Karadeniz, çok uzun zamandır doğal varlıklarını sermayeden korumaya çalışıyor. Enerji, maden ve inşaat projeleriyle yaylaları betonlaştırılıyor, dereleri kurutuluyor, dağları delik deşik ediliyor. HES’ler, sahil yolu, maden arama faaliyetleri, “yayla turizmi” geçmişten bugüne uzanan yıkımları özetliyor. Dereleri kurutanlar bugün Cerattepe’de maden faaliyetleriyle, Kavrun yaylasında “yeşil yol” ile katliamı sürdüyor. Son olarak Trabzon’da deniz doldurularak yapılan Akyazı Stadı’nın açılışına çağrılan Katar Emiri’ne sunuldu Karadeniz. Ve dün Sürmene Çamburnu’nda 20 hektarı aşkın sarıçam ormanı kül oldu. Körfez sermayesine pazarlama sürecinin tam da ortasında…
Gelişmeleri bölgede yaşamış, bölgeyi yakından tanıyan Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Sekreteri Volkan Bilgin’e sorduk.
Politeknik: Doğal varlıkları açısından oldukça zengin bir coğrafyada her gün yeni bir proje, plan ve müdahale var. Öncelikle son gelişmelerden başlayalım. Sürmene’deki yangın ne anlama geliyor?
Volkan Bilgin: Dünkü yangın Sürmene’nin Çamburnu mevkiinde meydana geliyor. Çamburnu, Karadeniz sahil yolu projesinden kurtulmuş bir yer. Trabzon’da yaşayanlar açısından 15 dk’da gidilebilecek eşşiz bir doğal alan. Kuzeyinde Karadeniz, güneyinde el değmemiş çam ormanı… Hiçbir cümleyle ifade edilemeyecek kadar acı… Katar Emirinin Trabzon’a gelişinin 20. gününde böyle bir yangının olması faili de işaret ediyor.
Politeknik: Karadeniz Yaylaları’nın pazarlanması ve yakın zamanda Katar Emiri’nin gelişi ne anlama geliyor?
Volkan Bilgin: Uzun zamandır özellikle Trabzon’un rakımı düşük yaylalarına Arap turistlerin yoğun ilgisinin olduğunu, turizm amaçlı geldiklerini biliyoruz. Bu ilginin Körfez sermayesinin dikkatini çektiğini ve öncelikle Trabzon üzerinden çeşitli atılımlar yapmak istediklerini anlamaktayız. AKP iktidarının kurulduğu günden bugüne uyguladığı politikalarında ülke varlıklarının sermayeye sunulması şeklinde ilerlendiğini düşündüğümüzde karşımıza Katar Emiri’nin çıkması doğaldır.
Katar Emirinin Trabzon ziyareti tek bir anlam taşımaktadır: Mülksüzleştirme ve talan daha azgın bir şekilde bölgede vücut bulacak. Yaylalar otellere teslim edilecek, doğal yaşam alanları, tarım alanları yapılaşacak.
Politeknik: Peki bunun altyapısı oluşturuldu mu, durum nedir?
Volkan Bilgin: Evet, oluşturuldu. Üstelik çok kısa bir sürede, çok hızlı bir şekilde oldu bu. 2012 yılında 2644 Sayılı Tapu Kanunu’na getirilen 35. ve 36. Madde ile yabancıların toprak edinimi kolaylaştırıldı. Bu maddelerle birlikte, yabancı sermayedar herhangi bir ilçe yüzölçümünün %10’una kadar, en fazla 30 hektar -Bakanlar kurulu kararıyla 2 katına çıkarılabilmekte- arsa/arazi edinebilmesi sağlandı. Bir diğer taraftan 2014 yılında 6537 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nda yapılan değişiklikle birlikte miras kalan arazideki hisseler bir mirasçıda toplanmıyor ise taşınmazın satış yoluyla tek elde toplanması sağlanacak. Bu, şirketlerin tüm arazileri toplamasına, uzun vadede mülksüzleştirmeye yol açacak. Üstelik tüm bu kanun maddeleri “Lozan Anlaşması ile toprak kaybettik, bu kabul edilemez” denildikten önce çıkartıldı!
Bu Kanunlar ve maddelerini Trabzon özelinde değerlendirdiğimizde çok vahim bir tabloyla karşılaşmaktayız. Son 6 yıllık verilere bakıldığında nüfusu azalan, sanayinin gelişkin olmadığı, tarım ve hizmet sektörü üzerinden ekonomisini şekillendiren bir şehir Trabzon. Ülke milli gelir ortalamasının altında gelire sahip. Hal böyle olunca hayatını idame ettirebilmek ya da kısa vadede daha iyi bir yaşantı elde etmek umudu taşıyan yöre halkının sahip olduğu taşınmazları “iyi” fiyata elinden çıkarması ile sonuçlanacak bir sürece doğru girildi. Hayatını tarım ile idame ettiren, taşınmazları ile var olan halk, yaşam alanlarını kaybedecek. Bunun ilk sonuçlarını inşaat alanında görmekteyiz. Nüfusu azalan bir şehirde inşaat sektörünün büyümesi beklenmezken, Trabzon’da tam tersi bir süreç yaşanmakta. Bunun, Trabzon’un sosyolojik ve demografik yapısını da değiştireceğini göz önüne alırsak, Trabzon için iyi sayılmayacak günlerin geldiğini söyleyebiliriz.
Politeknik: Katar Emiri Hamad Bin Halife Al Sani ile Tayyip Erdoğan helikopterle yaylaları gezdi. Karadeniz yaylalarını ne bekliyor?
Volkan Bilgin: İktidarın Karadeniz yaylalarını gözüne kestirdiğini, geçtiğimiz yıl yapılmak istenen “Yeşil Yol Projesi”nden biliyoruz. Bu proje ile birlikte, binlerce yıldır el değmemesinden kaynaklı doğal olan yaylalar, sermayedarların daha fazla ilgisini çekecekti, öyle de oldu. Bu gezi ile ilgili Erdoğan sadece bir cümle kullandı “Hamad Bin Halife Al Sani, buralarda çok güzel kayak pistleri yapılabileceğini söyledi” dedi. Yani yaylalara müdahale edeceklerini açıkça ifade etti. Bu gerçekleşirse Havva Ana ve sarı kız için çok kötü günlerin geleceğini söyleyebiliriz.
Aslına bakılırsa Trabzon’da bulunan Uzungöl ve Rize’de bulunan Ayder Yaylası’nın son durumu, yöre halkını neyin beklediğini çok iyi göstermektedir. İktidar tarafından yapılan ve planlama ilkeleri hiçe sayılıp oluşturulan büyük ölçekli planlara dahi uyulmadığını görmekteyiz buralarda. Çok değil, bundan 10 sene önce insanların sakin olduğu için tercih ettiği yaylalar artık eski durumundan çok uzakta. Yapılaşma ve betonlaşma had safhada. Doğal güzelliklerini yitirmiş, sadece adının ünlü olmasından kaynaklı turist çeken konumda. Talanın hızına uydu fotoğrafları ile yetişmemiz imkansız artık. Ayrı zamanlarda çekilmiş her bir uydu fotoğrafında binlerce m2 lik yeşil alanın yok edildiğini, betonlaştırıldığı görmekteyiz.
Politeknik: HES’ler, madenler ve şimdi yayla turizmi. Ne yapmak gerekiyor? Sürece nasıl müdahale edilecek?
Volkan Bilgin: Bir kere olup bitenin bölgede iyi anlatılması gerekiyor. Yaşanılan sürecin “masum” bir ticari faaliyet olmadığının gösterilmesi lazım. Filistin’in mülkiyet tarihini bu ülke insanı bilir. Süreç bu şekilde devam ettiğinde yöre halkının yörede misafir kalacağı, endemik türlerin yetiştiği, ülkenin ciğerlerini oluşturan Karadeniz dağlarının, ormanlarının yok edileceği gerçeğiyle yüzleşilecek. Sürmene bunun en yakın ve acı örneği.
Hukukun uzun zaman önce ortalıktan kaybolduğu, bozuk saatin doğru gösterme ihtimalinin de Tapu Kanunu ve Toprak Koruma ve Arazi Koruma Kanununda yapılan değişiklik ve eklemelerle yok edildiği günümüzde ne yapmak gerektiğini Cerattepe’de Artvin halkı gösterdi aslında. Yöre halkı bu talanın nasıl durdurulacağı çok iyi biliyor. Köylüsünden esnafına, öğrencisinden öğretmenine, mühendisinden mimarına, plancısına, gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine kadar kentin tamamı direndi. Esnaf maden şirketine çay vermedi, mühendisi yer teslimi yapmadı.
Bölgenin önemli üniversitesi olan KTÜ’nün bazı öğretim görevlilerinin, bölgenin Körfez sermayedarlarına teslim edilmesinde önemli rol oynadıklarını, bu çerçevede dernek ve şirketler kurduklarını, üniversite altyapısını ve imkanlarını kullanarak pastadan pay almak istediklerini biliyoruz. Bu meslek onurunu da yere sermektir. Yerel ve üniversite bileşenlerinin bu konuya müdahale etmesi, üniversitenin yöre halkının mülksüzleştirilmesine karşı olduğunu göstermesi gerekiyor. KTÜ’nün tarihini işbirlikçiler değil direnenler yazmıştır. Yakın tarihte İsrail Büyükelçisi’ni yumurtalayarak üniversiteden çıkaranların, Karadeniz halkının yanında olduğunu göstereceklerine inanıyorum.
politeknik.org.tr