Emek güçleri ve kitle örgütlerinin kentsel kamusal alanla imtihanı-Cihan Uzunçarşılı BAYSAL(Evrensel)

Uzun süre boyunca devrim, ya devlet düzeyinde siyasal bir değişimle tanımlandı, ya da mevcut halleriyle üretim araçlarının kolektif mülkiyetiyle… Günümüzde, bu sınırlı tanımlar yeterli değildir. Toplumun dönüşümü, ‘ilgili tarafların’ (sakinler veya mekanı kullananlar) daimi katılımıyla tesis edilmiş kolektif bir mekan yönetimine ve mekana sahip çıkmaya bağlıdır.
H. Lefebvre (Mekanın Üretimi)

Emek ve meslek örgütleri ile çeşitli siyasi partiler ve oluşumların, 1 Mayıs kutlamaları için hükümetin kendilerine sunduğu seçenekler arasından Maltepe dolgu alanında karar kılmaları, kent ve ekoloji örgütlerinde önemli bir tartışmayı da başlattı. Maltepe’nin seçimi, mekanın büyüklüğü nedeniyle burada kutlanacak 1 Mayıs’ın arzu edilen kitleselliğe ulaşabileceği ve seçimlere çeyrek kala iyi bir güç gösterisi olacağı argümanıyla savunulurken, itirazlar, ekolojik kıyım ve kent suçu olan dolgu alan ile emekçilerin hafıza mekanı Taksim Meydanı üzerinden temellendirildi. Karşı metinler, Maltepe seçimiyle iktidarın ve sermayenin ekolojik, kentsel ve ekonomik yıkım politikalarının meşrulaştırıldığını; Gezi’den bu yana örülen ortak mücadele hattının ve kazanımlarının yara aldığını savunmakta.

İtirazlara katılmamak mümkün değil. 1 Mayıs 2015 için kaleme aldığımız yazıda (1 Mayıs ve Yenikapı ve Maltepe’ye neden gidemeyiz1) benzer itirazlar üzerinden kent hakkı savunucuları olarak Maltepe veya Yenikapı’ya neden gidemeyeceğimizi açmıştık. Bu yazının kaleme alınış nedeni ise o zamandan bu yana köprülerin altından geçen sular. Maltepe dolgusunun kent suçu ya da Taksim Meydanı’nın hafıza mekanı oluşu ötesinde, gidişata geniş bir çerçeveden baktığımızda, bu karşı çıkışları dahi yumuşak gösterebilecek denli ciddi bir gerçeklikle karşı karşıyayız: Türkiye, hızla otokrasiye savrulmakta. Demokrasiyi savunmanın her şeyin önüne geçmesi gereken bir düzlemde, demokrasinin kendini hem var ettiği hem de yeniden inşa ettiği ve aynı zamanda besleyip beslendiği kentsel kamusal alanlar da ayrı bir önem kazanmakta. Tam bu noktada, emek ve hak örgütleriyle meslek odalarının Maltepe’yi seçerek kendi rızalarıyla kentin agoralarını kullanma ehliyetlerinden vazgeçmeleri otokratik iktidarın ekmeğine yağ sürmek değilse nedir? Bu nedenle, kent ve ekoloji örgütlerince dillendirilen “Ekolojik, kentsel ve ekonomik yıkım politikalarının meşrulaştırıldığı” itirazları haklı olsalar da eksik kalmaktadır; çünkü, Maltepe’nin seçimiyle aslında meşrulaştırılan, otokrasinin tepeden inme inşa ettiği “mış gibi” bir kamusal alan vasıtasıyla kamusal alanlardan çekilme ve dolayısıyla politik kentin üzerinin çizilmesidir.

Siyaset daima bir mekana gereksinim duyar; politik kent kamusal alanlardan tesis edilir. Kamusallık ise kentin tarihinden, yaşanmışlıklarından, kentlilerin iyi/kötü deneyimlerinden, kolektif hafızadan süzülerek örülür. Mesele, iktidarın nereyi kamusal alan olarak tanımladığı/ ilan ettiği değil, kamunun (kentlilerin) nereyi kamusallaştırdıkları, nereyi kamusal alan eyledikleri, ortaklıklarını nerelerde hangi kentsel mekanlarda ördükleriyle ilgilidir. Her boş ya da açık alan kamusal alan olsaydı plazaların, kongre merkezlerinin (Bakınız Harbiye Kongre Merkezi), AVM’lerin etraflarındaki boş alanlar kamusal alan sayılırdı. Belli etkinlikler dışında cansız devasa bir boşluk olarak oturan Yenikapı, mega projeler kentinin mega ‘ölü kamusal alan’ı ise, Maltepe dolgusu da eğleşme/eğlence ve tüketim üzerinden yükselen bir kamusallığın mega alanıdır. Ama her ikisi de gerçek kamusallığın yok edildiği alanlardır. Dönüşüm bölgelerinin molozlarından kurtulmanın çözümü olmanın yanı sıra kenti zapturapt altına alma çabalarının tezahürleridir. Oysa gerçek anlamda bir kentten bahsediyorsak, kamusal alanları denetim ve disiplin altına alınmaya gelmez; düzensizdir, dağınıktır, kimi zaman kaotiktir ve her türlü sürprize, her çeşitten ötekine açıktır (Bu yüzden az ya da çok korkuyu barındırır; korku, kuruluşundan bu yana zaten kente içkindir) ve kent bu nedenle kenttir.

Otokratik yönetimlerin amacı, kentin kamusallığını çeşitli araçlarla -zor olmadı rıza yoluyla- denetim altına alabilmektir. Vatandaşlık taleplerimizi, itirazlarımızı duyurabileceğimiz kentsel kamusal alanlar daraltılır ya da gasbedilirken, disiplin ve kontrol altına alınmış düzenli, steril, emniyetli tüketim ve/veya eğleşme mekanları, yeni kamusal alanlar olarak yükseltilmekte. Kent meydanlarından sesimizi duyurarak kamusal alanda siyaset eylemek ve vatandaşlık taleplerimizi yükseltmek, yerini, tüketim mekanlarında tüketici taleplerine, kentin rekreasyon alanlarında, soylulaştırılmış mekanlarında eğleşme/eğlenceye bırakmakta. İktidarın, ehlileştirilmiş mekanlar, itaatkar kullanıcılar, tüketiciler ve eğleşenler kentinin politik kenti ele geçirmesi yönündeki çabalarını anlamak zor değil; ama, bizzat demokrasiye sahip çıkması gerekenlerin, demokrasinin tesis edildiği kentsel kamusal alanları gözden çıkarmalarını anlamak zor ötesi.

Otokrasi, zor ile ve de rıza ile politik kenti tamamen yok ettiğinde, hak ve özgürlük taleplerimizi AVM’lerden mi duyuracağız; yoksa, kentin merkezinden kilometrelerce ırak, ulaşımı zor, Yenikapı ve Maltepe’den denizdeki martılara mı sesleneceğiz? O zaman agoralarımızın hali pür melalinden, kentin kamusal niteliğinin yerle yeksan edilişinden sadece iktidar mı sorumlu olacak?

(1) http://sendika62.org/2015/05/1-mayis-ve-yenikapi-ve-maltepeye-neden-gidemeyiz-cihan-uzuncarsili-baysal-261582/

 

Kaynak: Evrensel