Halkın sağlığına zarar vereceği önceden belli enerji projeleri vardır. Bunların aynı anda doğal kaynakları, tarımsal üretimi bozacağı da ilk bakışta görülür.
Hal böyleyken, siyasi iktidarlar, bu tür yatırımları “millet yararına”, kalkınma dostu gibi takdim etmekten kaçınmaz; boğaz tokluğuna, göç pahasına inşaat işçiliğini “büyük istihdam” diye parlatırlar.
Daha da ileri gidip “Hayır bu proje o kadar da faydalı değil” diye sorgulayan herkesi, vatan hainliği yahut teröristlikle damgalarlar. (En taze örnek, Alpu’da kurulması planlanan termik santral toplantısı, Eskişehir medyasına yansıdı.)
Bazen mitingde, bazen satın aldıkları TV’lerde yaparlar bunu.
Kamu kaynaklarından şirketlere sermaye transferiyle sonuçlanan bu işlerin, iktidar gücünü tahkim etmek üzere kurgulandığı, mümkün olduğunca bilinmesin isterler çünkü.
Farkında olanları susturmaya çalışmalarının nedeni de budur.
Siyasiler ve şirket patronları, bu yaftalamaya çok alışsalar da kamu kaynaklarını dağıtma gücünü elinde tutanların işlemlerini sorgulamanın “gazetecilik” olduğunu hatırlatıp devam edelim.
Kilovatsaati 12.35 cent
Akkuyu Nükleer Güç Santralı (NGS) Türkiye-Rusya arasında imzalanmış milletlerarası anlaşmaya dayalı.
Santralın kurulması sayısız işlem ve eyleme bağlı. ÇED raporu bunlardan biri.
Akkuyu için verilmiş “ÇED uygundur” kararı için açılmış bir iptal davası var.
Geçen hafta, Danıştay 14. Daire’de duruşması görüldü.
TMMOB, TTB, TEMA temsilcileri, ODTÜ öğretim üyeleri, Mersin milletvekilleri oradaydı.
Öğrendik ki, o duruşmada da projeye itiraz etmek ile “vatan hainliği” arasında bir illiyet bağı kurmuş.
Bu santralın olası yıkıcı sonuçlarına, uzmanlar uzun süredir değiniyor.
Biz de meselenin mali boyutuna bakıp Türkiye’nin alım garantisi verdiği elektriğin fiyatını hatırlatalım.
Devletimiz, Akkuyu’nun 1 ve 2. ünitelerinde üretilecek elektriğin, yüzde 70’ini; 3 ve 4. ünitelerdekinin de yüzde 30’unu satın alacak.
TETAŞ aracılığıyla verilen bu garantinin fiyatı ise: 12.35 cent. Süresi: 15 yıl.
Bu anlaşmanın yayımlandığı 6 Ekim 2010’da, bir ABD Doları 1.5 TL’ydi. Şimdi 3.9 TL.
Bugünlerde popülaritesi yüksek, kısa adı YEKA olan Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanı için aynı devletimizin verdiği alım garantisi, yaklaşık 7 cent civarında.
Bir hayli vatansever rakamlar öyle değil mi?
‘Davetli cezaevi’ işi teknikmiş
Adalet Bakanlığı’nın, yeni nesil cezaevlerini, müteahhitleri davet ederek pazarlık yöntemiyle yaptırdığı, ilk kez bu köşede duyuruldu.
Yaz aylarından itibaren il il, bedel bedel ve firma firma.
Konu, Adalet Bakanlığı bütçesi görüşülürken gündeme geldi.
Plan ve Bütçe Komisyonu’nda İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu “Neden davet” diye sordu.
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, önce bildiğimiz şeyleri söyledi. FETÖ yargılamalarının yaklaşık 50 bin tutuklu ve hükümlüyü içine aldığını, ortaya çıkan cezaevi ihtiyacının hızlı ve acil olması adına, yasayla bu imkânın tanındığını söyledi.
Sonra dedi ki: “Bu hususla ilgili, elbette ihtiyaç kalktığında… Biz Adalet Bakanlığı’yız, cezaevi yapacak şeyde değiliz. Bu normal şekliyle, bir an evvel kendi yerine geçmeli. İhtiyaçlardan dolayı öyle bir şey yapılmıştır ama o teknik de bir konu. O hususla ilgili bir değerlendirmeyi ayrıca yapacağız.”
Bu ifadeler, Gül’ün davetli ihalelere pek razı gelmediği, kendisinden önce başlayan bir süreci mecburen sürdürdüğü izlenimi veriyor.
Zehirli yemek ihaleleri
Samsun’daki askeri birliklerde, sahte evraklarla kaçak et dağıtıldığını geçenlerde İsmail Saymaz imzalı haberde öğrendik.
Geçen mayıs/haziranda askeri birliklerde, can kaybıyla sonuçlanan büyük zehirlenme skandallarını yakından izleyen Manisa Milletvekili Tur Yıldız Biçer, TBMM Genel Kurulu’nda konuyu yeniden gündeme taşıdı.
“Eren Tabldot kimdir” diye soran Biçer, şirketin Manisa’daki askeri birlik zehirlenmelerinde adı geçen Rota’nın ortaklarının daha önce kurduğu şirketin isim değiştirmiş hali olduğunu söyledi. Yemek zehirlenmesiyle ilgili pek çok vakada, çok sayıda firmanın iç içe geçtiğini, skandal ve zehirlenme yaşandıkça isim değiştirerek ticari hayatlarına devam ettiğini anlattı. Firmaların birbiriyle dirsek teması içinde ve aynı “havuzdan beslendiğini” vurgulayan Biçer’in önemli bir sorusu var:
“Çok yakında Dicle Üniversitesi’nde yemek ihalesinin tekrarı yapılacaktır. Bu ihale yine Rota denen firmaya ya da onun isim değiştirerek bir şekilde kardeş olduğu firmalardan birine mi verilecektir? Sayın yetkililere şu soruyu sormak istiyorum: Rota ve onun kardeş firmaları, bu yandaş firmaların daha kaç kişiyi zehirlemesi gerekiyor, kaç askerimizin, resmi kurumlardaki kaç devlet memurunun bu vakalardan etkilenmesi, hayatını kaybetmesi gerekiyor ki sorumlular konuşsun?”
Van Cezaevi’nde saçlarını kesen kadınlar
Adalet Bakanı Gül, bütçe görüşmelerinin ardından bir saate yakın konuştu. Sürenin uzun tutulmasının bir mantığı var.
Komisyon üyesi olsun olmasın, milletvekillerinden gelen sorulara cevap verilmesi amaçlanıyor. Milletin vekilleri ya, o yüzden…
İşte bu oturumda pek çok soruya yanıt veren akan Gül, bir konuyu atladı.
Cezaevlerindeki işkence iddiaları.
Plan Bütçe Komisyonu’nda söz alan Bitlis Milletvekili Mizgin Irgat, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nü anımsattı. Şu soruyu yöneltti:
“Van T Tipi Cezaevi’nde şiddete uğrayan kadınlar saçlarını kısaltmak zorunda kaldılar Sayın Bakan. Şiddete uğrayan, içeride işkenceye uğrayan kadınlar saçlarını kısaltıp işkencenin eziyetini azaltmak yönünde bir hareket yaptılar. Bakanlığınız bu noktada ne yaptı, nasıl bir karar aldı, bununla ilgili projesi nedir, biz bunu bilmek istiyoruz.”
Gelin görün ki, uygar memleketlerde parlamento ortamında, sorumlu siyasinin hemen reaksiyon vermesini gerektiren böyle bir soru cevapsız kaldı.