerken onların desteğini almak, gücünü kullanmak tek amacımız.

Onlardan nasıl bir destek aldınız?

Çok yakın takip ettiler sağolsunlar. İşin önemini çok iyi anladılar, o algılamayı çabuk yaptılar. İyi diyalog kurduk. Süreç her noktada iyi takip edildi. Şube seviyesinde, genel merkez seviyesinde ve hatta konfederasyon seviyesinde. Hala da ediliyor. Birbirimize karşı dürüst ve açığız.

Borsayı da örgütleyen sendika şubesi buydu değil mi?

Seçmemizin bir nedeni de oydu zaten, İMKB’yi örgütlüyor olması. İMKB’deki arkadaşlarla da öncesinde görüştük. Onlardan bayağı bir geri bildirim aldık, deneyimlerini öğrendik. Yaptığımız işler de benziyor aslında. Sendikanın kazandığı tecrübeyi kullanırız dedik. Diğer taraftan onlardan ayrıldığımız yerler de var, çünkü İMKB’nin kamusal özelliği var, her ne kadar kamu olmamakla beraber. Ama tabii ki çalışanların eğitim seviyeleri çok benzeşiyor. İşte de böyle, bilgi işlem bölümleri de geniş ölçekte, çok fazla.

Bir tasarım yapalım… IBM, yetki alındıktan sonra yine direnmeye devam edecek ve bu sefer sözleşme aşamasına geçilecek, masaya gelmeyecek ve grev süreciniz başlayacak. Aslında süreç bir ‘senaryo’dan çok genellikle böyle, E-Kart’ta da bu biçimde gerçekleşti. Ya sizin bu süreç için beklentiniz ne şekilde?

Biz her şeyden önce uluslararası bir şirketiz E-Kart’tan farklı olarak. Biz hem ABD’deki hem Avrupa’daki IBM’in sendikal örgütleriyle iletişim ve dayanışma halindeyiz. AB’nin teamülleriyle oluşmuş, AB altındaki ekiple sürekli yazışıyor ve yüz yüze de görüşüyoruz. IBM’in bulunduğu çoğu ülkede sendika var, IBM Türkiye çalışanları keşfetmedi yani. İspanya, İtalya, İsviçre, Fransa, Portekiz, Yunanistan’da IBM’ciler sendikalı. En yoğun çalışan sendika da UNİ (E-Kart’ın örgütlü olduğu Basın-İş’in de üyesi olduğu Uluslararası Sendikal Birlik). Onlar da sürecimizin içerisindeler. Hem sendika, hem IBM’ciler vasıtasıyla. UNI zaten yönetime protesto mesajı gönderdi. Her tür desteği vermeye de hazır. IBM’in tüm ülkelerinde kabul edilen ve çalışılan sendikal organizasyonların Türkiye’de kabul edilmemesini kimseye anlatamazlar. Niye İspanya’dakine evet de Türkiye’dekine hayır?

Sendika işkolu konusunda itiraz edecek bir nokta yok, ama kanun itiraz etme hakkı veriyor. Halbuki vermemesi lazım. Problem bizim yasamızdan kaynaklı. Onun için bunun haksız olduğunu biz yurtdışına da Türkiye’ye de anlattık. Anlatmaya daha çok devam edeceğiz. UNI de mesaj yazdı IBM yönetimine. Hem yurtdışı yöneticilerine hem de Türkiye yöneticilerine gitti. Burda bir yanlışlık var, Türkiye düzeltemiyorsa bu yanlışlığı, yurtdışı düzeltsin deniyor.

Öyle bir beklenti var mı çalışanlar içerisinde oradan çözülebilir şeklinde.

Var, hem de çok var.

Peki direnmeyi seçerlerse ne yaparsınız? Mesela iş yavaşlatmayı düşünür müsünüz?

Umarım yapmak durumunda kalmayız. Ama her türlü duruma da hazırlıklıyız. IBM prestiji çok yüksek bir şirket. Onun çalışanlarına karşı haksız davranışı, IBM’in iş yaptığı yerlerde biliniyor olması IBM’i sorgulatır. Şu kadarını söyleyeyim, bu internette greve kadar gider. Onun adımları atıldı. İtiraz geri çekilmezse Türkiye’de bir ilk olacak. Hakkımızı aramak için ne gerekiyorsa onu yapıyoruz. İşe zarar vermek değil, ona zarar vermek bizi etkiler çünkü. Ama burada iş sahibinin yanlış tutumu var, iş sahibinin zarar görmesi gerekiyorsa, bu hakkı almak için o zararı görecek. Hatalı işveren Türkiye’den mi yoksa yurtdışından mı bizleri ilgilendirmiyor. Çünkü bu grev sadece Türkiye’de olmayacak, internetle tüm dünyanın katıldığı bir grev olacak.

IBM’in diğer ülkelerindeki çalışanlarından da destek gelmeye başladı. Siteye Fransa’dan geldi. Yurtdışındaki IBM sendikasının internet sitesine konulduk.

İşyerlerinde, okullarda kullanılan ikna odaları oldu mu?

Olacağını tahmin ediyoruz. Zaten sendikalaşma sürecinin başında olmuştu. Tek tek arananlar oldu. Ama tehdit değil sadece IBM Türkiye’nin nasıl büyüyeceğinden söz edilerek, kişilerin kariyer beklentilerine yakalayıp beyin yıkamalar yapıldı. Onlar biraz bizi aksattı ama herkes akıllı insan. Kimsenin bir şey söylemesi gerekmiyor.

Siz kendi sektörünüz dışındaki sendikalaşma tecrübelerine bakıyor musunuz? Sonuçta emek ordusunun bir bileşenisiniz. Biraz kapalı bir dünya gibi görünüyorsunuz?

Evet biraz kapalıyız aslında. Diğer sektörleri takip etme konusunda eksikliğimiz var maalesef. Mesela E-Kart’ın grevini ben geçenlerde Gebze’ye bir müşteriye gittiğimde gördüm. Sağda baktım, a grev var, merak da ettim. Grevci arkadaşlarla konuştum, onlara destek verdim. Sendikadan arkadaşlarla tanıştım.

Başka örgütlenme deneyimleri konusunda genelde iletişim sorunlarımız da var.

Herkes kendi çapında kalıyor. Bu biraz da ülkesel bir problem, sektörel bir problem değil. Düşündüğünü söylemekten korkan bir toplumuz, doğruyu söylemekten korkuyoruz. Bunu da yönetimler yaptı bize, yönetimler yaptı. Maalesef böyle.

alinteri.org


Spread the love