“Fırtınalar” İklimi – Özgür Yergin
Spread the love

“…hilesiz kucaklamak istiyorum dünyayı, şehri ve seni…” demişti Sait Faik .

Sevmekle başladı herşey bir ağacı, bir parkı ve bir kent savunmasına dönüştü sonra. İktidarın ve hatta bir kısım muhalefetin anlamadığı, şaşırdıgı ve provokasyon kanıtı olarak dillendirdiği bir soylem vardı:” önceleri bir parkta ağacların kesilmesini protesto etmek için başlayan eylemler hükümeti yıkma girisimine dönüştü”. Şöyle tercüme edelim dilerseniz: “önce çevreci bir hassasiyetle başlayan eylemler zalimleşen iktidar şiddeti karşısında istifaya çagıran bir isyan hareketine dönüşünce [masumiyetini kaybetti ?]”. Çünkü gerçeği istemeye başlamıştı… Rüştünü ispatlamaya çalışan devlet, amatör , amatörlüğü kadar yaratıcı ve inatçı muhalefeti, yalan söyleyerek, saldırarak ve öldürerek bastırmış gibi görünüyo …şimdilik… ama bu daha başlangıç…

Bu yazının konusu, direniş sanatları ansiklopedisinin bir bardak suda fırtınalar koparma bölümünden alıntı gibi birşey olacak….

Artık tüm yaşam ve varoluş alanlarının isgaline karşı gösterilen her türden direnç, bu kokuşmuş değerler silsilesinin toptan yok olması gerektigini haykırıyor.

Çünkü neden? artık sıradan talepler dahi egemenlerin medya duvarında yankılanıyor ve karşılık bulmadan geri donuyor. Tüm saygıdeğer hemşerilerimiz diye başlayan nutuklar mali tablolarda ve suç istatistiklerinde birer rakamdan öteye anlam bulamayan insan kalabalıklarına dönüştürülüyor. Ve bunun farkında insanlar….

HES’lere, termik santrallere , nükleere, orman katliamlarına karşı yöre insanları sırf iktidara olan güvensizliklerinden bile yola cıkarak, bağımız, bahçemiz, ekmeğimiz, geleceğimiz kirlenecek diyerek direnmenin yolunu arıyorken, bu halkın okumuş evlatları buna sessiz kalamazlar. Değer verebilmek için dokunmakla başlamalıyız her şeye, dokunmak, hareket etmek, değiştirmek ve değiştiğini görmek. Ülkenin aydınları için günümüzde yürütülecek olan hak mücadelelerinin multi disipliner olma zorunluluğu gün gibi ortadadır. Bir yandan hukuki süreçlerin takibi, akademik analizler, medya, sağlık ve mühendislik açısından incelenme, kamuya yayınlama ve halkın tartışmasına açılabilme, meydanlara asılan bir afişin tasarımı…. gibi süreçler birbiri ile koordineli olarak ilerlemeli, mücadele alanlarına taşınmalı ve ortak emeğin ürünü olmalıdır. Ancak bu modelde bir çalışma perspektifi ile yanyana çalışabilen insanlar birlikte mücadele edecek araçlar yaratabileceklerdir.

Gezi ruhu dıyerek kutsanan, fakat yalın, çok gerçek ve sıradışı oldugu için hala bazı muhalefet kurumlar tarafından anlaşılamayan şey “orada olmakla yetinmeyip, olmaya devam edecek kararlılığın taa kendisiydi”.

“Savaşta iyiydik, şavaş bitince kendi savaşımızı yarattık” diyor savaş muhabirliği yapan bir eski bir gazeteci bir diğer gazeteciye. Kendi mücadelemizi değil ortak mücadeleyi kurup geliştirecek araçları yaratmanın zamanıdır şimdi. TMMOB ne kadar tüm muhalefet alanlarının taleplerini kendi mücadelesi içerisinde bulabilirse o kadar kendi mücadelesini diğer mücadele alanları içerisinde görebilir. Bu durum “birbirinin taleplerine sahip çıkan bir mücadele dayanışmasından öte birbiri olma ve ortak talepler yaratma mücadelesine” doğru evrilen bir perspektif gerektirmektedir. TMMOB’nin geleneksel örgütlenme ve mücadele araçları buna henüz hazır değil gibi görünüyor. TMMOB’nin muhalefet tarafından tanımlanmış fakat hala egemenler tarafından bu haliyle bile tanınmayan “Mühendislerin mesleki ve demokratik kitle örgütü” tanımı kısa süre sonra anlamını değiştirecektir. Ya şehirleri, gölleri, denizleri, madenleri talan edenler bir isim bulacaklar ve tabelayı değiştirecekler yada biz onu gerçek adıyla tekrar anlamlandırıp tekrar asacağız yerine.

Devrimi ve kökten bir dönüşümü istemek genel başlığı altında yürütülen o büyük kampanya en ufak bir emek, doğa ve kent direnişinin merkezinde yürütüldüğünde anlamlı hale gelebildiği anlaşılmaya başlandı artık.

Bu anlamda TMMOB ve TMMOB’liler önemli bir tarihsel dönemeçten geçmektedir. İktidar adına birşeyler başlarken ve biterken, artık zaman gerçekten tükenmiştir. Artık yıllarca uğruna mücadele verdiğini söylediği halkın yanında değil bizzat o halkın içinde yerini alarak yaşama katılmalıdır TMMOB’liler. Köy yollarının patikalarını ve kent sokaklarının ıssızlarını keşfetmekten bahsediyorum evet… Trenin içinde ileri geri yürümekten vazgeçip trenin ne yöne gittiğini görmenin zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir bile…

Ne kadar takip edilebildi ve sonuçları değerlendirilebildi bilemiyorum ama, kısa bir süre önce Warşova’da iki hafta süren bir İklim Zirvesi gerçekleşti ve bitti. Zirvenin bitmesine son iki gün kala şirketler, devlet yetkilileri ve sivil toplumu aynı salonda biraraya getirecek bir oturum düzenlenmek istendi. Şirketler küresel ısınmanın durduğunu ve kirletmeye devam etmelerinin bir sakıncası olmadığını dillendirmeye çalıştıkları uzun uzun konuşmalar yaptılar, devlet yetkililerinin uluslararası tekeller ile emisyon parametrelerinde uzlaşma çabaları olduğunu gören çevre hareketi şunu söyleyerek oturumu ve iklim zirvesini terk etme kararı aldı: “Bu masadan birkez daha bir sonuç çıkmayacağı anlaşılmıştır, ülkemize dönüp şirketleriniz ve devletlerinizle mücadele etmeye devam edeceğiz “.
Bu yaşananlar kapitalizmin geri adım atmak istemediğini tekrar hatırlama ve öğrenme deneyimi açısından önemlidir. Çünkü son 5 yılda iklim değişikliği nedeniyle yaşanan felaketlerde 143 miyon iklim mültecisi yurtlarından olmuş ve sefalet içinde yaşamaya mahkum edilmiştir. Bu sefaletin mücadele alanındaki yerini bulmak bize düşüyor…

Sakın küçümsemeyin, artık zaman “bir kaşık lokmanın hesabını bir bardak suda fırtınalar kopararak sormanın” zamanıdır.

Üc beş senede bir beyaz zarfların sandığa süzüldüğü kağıt ve bayrak seramonisinin ancak hükümet görüntüsünü değiştirdiği ama yaşamı değiştirmek ve anlam katmak için mecburen ötekileşmeyi göze alan, sevilen/sevilmeyen marjinaller olacağız elbette…. Herkesin yüzüne, gözünün içine, cesaretle, durmaksızın bakabilen maskeli şövalyeler gibi dimdik duracağız….

Yaşama o kadar sahici ve de hülyalı gözlerle bakacağız ki bu hayal ve gerçek arasındaki halimiz ölüme de yaşamada o kadar yaklaştıracak bizi.

Artık TMMOB kapılarını şantiyeden, fabrikadan ayağının çamuru ile dönen ücretli, işsiz ve genç mühendislere sonuna kadar açmalıdır, tarihten öğrendiği gibi…. Ve bu çamurlu ayakkabılar kuşkuyla açılan bu kapıların önündeki bürokrasi paspaslarına silinerek temizlenmelidir.

“Dünya zorbalardan daha uzun yaşayacaktır.” diyor Ernst Hemingway İspanya iç savaşından dönüşünde yaptığı konuşmada. Savaş gazeteciliği yaparken yanında faşist kurşunla düşüp yaralanan devrimciyi ölene kadar kucağında taşıyıp, daha sonra silahını alıp sipere yatan bir gazeteci-yazar söyleyince inanılabilir hale geliyor bu nutuk. Gün, bu günün fotoğrafını çekme günü değil bugünün fotoğrafı olma zamanıdır.

Birbirinize ve dünyaya dokunun…

Sevgiyle…


Spread the love