Ekoloji mücadelesi neden HAYIR diyor, demeli? – Özer Akdemir (Evrensel)
Spread the love

2 yıldır hukuksuz bir şekilde Aliağa yakınlarında bacasından dumanlar savuran İzdemir Termik Santrali’nin ÇED raporunun iptal edilmesinden birkaç gün sonra yeni bir ÇED süreci başladığı haberi geldi. Aslında ÇED süreci bile demek doğru değil bu son duruma. 2009/7 Genelgesi uyarınca, mahkemece izinleri iptal edilmiş projelerin “yargı engelini” aşması için uydurulan bir hukuku arkadan dolanma yöntemi bu. Bu defa halka hiç sorulmadan, Ankara’da Bakanlık binasının kapalı kapıları ardında şirket ve bakanlık bürokratlarının yapacağı İDK toplantısı ile her şey eski rayına oturtulacaktı.

EGEÇEP’ten biri avukat iki kişi yine de bu toplantıya katıldılar. Gidip antik kentlerin ortasında, tarım arazisi üzerinde, havası, suyu, toprağı kirliliğe doymuş bir bölgede bu termik santralin hukuksuz olacağını anlattılar. Aynı akşam döndüklerinde de “biz görevimizi yaptık” dediler. Bakanlık bürokratları da görevlerini yaparak hemen toplantının ertesi günü ÇED Raporunu onayladı!..

***

Oysa, 26 Şubat’taki EGEÇEP 11. Kurultayında İzdemir Termik Santrali için alınan ÇED iptal kararı “zafer” olarak nitelendirilmiş, OHAL’e, KHK’lere, AKP’nin 15 yıldır tüm aksi yöndeki çabalarına rağmen hukukun vazgeçilemez olduğuna en güncel örnek olarak dile getirilmiş, 30 yılı bulan Aliağa’daki termik santral mücadelesinin başarısı olarak sunulmuştu. Hatta kararı “kitlesel halk hareketi olmasa da hukukla başarı kazanılabileceğinin kanıtı” olarak bile yorumlayanlar vardı ki bu görüşün geçersiz olduğunu görmek için bir gün bile beklenilmedi. Aynı akşam İzdemir’in yeni ÇED Raporu gündeme düşmüştü.

***

EGEÇEP’in “Doğanın ve kentin talanına #HAYIR” başlıklı kurultayının ana gündemi 16 Nisan’da yapılacak olan Anayasa değişikliği referandumu oldu.

Ayvalık, Bergama, Karaburun, Selçuk, Aydın, Çine, Didim gibi birçok yerden gelen ekoloji örgütü temsilcileri yaşadıkları yerlerdeki çevre sorunları ve buna karşı verdikleri mücadelelerin yanında referandumla ilgili görüşlerini de ifade ettiler konuşmalarında. Çoğunu EGEÇEP bileşeni ekoloji örgütü temsilcilerinin oluşturduğu yaklaşık 100 kişinin içinden bir tanesi bile referandumda “Evet oyu verilmeli” demedi.

Bergama Çevre Platformu sözcüsü, altın madenlerine karşı yıllardır verdikleri mücadeleyi, Kozak Yaylasındaki altın ve RES talanı girişimini anlattıktan sonra, “Evet” çıkarsa işimiz çok daha zor olacak buralarda. Şimdiye kadar genelde AKP’ye oy veren Kozaklıların bu sefer ‘Hayır’ diyeceğini düşünüyorum” dedi.

Aydın kent merkezine birkaç kilometre uzaklıktaki Pınardere köyünden gelip, 450 kovan arısının jeotermal enerji santrallerinin saldığı gazlardan nasıl öldüğünü anlatan Ahmet ve Fadime Camuz çifti de “Hayır” diyeceklerini söylüyordu. Onların yanında gelen ve AKP üyesi olduğu öğrenilen kişi bile haksızlığa karşı isyan ettiğini söylüyordu.

Karaburunlular, Urlalılar, Çeşmeliler tepelerinde vızır vızır dönen RES direklerinin gürültüsü yanında, bunların yaşam alanlarına, tarıma ve turizme etkisinden yakınırken, tek kişinin dudakları arasındaki bir sistemde, şimdi iyi kötü ümit besledikleri yargıya da artık hiçbir güvenlerinin kalmayacağını söylüyorlardı.

Urla’nın Zeytineli köyü yakınlarındaki Hacılar koyunda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait olduğu öne sürülen villalarla ilgili hukuki süreç, birinci derece doğal ve tarihi sit alanındaki villaların yıkılmasına yönelik mahkeme kararlarının nasıl aşıldığı, villalara yasal statü kazandırmak için valisinden, kaymakamına, bakanlıklarından, yargı mensuplarına kadar nasıl bir canhıraş çaba gösterildiği örneği bile referandumda neden ‘Hayır’ denilmesi gerektiğinin somut örneklerinden birisiydi.

Didimliler denizlerindeki kirliliği, Selçuklular Meryem Ana Kilisesinin bulunduğu dağa yapılan RES’leri, Sökeliler jeotermalleri, Ayvalıklılar tabiat parkının koruma statüsünün düşürülerek ranta açılmasını anlatırken yaklaşan referandumun önemine dikkat çektiler.

Kurultaya katılan hukukçular da tek adama bağlı bir hukuk sisteminin işlemeyeceğini, bunun adının hukuk devleti olamayacağını anlatırken, Anayasa’nın ÇED’i tanımlamasını kullanıyorlardı. Anayasa değişikliğinin çevresel etkilerini özetlerken, bilgi paylaşımı, görüş alışverişi ve karar süreçlerine halkın katılımı olmadan kullanılacak yetkilerin demokrasi için de ekoloji için de tehlikeli olacağını dile getiriyorlardı.

***

EGEÇEP Kurultayındaki mücadele deneyimlerinden de süzülüp gelen ve altı çizilen gerçek şu oldu; yaşamı savunmak ancak ve ancak hukukun, demokrasinin, insan ve tüm doğadaki canlı/cansız varlıkların, kültürün, tarihin, savunulması, korunması ile olanaklıdır. Ekolojik yıkım karşısında doğa – insan ortaklığını düşünen herkes ‘tek’ adamlığa, sultanlığa, parti devleti rejimine karşı tutum almak zorundadır. Ve bu referandum tepetaklak faşist diktatörlüğe sürüklenen rejim için köprüden önceki son çıkıştır!..

***

Ülkedeki tüm yaşam savunucuları, ülkenin politik gündeminden bağımsız bir ekoloji mücadelesinin olamayacağını da çok iyi biliyorlar. Ekoloji örgütleri, yaşadığı dünyayı, toprakları geleceğe temiz bir şekilde bırakma mücadelesi verenler, demokrasinin, insan haklarına saygının, özgürlüğün, bilimsel özerkliğin, bilginin üstünlüğünün, kent hakkının, emeğin kurtuluşunun olmadığı yerde doğayla barışık, insan onuruna yaraşır bir yaşam da olmayacağını deneyimleyerek öğreniyorlar.


Spread the love