AKILLI ŞEHİRLER – İzlem Gözükeleş (Sendika.org Dergi)

Akıllı şehir projeleri, şehirlerle ilgili sorunlara karşı geliştirilen teknolojik çözümler olarak ortaya çıktılar. Birçok belediye bu modadan geri kalmamak için şirketlerle işbirliği yaparak akıllı şehir projelerine girişti. Ama son on yıla baktığımızda başarılı olduklarını söylemek zor ve inandırıcılıkları azaldı. Teknoloji şirketlerinin öncülüğünde gelişen akıllı şehir projeleri, çoğunlukla yardıma en az ihtiyacı olanlara yardımcı oldular. Çin’de olduğu gibi, hükümetlerin gözetiminde geliştirilen akıllı şehirler, halkın ihtiyaçlarına karşı daha duyarlıydılar fakat buralarda da gözetim ve denetim uygulamaları yaygındı. Yurttaş odaklı girişimlerin en önemli farkı ise “akıllı şehirde”, “akıl” kısmına değil şehre yoğunlaşmaları ve politik sorunların politik çözümler gerektiğinin farkında olmalarıydı.

Akıllı şehir teknolojileri tüm dünyada hızla yaygınlaşıyor. ABD’deki şehirlerin üçte ikisinden fazlası akıllı şehir teknolojilerini uygulamaya çalışıyor. Ama bu sefer en önde ABD değil, Çin var. Çin, eski şehirlerini yeniden inşa ediyor ve sıfırdan yeni şehirler yaratıyor. Akıllı şehir hareketi, bilişim teknolojilerinin bu iki lider ülkesiyle de sınırlı değil. Londra’dan Singapur’a, Rio de Janeiro’dan Delhi’ye ve Güney Afrika’daki Cape Town’dan Pasifik Adası’ndaki Mauritius Cumhuriyeti’ne kadar akıllı şehir teknolojileri birçok yerde deneniyor.

Mosco’nun (2019) dikkat çektiği gibi, son on yıldaki hızlı gelişmelere rağmen insanlar akıllı şehirlerin ne olduğu hakkında yeterli bilgiye sahip değiller. ATG Access’in Birleşik Krallık’ta, 1000 kişinin katılımıyla gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre katılımcıların %68’i akıllı şehrin ne olduğunu bilmiyor, %26’sı konu hakkında yeterli bilgi olmadığı için akıllı şehir kavramını endişe verici buluyor ve sadece %24’ü akıllı şehir kavramının Birleşik Krallık’ta genel güvenliği artıracağını düşünüyor (https://www.atgaccess.com/files/downloads/atg-smart-cities-whitepaper.pdf).

Akıllı şehrin herkesin ortaklaştığı bir tanımı yok. Buna karşın akıllı şehir denilince ilk akla gelen, şehirlerle ilgili sorunların dijital teknolojiler yardımıyla çözülmeye çalışılması oluyor. Bu süreçte, özellikle nesnelerin interneti, bulut bilişim, büyük veri ve yapay zekâ (YZ) teknolojileri öne çıkıyor. Aslında akıllı şehir geliştiricilerinin şehirdeki belirli etkinlikler, hareketlilikler ve altyapılar hakkında enformasyon toplayarak ve bunu işleyerek şehirleri yeniden yapılandırmalarının (ya da sıfırdan yaratmalarının) ötesinde bilgisayar gibi çalışan şehirler geliştirmeyi hedefledikleri de söylenebilir. Çeşitli kuruluşlar tarafından yapılan tanımların ise yine teknoloji merkezli olduğunu görüyoruz (https://www.akillisehirler.gov.tr/akilli-sehir-nedir/):

Akıllı ve sürdürülebilir şehir, mevcut ve gelecek nesillerin ekonomik, sosyal, çevresel ve kültürel ihtiyaçlarını gözetirken; yaşam kalitesini, şehircilik hizmet sunumunun verimliliğini ve rekabet gücünü artırmak için bilgi ve iletişim teknolojilerini ve diğer araçları kullanan yenilikçi bir şehirdir (ITU, 2016).

Şehrin planlamasını, yönetimini, inşasını, akıllı hizmetleri kolaylaştıracak Nesnelerin İnterneti, Bulut Bilişim, Büyük Veri ve entegre Coğrafi Bilgi Sistemleri gibi yeni nesil bilgi iletişim teknolojilerinin uygulandığı yeni bir kavram ve yeni bir modeldir (ISO, 2014).

Akıllı Şehir; Ekosistem varlıklarına sürdürülebilir, müreffeh ve kapsayıcı bir gelecek sunmak için fiziksel, dijital ve insani sistemlerin yapılandırılmış bir çevre ile etkin entegrasyonudur (PAS 180, 2014).

Akıllı şehir hareketinin başlangıcı IBM’nin 2009 yılında yayımladığı “Daha akıllı şehirlerin vizyonu” başlıklı rapora dayandırılıyor (https://bit.ly/3wtItDZ). Mosco (2019), IBM’nin akıllı şehir hamlesini 2008 ekonomik krizi sonrasında yeni pazarlar yaratmayı hedefleyen bir açılım olarak değerlendiriyor. Raporda yer alan vaatler akıllı şehir tanıtımlarında hâlâ oldukça yaygın: Suçla mücadele ve daha sağlıklı yaşam; trafik sıkışıklığını aşmak ve kazalara daha hızlı müdahale edebilmek; daha yüksek bağlantı hızı; su kaynaklarının kullanımında farkındalığı artırmak; tüketicilerin fiyat sinyallerini daha iyi göndermesini sağlayarak enerji sektöründeki pazar performansını artırmak. Cisco ise enformasyon ve iletişim teknolojileriyle elde edilecek verimlilik artışı, maliyet düşüşü ve yaşam kalitesindeki artış üzerinde duruyor. Şirketlere ve şehirlere akıllı şehir uygulamaları üzerine danışmanlık yapan McKinsey 2018 yılında yayımladığı raporunda şehirlerin akıllılığını, akıllı şehir teknolojilerinin varlığı, şehirlerin teknoloji yoğun altyapılara ne kadar iyi uyum sağlayabildiği ve şehir sakinlerinin gerçek zamanlı toplu taşıma bilgileri ve uzaktan tıbbi teşhis gibi akıllı şehir uygulamalarını ne kadar benimseyebildiğiyle ölçüyor. Akıllı şehir teknolojilerinin pazar payının 2027’de 463,9 milyar dolar olacağı düşünülüyor ve teknoloji sektörü, şehirleri ürünleri için önemli yeni bir pazar olarak yeniden inşa etmeye çalışıyor.

Birçok çalışmada akıllı şehirler, bilgisayar ve akıllı telefon metaforlarıyla açıklanıyor. Siemens, akıllı şehirleri bir açık hava bilgisayarına benzetiyor. Jenny McGrath de Kansas City’deki akıllı şehir projesini tartıştığı yazısında akıllı şehri, algılayıcılarla donatılmış ve uygulamalara ihtiyaç duyan dev bir akıllı telefona benzetiyor (https://www.digitaltrends.com/home/kansas-city-smart-city-technology/). Ayrıca birçok şirketin akıllı şehir projesinde şehirler bir bilgisayar sistemi gibi ele alınıyor. Hitachi, sibernetik şehir vizyonuyla hareket ediyor (https://www.hitachi.com/rev/pdf/2012/r2012_03_all.pdf); Microsoft; şehri, birbiriyle bağlantısız, ayrı, kapalı, gevşek bir şekilde bağlanmış katmanlar dizisi olarak diyagramlaştırıyor (https://bit.ly/3sN5TmE); IBM’nin şehirlerdeki süreçleri kontrol etmek üzere tasarladığı akıllı işlemler merkezi ise bilgisayarların merkezi işlem birimlerini (CPU) anımsatıyor (https://ibm.co/3o64CDE).

Mosco (2019), bilgisayar ya da akıllı telefon metaforu yerine daha esnek gördüğü platform metaforunu tercih ediyor ve şehri sadece bir şey olarak değil, bir süreç olarak ele alıyor. Platformlar en genel anlamıyla iki ya da daha fazla kullanıcının etkileşimini sağlayan dijital altyapılar. Son yıllarda yaygınlaşan platform ekonomileri, müşteriler, servis sağlayıcılar, üreticiler, tedarikçiler ve fiziksel nesneler gibi farklı tarafları bir araya getiriyorlar. Bilgisayar ve akıllı telefon metaforları yerine akıllı şehirleri, kullanıcıların gereksinimlerini karşılayan, fiziksel bir alanda yer alan bir platform olarak görmek buralardaki gerilimleri ve güç ilişkilerini daha açık seçik görebilmemize yardımcı oluyor. Böylece kullanılan teknolojiler yerine farklı çıkar ve çatışmaları tartışabiliyoruz.

Neden akıllı şehirler?

Şirketler, artan dünya nüfusu ve şehirleşme nedeniyle akıllı şehirlerin bir gereklilik olduğunu iddia ediyorlar. 2050 yılında dünya nüfusunun %70’inin şehirlerde yaşayacağını fakat şehirlerin bunun için hazır olmadığını, şehirlerin değişen koşullara uyum sağlaması gerektiğini belirtiyorlar. Her bir şirketin başlangıç noktası şehirlerin gelecekte yetersiz kalacağı tezi olmasına rağmen akıllı şehirlerde öne çıkardıkları konular farklılaşıyor. Enerji tasarruflu cihazlar üreten bir şirket akıllı şehir söylemini çevresel sorunlara karşı geliştirilen çözümler üzerine kuruyor. Yüksek teknolojili aydınlatma altyapıları satan bir şirket kamu güvenliğiyle ilgili konuları gündeme getiriyor. Ağ hizmetleri ve geniş bant altyapısı sağlayan bir şirketin sunumlarında akıllı şehrin olaylara hızlı yanıt verebilmesi başköşede oluyor.

Halegoua (2020), akıllı şehirleri meşrulaştırmak için ortaya atılan iddiaları beş başlık altında ele alıyor: Verimlilik, farkındalık ve yanıt verebilirlik, sürdürülebilirlik, ekonomik gelişme ve yurttaş katılımı.

Son yıllarda uygulanan tasarruf politikaları belediyeleri yeni arayışlara yöneltiyor. Küresel ve ulusal politikadaki sorunlar karşısında belediyeler teknolojiye dayalı stratejilere yönelerek verimliliği artırmaya ve maliyetleri düşürmeye çalışıyorlar. Bu stratejilerin temelinde veri yer alıyor. Kamu hizmetleri hakkında toplanan verinin, hizmetlerin verimini artıracağı vurgulanıyor. Örneğin kar temizleme makinelerinin en gerekli yerlere yönlendirilmesi, elektrik kesintilerine daha hızlı yanıt verilebilmesi, enerji kaynaklarının artan veya azalan talebe göre ayarlanması gibi örneklere sık rastlanıyor. Akıllı şehir anlatılarında verimlilik ve optimizasyon önemli bir yere sahip.

Farkındalık ve yanıt verebilirliğin temelinde şehrin kaotikliğiyle mücadele var. Her yere yerleştirilen kamera ve algılayıcılarla, şehirdeki etkinlikleri izlemeyi ve sorunları önceden tahmin edebilmeyi hedefliyorlar. Bunun için de şehir etkinliklerinin verileştirilmesi ve analiz edilmesi gerekiyor. Donanım ve yazılım satan şirketler verinin yararları ve önemi üzerinde fazlasıyla dursalar da belediyeler, topladıkları veriyi anlamlı amaçlar için kullanmada yetersiz kalıyorlar. Çoğu zaman ne için kullanabileceklerini bilmedikleri veri yığınlarıyla baş başa kalıyorlar.

Başta Siemens olmak üzere bazı şirketlerin akıllı şehir anlatısı sürdürülebilirlik üzerine kurulu. Siemens, enerji rezervlerinin sınırlılığına ve yenilenebilir enerjinin artan önemine işaret ediyor. Siemens’e göre bütünleştirilmiş teknolojiler ve veri, şehirleri daha yeşil, çevre dostu yapacak ve kaynakların daha verimli kullanılmasına yardımcı olacak. Örneğin nesnelerin internetinin fiziksel yapılara ve yönetim sistemlerine entegre edilmesi ve kullanıcılara enerji tüketimi hakkında gerçek zamanlı bilgi vermesi, evrensel yararla beraber maliyet ve enerji verimliliği de sağlayacak.

Akıllı şehirlerin ekonomik gelişmeye katkısı ise üç iddiaya dayanıyor: Şehir yönetimlerinin tasarruflarının artacağı; akıllı şehir ürünlerinin satışının yeni gelir kaynakları yaratacağı; iş ve yeteneklere ev sahipliği yapmanın şehri ekonomik etkinliklerin merkezi yapacağı. Teknoloji firmalarının yanı sıra artan bağlantılılığın ve veri güdümlü servislerin toplumun marjinal kesimleri için de iş olanaklarını artıracağı iddia ediliyor. Ayrıca bu kesimlerin daha sağlıklı gıda kaynaklarına, sosyal hizmetlere ve potansiyel işverenlere erişimi artacak.

Ama akıllı şehrin ne olduğu, kimin çıkarlarını temsil ettiği, hangi sorunların üstesinden gelmeyi iddia ettiği vb. sorular akıllı şehirlerin kim tarafından ve nasıl geliştirildiği ile doğrudan ilişkili bir durum. Bu bağlamda, bir akıllı şehri geliştirmenin ve yönetmenin çeşitli yolları olsa da üç temel eğilimle karşı karşıyayız. Birinci eğilim, akıllı şehirlerin şirketlerin (çoğunlukla teknoloji şirketlerinin) öncülüğünde geliştirilmesi. İkinci eğilim, özellikle Çin’de olduğu gibi akıllı şehirlerin yerel, bölgesel ve ulusal düzeydeki resmi kurumların öncülüğünde geliştirilmesi ve yönetilmesi. Üçüncü eğilim ise kamusal alanı, verinin kamusal sahipliğini ve yönetimini, akıllı şehir geliştirme sürecine tam katılımı hedefleyen yurttaş odaklı akıllı şehirler.

Şirketlerin öncülüğünde geliştirilen akıllı şehirler

Her akıllı şehir planı kendine özgü olsa da iki temel yaklaşım var. Birinci yaklaşım, var olan bir şehrin altyapısını yeni ulaşım, enerji ve iletişim ağları yaratan yeni internet teknolojileri (bulut bilişim, büyük veri, nesnelerin interneti ve 5G) ile yeniden inşa etmek. İkinci yaklaşım ise yeni bir şehir inşa etmek. Bunun yanında pilot teknolojilerin denendiği akıllı şehir örnekleri de var.

Akıllı şehirler gerçekten de IBM’nin hedeflediği gibi teknoloji şirketleri için yeni bir pazar oldu. Şehirlerini akıllandırmak isteyen belediye yönetimlerine donanım, yazılım ve danışmanlık sattılar; onlarla beraber akıllı şehirler inşa ettiler. Teknoloji şirketleri şehir yönetimlerini merkezi izleme ve karar alma tesisleri için ikna etmeye çalıştılar. Bunda ilk başarılı olan, 2010 yılının sonunda Rio de Janeiro’da, Rio Operasyon Merkezi’ni kuran IBM’ydi. Merkez, başlıca birimlerdeki (polis ve itfaiye gibi) gelişmelerin yanında şehirdeki çeşitli olayları (hava durumu, elektrik, su, çöplerin toplanması vb.) tek bir yerden izleyebiliyordu. Herhangi bir kamu aracının nerede olduğu bilmek mümkün oluyordu.

Ancak Merkez’in faaliyetleri şeffaf değildi ve tüm şehre yayılan bu kameraların konuşlandırılmasında yurttaş katılımı söz konusu değildi. Merkez, 2014 Dünya Kupası ve 2016 Olimpiyatları’ndaki protestoları izlemek için kullanıldı. Belediye Başkanı, yaptığı bir konuşmada her bir köşenin 7 gün 24 saat izlendiğini övünerek anlatıyordu. Fakat akıllı şehir teknolojilerinin, eşitsizlik, yoksulluğun yönetişimi veya şehrin planlanması için kullanılmadığını vurgulayan eleştiriler de vardı. Siemens de Singapur’da Şehir Kabini adı verilen bir merkez inşa etti. Başka şehirlerde de benzer girişimler oldu ancak gözetim ve merkezileşmeden duyulan kaygılar örgütlendiğinde belediyeler ve şirketler projelerini rafa kaldırmak zorunda kaldılar.

Şirketler, şehir yönetimlerine doğrudan teknoloji satmanın yanında akıllı şehirlere farklı stratejilerle eklemleniyorlar. Amazon, Seattle’ı tamamen otomatikleştirilmiş Amazon Go dükkânları gibi yenilikleri test edebileceği bir teknoloji laboratuvarı olarak görüyor.

Google, 2015 yılında Sidewalk Labs adlı birimini kurduktan sonra şehirlerin yeniden yapılandırılmasında daha aktif roller üstlenmeye başladı. Ancak kendisine bir şehir teslim edildiğinde ne yapabileceğini tüm dünyaya göstermek isteyen Google’ın hayali, Toronto’yla yapılan anlaşma sonrası gerçek oldu. Artık sürücüsüz araçlar, uyarlanabilen trafik şeritleri ve lambaları, ses ve kirliliğin izlenmesi, İHA’larla teslimat, karın eritildiği ısıtılmış bisiklet yolları gibi yenilikleri deneyebileceklerdi.

Akıllı şehirler, şehirler için fazlasıyla maliyetli ve teknoloji şirketleri için kârlı bir iş. Şehir yönetimleri, şirketlerle farklı ortaklıklar kuruyor. Yurttaşların katılımsızlığının ötesinde şirketler seçilmiş yöneticilerin de yerini alabiliyor. Ama daha ilginci elde ettikleri alanlarda sıfırdan şehirler kurmayı deneyen girişimciler.

Facebok, Menlo Park’taki genel merkezinin yanındaki Willow Village semtinde 1500 apartman dairesinin yanında dükkânlar, okullar, parklar ve bir kültür merkezi içeren bir kasaba inşa ediyor. Genel merkezin yakınında yaşayan çalışanlar bu apartmanların ilk sakinleri olacak.

Elon Musk’ın Tesla’sının Avustralya’da inşa ettiği YarraBend, Tesla bataryalardan, Tesla güneş enerjisinden, Tesla taşımacılıktan ve Tesla şarj istasyonlarından yararlanacak. Tesla ve ortaklarına göre YarraBend sakinleri tipik bir yerleşim yerinden %80 daha az çöp üretecek ve %43 daha az su tüketecek. Fakat içerdiği tüm ileri teknoloji uygulamalarına rağmen 80 yıllık bir kâğıt fabrikasının neden olduğu asbest kirliliği YarraBend’in işini zorlaştırıyor. YarraBend’i geliştirenler araziyi satın aldıklarında asbestten haberdar olduklarını ama kirliliğin kapsamı ve onu temizlemenin maliyetinden haberdar olmadıklarını iddia ediyorlar. Şehri geliştirenlerle araziyi satan şirket arasındaki dava devam ediyor.

Bill Gates’in adı ise Arizona çölündeki Belmont’ta inşa edilen bir akıllı şehir ile beraber anılıyor. Gates’in sürecin ne kadar içinde olduğu tam bilinmiyor. Şehir yaklaşık 140 km2 bir alanda inşa edilecek ve şehrin %10’u ticari faaliyetlere, %1’i de kamu okullarına ayrılacak. Şehirde 80.000 evin olması ve 200.000 kişinin yaşaması planlanıyor. Ama su kaynağı hakkında sorunlar var.

Blockchains LCC, blokzincirinin hayatın her alanında olduğu, sıfırdan bir şehir inşa ediyor. Şehir yapay zekâ, nanoteknoloji ve 3B yazıcılar ile bir teknoloji cenneti olacak. Kuzey Nevada çölünde, 283 km2’lik alanda inşa edilecek şehirde evler, apartmanlar, okullar, üniversite kampüsü ve hatta bir banka olacak. Şirketin sahibi Jeffrey Berns, bankalardan pek haz etmeyen birisi ve kendi başına blokzinciri teknolojisine dayanan bir banka inşa etmek istiyor. Suyun nereden geleceği ise yine belirsiz.

Bir iş geliştirme merkezi olan Y Combinator’ın arkasında olduğu Yeni Şehirler İnisiyatifi ise çılgın projelerle arasına mesafe koymaya çalışıyor ve mevcut yasal kısıtlamaları göz önüne alarak mümkün olan en iyi şehri tasarlamaya çalıştığını öne sürüyor. Y Combinator, herhangi bir yer belirtmiyor fakat kriterlerine uyan yerlere yatırım yapacağını söylüyor. Y Combinator, birçok akıllı şehir projesinde hiç gündeme gelmeyen bazı soruları soruyor:

  • Şehri ne için optimum hale getirmeliyiz?
  • Bir şehrin verimliliğini nasıl ölçmeliyiz?
  • Hangi değerleri şehir kültürüne yerleştirmeli veya yerleştirmemeli?
  • Şehirler daha fazla insanın mutlu olmasına ve potansiyellerine ulaşmasına nasıl yardımcı olabilir?
  • Çeşitli insanlar şehirde yaşamaya ve çalışmaya nasıl teşvik edebilir?
  • Yurttaşlar yönetime nasıl rol göstermeli ve katılmalı?
  • Bir şehrin sürekli geliştiğinden ve her zaman değişime açık olduğundan nasıl emin olabiliriz?
  • Konutları nasıl ekonomik hale getirebiliriz?
  • Bir şehirdeki araçlar için doğru rol nedir?
  • Daha yaşanabilir yerler yaratmak için kamusal ve özel alanları nasıl düzenleyebiliriz?
  • Şehirler arası hızlı ulaşımı nasıl uygun fiyatlı hale getirebiliriz?
  • Kolay anlaşılır ve kapsamlı kural ve düzenlemeleri nasıl yapabiliriz?
  • Yeni şehrin çevredeki topluluk üzerinde ne gibi etkileri olacak?

 

Belki doğru sorular, ama Mosco’nun (2019) endişesine hak vermemek elde değil: Start-up mantığıyla bir şehir kurulabilir mi?

Hükümetlerin yönettiği akıllı şehirler

Çin, akıllı şehir teknolojilerini kullanan, eski şehirlerini yenileyen, sıfırdan yeni şehirler yaratan ülkelerin başında geliyor. Çin’in akıllı şehirleri sosyal kredi notu gibi gözetim uygulamaları ile gündeme gelmesine rağmen Batı’daki örneklerine göre daha planlı ilerliyor. Ama Çin’e geçmeden Singapur’a kısaca bakmakta yarar var.

Singapur, merkezi ulusal hükümetin kontrolünde akıllı şehirler yaratmak isteyen ülkeler için bir model sağlıyor. Singapur, Çin ve Hindistan’daki akıllı şehir projelerine esin kaynağı olmasının yanında Dubai’yi bir akıllı şehir yapmak isteyen Birleşik Arap Emirlikleri’ne de örnek oldu. Altyapıyı ve insanları izlemeyi hedefleyen bir akıllı şehir girişimini 2014 yılında başlatan ve daha en başından gözetim güdüsüyle yola çıkan Singapur, kendi yurttaşları ve ülkeye gelen ziyaretçiler hakkında topladığı verinin kullanımı ve yönetimi üzerine yoğunlaştı. Kısa sürede sokağa çöp atanların belirlenip cezalandırıldığı ve evsizlere sıfır tolerans gösterilen bir şehir haline geldi. 2016’da şirketlerle bir anlaşma yaparak hemen hemen her yeri algılayıcılarla donattı. Böylece kamusal alanlardan alışveriş merkezlerine kadar şehri izlemek, ülkede kayıtlı her bir aracın hareketini takip etmek olanaklı hale geldi. Ayrıca halka açık huzurevleri gibi yerler de yoğun olarak izleniyor ve sürekli gözetim sayesinde herhangi bir olumsuz durumda aileler hızla haberdar ediliyor.

Veriler, Sanal Singapur adı verilen çevrimiçi bir platformda toplanıyor ve hükümet bu platform sayesinde gerçek zamanlı olarak ülkenin gidişatı hakkında genel ve özel bilgilere erişebiliyor. Veri yardımıyla geliştirilen algoritmalar hükümete salgınların yayılışı ve kalabalıkların bir terörist saldırıya nasıl tepki verebileceği hakkında kestirimlerde bulunabilmesine; hükümetin insanları belirli davranışlara yönlendirebilmesi için dürtmesine yardımcı oluyor. Siemens’in geliştirdiği Şehir Kabini adı verilen merkezi operasyon birimi çevrimiçi karar almayı hızlandırıyor.

Singapur, tüm bunları kamuoyunun görüşünü almadan ve verinin kullanımı hakkında herhangi bir sınırlama olmadan yaptı. Kararlar merkezi olarak ve kamuoyunun bilgisi olmadan alınıyor. Devlet kurumları, başta ulaşım, iletişim ve barınma altyapısı (nüfusun %80’i devlet konutlarında yaşıyor) olmak üzere olmak üzere gündelik hayatı birçok açıdan kontrol ediyor. Fakat Mosco’nun (2019) vurguladığı gibi Singapur, güçlü merkezi yönetimler tarafından yönlendirilen akıllı şehir projelerinin risklerini de ortaya koyuyor. Temiz sokakların, az suçun, verimli ulaşımın, geniş bant iletişimin ve evsizlerin daha az görünür olmasının bir bedeli var. Yurttaşlar bu bedeli şimdiye kadar görülmemiş bir düzeyde olan ve hayatın her alanını yöneten, yönlendiren ve metalaştıran gözetimle ödüyorlar. Ayrıca bilgisayar korsanlarının düzenli saldırılarına karşı hazırlıklı olmaları gerekiyor.

Çin

5,6 milyon nüfusa sahip bir şehir devleti olan Singapur’un karşı karşıya olduğu sorunlar 1,4 milyarlık Çin’de devasa boyutlara ulaşmasına rağmen akıllı şehirler, Çin hükümetinin politikalarında merkezi bir yere sahip. Dünyada planlama veya geliştirme aşamasında olan yaklaşık 1000 akıllı şehir projesi var ve bunların yarısı Çin’de. Çin’in akıllı şehir stratejisi 2011’de, 12. Beş Yıllık Plan’da yer aldı ve 2011-2013 yılındaki planda Şangay’ın akıllı şehre dönüştürülmesine karar verildi. Şangay gibi eski şehirlerin yanında sıfırdan kurulan akıllı şehirler de var (a.g.e.).

Şangay, kent sakinleri için çoğu devlet hizmetine erişimi birleştiren ve kolaylaştıran bulut tabanlı bir platform olan Citizen Cloud’a ev sahipliği yapıyor. 2017 yılı sonu verilerine göre Şangay sakinlerinin üçte biri bu platformu kullanmış. Şehirde Huawei ile birlikte geliştirilen ve sürücülerin mevcut park yerlerini bulmasını kolaylaştıran bir uygulama kullanılıyor. Kamera ve algılayıcılardan toplanan veri, yeni enformasyon araçları geliştirebilmeleri için şirketlerle de paylaşılıyor.

Pekin, Guangzhou, Xi’an ve Hangzhou gibi eski şehirlerde de çeşitli akıllı şehir uygulamaları var. Pekin’de bilet veya kart almaksızın toplu ulaşım araçlarını kullanabilmeyi sağlayan bir mobil uygulama kullanılıyor. 11.000’i start-up olmak üzere 140.000 teknoloji şirketine ev sahipliği yapan Guangzhou, iş inovasyonunun akıllı şehri olarak görülüyor. Guangzhou’da özellikle sağlık sistemleri ön planda. Guangzhou’daki büyük hastaneler, vatandaşların randevu alabilecekleri, ücret ödeyebilecekleri ve diğer sağlık hizmetlerine erişebilecekleri bir uygulamaya sahipler. Yeni internet teknolojilerinden yararlanan Xi’an, kırdan şehre göçün kaydını tutuyor ve kamu hizmeti programları geliştiriyor. Hangzhou, Çin’in Amazon’u Alibaba ile birlikte çalışıyor. Şehirdeki algılayıcılar ve gözetim kameralarının yardımıyla, yol koşulları hakkında gerçek zamanlı veri toplanıyor ve veriler, şehirdeki büyük kavşaklarda trafik sinyallerini kontrol eden bir yapay zekâ merkezine iletiliyor.

Çin’in Ningşia Hui Özerk Bölgesi’nin merkezi olan Yinchuan, diğer şehirlere göre daha küçük olmasına rağmen daha çok ilgi çeken bir şehir. Şehir nüfusunun üçte biri Müslüman Hui’lerden oluşuyor. Bazıları hükümetin Yinchuan’a yaptığı yatırımı diğer azınlıklara göre daha uysal olan bir azınlığı desteklemesiyle ilişkilendiriyor. Yinchuan, ziyaretçileri selamlayan ve yönlendiren hologramlardan şehrin dört bir yanında bulunan güneş enerjili çöp kutularına kadar tam bir teknoloji cenneti. Bu teknolojiler içinde en çok konuşulan ise yüz tanıma teknolojisi. Yinchuan’da yüzünüz kredi kartı, otobüs bileti ve bazı binalara girebilmeyi sağlayan giriş kartı yerine geçiyor. Yinchuan, gözetim uygulamaları nedeniyle sıkça eleştirilmesine rağmen hükümet bu eleştirileri pek umursamıyor, tam tersine her fırsatta bu şehri sergilemekten gurur duyuyor.

Çin, sıfırdan tamamen akıllı şehir inşa etmede de diğer ülkelerin çok ilerisinde. Genellikle hükümet ve büyük teknoloji firmalarının işbirliğiyle altyapıda (özellikle de taşımacılık ve iletişimde), politika ve güvenlikte verimliliği hedefleyen planlar geliştiriliyor. Ancak Çin’in Xiong’an’da olduğu gibi farklı girişimleri de var. Hükümet Xiong’an’ın yalnız akıllı değil, yeşil bir şehir olması için de çaba gösteriyor. Şehrin düşük karbon ekonomisi için bir model olması bekleniyor.

Başka yerlerde de Xiong’an benzeri girişimler var: Songdo (Güney Kore), Masdar City (Birleşik Arap Emirlikleri), PlanIT Vadisi (Portekiz). Bu yerler başarı ve başarısızlıklarıyla gelecek için bir laboratuvar olma özelliğine de sahipler. Örneğin Songdo da yeni internet teknolojileriyle donatılmış. Çöp kamyonlarına gerek kalmadan çöpler toplanıyor ve elektriğe dönüştürülüyor. Şehirdeki algılayıcılar trafiği düzenliyor ve herkesin çevrimiçi eğitime erişim hakkı var. Fakat projenin uzaması, gerçek metropollerden uzak olması, çok pahalı ve fazla arındırılmış bir bölge olması Songdo’yu bir hayalet kasabaya dönüştürmüş.

Çin, Xiong’an’da bu sorunları aşmak için buranın özel şirketler için bir inovasyon merkezi ve Pekin’in emrinde bir hükümet merkezi olması için çaba gösteriyor. Biyoteknoloji ve tarım endüstrileri için yeşil araştırma, geliştirme ve üretim konusunda uzmanlaşma hedefleniyor. Ayrıca merkezi hükümetin idari faaliyetlerine de ev sahipliği yaparak hava kirliliği ve bürokrasiyle boğuşan Pekin’in yükünü azaltması bekleniyor. Çinli plancıların Songdo’dan aldığı en önemli ders, Xiong’an’ın uzun erimli bir plan olarak değerlendirilmesinin önemli olduğu. Xiong’an, yavaş gelişen ve tam potansiyeline 2035’te erişmesi planlanan bir proje olarak yürütülüyor. Xiong’an, giderek daha önemli hale gelen iklim değişikliği için de bir model olacak. Mosco’nun (2019) vurguladığı gibi çevre duyarlılığı akıllı şehir projelerinde sıkça gördüğümüz gibi basit bir halkla ilişkiler stratejisi değil. Merkezi hükümet, iklim değişikliği, yükselen denizler ve Şangay gibi bazı kıyı şehirlerinin su baskını riski altında olmasını ciddiye alıyor.

Mosco (2019), akıllı şehirlere yapılan büyük yatırımın Çin’in bir tarım toplumundan, önce sanayi, sonrasında da enformasyon toplumuna geçiş stratejisi bağlamında ele alınması gerektiğini belirtiyor. Bu geçiş için altyapıya büyük yatırımların yapılması şart. Akıllı şehirler sundukları yeni iş ve yaşam biçimi olanakları ile insanların ilgisini çekiyor. Bu da Çin hükümetinin dijital sektördeki şirketleri desteklemek ve kontrol etmek, toplumu ileri teknolojilerle yönetmek/izlemek gibi tartışmalı politikalarını meşrulaştırmasına yardımcı oluyor.

Alibaba, Ping An, Tencent ve Huawei; Çin’deki akıllı şehir projelerinin önemli bileşenleri. Çin hükümetinin, yabancı şirketlerin faaliyetlerini sınırlandırması Çinli şirketlerin işini kolaylaştırıyor. Amazon’un yerini Alibaba, Google’ın yerini Baidu, Facebook’un yerini Tencent, Uber’in yerini Didi Chuxing dolduruyor. Çin hükümetinin şirketlerle ilişkisi her zaman pürüzsüz olmasa da hükümetin ileri teknolojinin geliştirilmesinde tartışmasız bir otoritesi var. Örneğin, Çin’in akıllı şehir uygulamalarını desteklemesinin arkasındaki en büyük güdülerden biri buralardan elde edeceği devasa miktarda kişisel ve kurumsal veri. Hükümet, fotoğrafları, videoları ve metinleri düşük ücretlerle çalıştırdığı insanlara etiketlettirerek yapay zekâ endüstrisine (sürücüsüz arabalar, yüz tanıma sistemleri ve algoritmik karar alma sistemlerinin geliştirilebilmesi için) önemli bir kaynak sağlıyor.

Çin ayrıca yurttaşlarının davranışlarını izlemek ve düzenlemek için dijital araçlar geliştiriyor. Bunlardan en dikkat çekeni ise Batı’daki finansal kredi notunu örnek alan sosyal kredi notu sistemi. Sosyal kredi notu sistemi, yurttaşların dijital ayak izlerinden besleniyor ve şehir akıllandıkça yaşamın kayıt altına alınma oranı da artıyor. Kişinin kırmızı ışıkta geçmesi, bir kredi ödemesini aksatması, hükümeti eleştiren bir posta atması kredi notunu düşürüyor ve bazı resmi hizmetlerden (ehliyet, pasaport yenilemek gibi) yararlanabilme şansını azaltıyor. Tam tersine, yurtseverliği gösterme veya yasaları ihlal edenleri bildirme gibi hükümetin hoşuna gidecek davranışlar sosyal kredi notunu yükseltiyor. Kişinin vize almasını ya da çocuğunu iyi bir okula kaydını yaptırabilmesini kolaylaştırıyor. Ancak 1,4 milyarlık Çin’den elde edilen büyük verinin analizinde karşılaşılan sorunlar nedeniyle Çin’in sosyal kredi notu uygulaması yavaş ilerliyor; daha çok akıllı şehirlerde denemeler yapılıyor.

Mosco (2019), Çin’in teknoloji destekli gözetiminin Batı’nın çok ilerisinde olduğunu iddia etmenin abartılı ve Silikon Vadisi şirketlerinin uygulamalarını hafife almak olacağını yazıyor. Silikon Vadisi’nin gözetim kapitalizmi, Çin’in sosyal kredi notu sisteminin temelini oluşturuyor. Akıllı şehir söylemi, karmaşık bir toplumu daha verimli yönetmenin bir yolu olarak meşrulaştırılıyor. Artan gözetim uygulamaları için de aynı şeyi söyleyebiliriz.

Hindistan

Herhangi bir hükümet, Çin’in başarısının tekrar edebilir mi? Hindistan bunu tartışmak için iyi bir örnek olabilir. Hindistan bir zamanlar Batı’daki çağrı merkezlerinin taşeronlaştırıldığı, BT değer zincirinin altlarında yer alan bir ülkeydi. Ancak son yıllarda yazılım sektöründeki başarıları Hindistan’ı BT değer zincirinde yukarılara taşıdı. Sektördeki işgücü maliyetlerinin Batı ülkelerine göre daha düşük olması Hindistan’ın Batı ülkeleriyle rekabet edebilmesini sağlıyor. Hindistan hükümeti, 2015 yılında 100 akıllı şehir yaratmayı ve 500 şehri de yenilemeyi planlarken en çok nitelikli işgücüne güveniyordu.

Fakat Hindistan’ın Çin’e göre en büyük dezavantajı hükümetin Çin’deki kadar güçlü ve rakipsiz olmaması. Örneğin, akıllı şehirler kapsamında yürütülen projelerden biri olan Aadhaar’ın 1,3 milyar yurttaşın kişisel bilgilerini ve fotoğrafını buluta yüklemek istemesi büyük bir muhalefetle karşılaştı. Aadhaar, yurttaşların indirimli gıda gibi devlet yardımlarını almalarına yardımcı olacaktı. Dükkânlar, kişinin parmak izini tarayarak Aadhaar üzerinden bir doğrulama yapacaktı. Fakat mahremiyet ve sistemin bilgisayar korsanlarının saldırısına uğrama potansiyeli büyük protestolara neden oldu.

Ayrıca parlamentonun daha az merkezi olması ve merkezi yönetimle şehir yönetimleri arasındaki politik tartışmalar akıllı şehir projelerini olumsuz etkiledi. Bazı yerlerde ise şehir sakinlerinin itirazlarına rağmen yürütülen çalışmalar vardı. Bunlardan biri de Bhopal’di. 2-3 Aralık 1984’te, Union Carbide adlı şirketin tesislerindeki gaz sızıntısından 500.000 Bhopalli etkilenmiş, binlercesi ölmüştü. Doğal olarak Bhopal halkı Batılı şirketlere güvenmiyordu; akıllı şehir projesinin yine bir Batılı şirketle (Hewlett Packard) beraber yürütülecek olması tepkilere neden oldu. Algılayıcılar veri toplayacak; algoritmalarla işler daha verimli yürütülecek ve maliyetler düşecekti. Fakat şehir akıllanırken, düşük gelirli bölgeler akıllı mahallelere yer açmak için yıkıldı; yoksulların gittiği 11 okul ortadan kaldırıldığı için okula devam azaldı. Verimlilik adına şehrin yönetimi yerel, seçilmiş yöneticiler yerine Bhopal Akıllı Şehir Geliştirme Kuruluşu adlı özel bir birime devredildi.

Hindistan’daki akıllı şehir projeleri Çin’dekiler kadar iddialı değildi ve bunun için ayrılan para daha azdı. Ama sorun paradan çok planlamadan kaynaklanıyordu. Alt sınıfların ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak dikkatli bir planlama yapılamadığından çoğunlukla üst sınıfların çıkarlarına hizmet eden çalışmalar yapıldı ve bu da var olan eşitsizlikleri artırdı. Belirli hedefler, proje teslim tarihleri ve değerlendirme için planlar yoktu. Şehirlere CCTV kameralar yerleştirmek ve güneş enerjili sokak lambaları kullanmak bir şehri akıllı yapmaya yetmiyordu. Yoksullar yerlerinden edilirken buralarda inşa edilen yerlere zenginler taşındılar.

Çin, Hindistan’a göre çok daha başarılı. Akıllı şehirler için daha çok yatırım yapılıyor ve çok sayıda başarı öyküsü var. Fakat şunu da akıldan çıkarmamak lazım: Çin’de Hindistan’da olduğu gibi akıllı şehir çalışmalarının karanlık yönlerini kamuoyuna iletebilecek bir basın yok. O yüzden Çin’in karanlık taraflarını bilemiyoruz. Hindistan’ın önemli şirketlerinden olan ve ülkenin BT’deki başarısında önemli bir yere sahip olan Tata Grup, akıllı şehirler hakkında hazırladığı bir raporda akıllı şehir projelerindeki başarısızlıkları ele alırken katılımcılık sorununa işaret ediyor; insanlara yapılan sunumların teknik içeriklerle dolu olduğunu, insanların kendi ihtiyaçlarını ve taleplerini ifade edebilme şansını bulamadıklarını belirtiyor. Alibaba ve Baidu’nun Çin hükümetinin politikalarını böyle alenen eleştirebilmesi ve Çin hükümetinin de kendini bu eleştirilere yanıt vermek zorunda hissetmesi pek kolay değil.

Yurttaş odaklı akıllı şehirler ve teknolojik egemenlik

Akıllı şehirlere yöneltilen eleştirilerin başında özellikle akıl kısmına odaklanılması ve şehrin göz ardı edilmesi geliyor. Akıllılık ise dijital teknolojilerin kullanımına indirgeniyor. Şehirlerin akıllı işlemediği ve çeşitli verimsizliklerle dolu olduğu, şehrin veriler üzerinden okunmasıyla söz konusu verimsizlik sorununun çözülebileceği düşünülüyor.

Şehir, her şeyden önce insanların yaşadığı ve birbirleriyle etkileşime girdiği bir yer. Ancak akıllı şehir geliştiricilerin vizyonlarında insanlar veri üreticileri, tüketiciler (veya müşteriler) ve şehrin pürüzsüz işleyişinin önündeki engeller olarak yer alıyorlar. İnsanların alışkanlıkları ve istekleri bir engel olarak görülüyor. Bu nedenle var olan bir şehri akıllandırmaktansa sıfırdan akıllı şehirler inşa etmek daha cazip görünüyor. Fakat sıfırdan inşa edilen akıllı şehirler, ne sıradan insanlar ne de girişimciler için bir çekim noktası olabildi; birçoğu hâlâ tenhalığıyla dikkat çekiyor.

Akıllı şehirler, çeşitli eleştirilerle karşı karşıya: Ütopik vizyonları, verimliliği her şeyin üzerinde görmeleri, gerçekte olmayan (varsaydıkları) sorunlar için çözümler geliştirmeleri, amaçsız ve kontrolsüz biçimde her yere döşenen algılayıcılarla artan gözetim ve mahremiyet ihlalleri… Morozov ve Bria (2018), teknokratik yaklaşımlara yöneltilen bu eleştirilerinin yerinde olduğunu fakat bu eleştirilerde çoğu zaman şehirlerin sosyal aktörler oldukları kadar kapitalist birikimin de motoru olduklarının atlandığını ve bugün şehirlerde yaşanan dönüşümde etkili olan ekonomik ve politik süreçlerin akıllı şehir tartışmalarından çok daha önce sahnede olduğunu savunuyor. Bu bağlamda, jeopolitiği ve neoliberal ideolojinin şehirleri nasıl engellediğini ve kısıtladığını tartışmak alternatif politikaların geliştirilebilmesi için önemli. Akıllı şehir platformlarında sadece şirketler ve belediyeler yok; devletler de var. Bu nedenle Hindistan’da ABD, Alman ve Çin firmaları arasındaki akıllı şehirlerin inşası için pazar kavgası kızıştığında bu üç ülkeden politikacılar arabuluculuk yapmak zorunda kaldılar. Belediye yönetimlerinin şirketlerle işbirliği de çoğunlukla yoldan çıkmış yetkililer yüzünden değil, neoliberalizmin son otuz yıldır belediyelerin özerkliğini ve alternatiflerini kısıtlamış olmasından kaynaklanıyor.

Belediyeler, farklı nedenlerle akıllı şehir projelerine yöneliyorlar. Birincisi, iddialı ve evrensel olarak kabul gören hedefler (yurttaş katılımını artırmak, kamu hizmetlerini kişiselleştirmek, ulusal ve yerel yönetimlerde bürokrasiyi azaltmak, daha yaşanılabilir bir çevre yaratmak, ekonomik büyüme, yaratıcılığı artırmak vb.) için teknolojiden yararlanmak istemeleri. Önceki bölümde belirttiğim gibi şirketler tam da bu tip ihtiyaçları karşılayabildiklerini iddia eden çözümler satıyorlar. İkincisi ve daha az tartışılan ise bütçe kesintileri ve kemer sıkma politikalarının zorlayıcı etkisi. Akıllı teknolojilerin tasarruf sağlayacağı beklentisi ve şirketlerin dillerinden düşürmediği verimlilik ve optimizasyon sözcükleri belediyelere çekici geliyor.

Morozov ve Bria’nın (2018) altını çizdiği gibi belediyelerin akıllı şehir deneyleri ve neoliberalizmin düzenleyici aygıtları iç içe geçmiş durumda. Neoliberalizm, merkezi hükümetlerin merkeziyetçiliğinden ve düzenlemelerinden muaf olmakla övünse de çeşitli derecelendirme kuruluşları tarafından yapılan ve daha görünmez olan düzenlemeler içeriyor. Şehirlerin derecelendirme kuruluşlarının tablolarındaki yeri, yatırımcıların kararlarında ve borç bulabilmelerinde etkili oluyor. Ulusal hükümetlerin belediyelerin bütçelerini kesmesi, belediyelere borç almaktan başka bir seçenek bırakmıyor. Bu nedenle, akıllılık şehirlerin bir tercihinden çok para bulma ve yatırımları çekmeyi kolaylaştıran bir etiket olabiliyor. Diğer yandan, verimlilik takıntısı ve her şeyi verileştirme tutkusu, nicelleştirmeye büyük önem veren neoliberal politikaların uygulanabilirliğini artırıyor. Belediye hizmetlerinin özelleştirilmesi ve taşeronlaştırılması uluslararası finans danışmanlığı firmalarının (Ernst & Young, Deloitte, PwC, KPMG) öncülüğünde yürütülüyor. Sosyal ve politik problemlerin metalaştırılmasıyla normal şartlarda çözümün bir parçası olamayacak bankalar ve finansal kuruluşlar gibi aktörler oyuna dahil oluyorlar. Çeşitli veri analitiği uygulamaları ve ölçümlerle, hedefler ve çıktılar karşılaştırılıyor, istenen çıktılara göre süreçler yeniden yapılandırılıyor. Morozov ve Bria (2018), tüm bunların fiziksel ve beşeri kaynakları izleyen ve kontrol eden büyük altyapılar sayesinde hayata geçirilebildiğini vurguluyor.

Ancak bu modelin en büyük sorunu kısa dönemli projelere ağırlık vermesi ve uzun dönemli altyapı yatırımlarından kaçınması. Şirketler, yatırım yaptıkları şehirde kısa sürede kazanç elde etmek ve şehirden ayrılmak istiyorlar. Bu yaklaşım, uzun dönemli planların kaynak bulmasını zorlaştırdığı gibi şirketlerin şehirde bulunduğu kısa süre içinde kârını olabildiğince artırmaya çalışması çeşitli sorunlara neden oluyor. Örneğin, alternatifi olmayan bir altyapıyı kullanan vatandaşlardan yüksek ücretler talep edebiliyorlar. Ya da kaynakları sürekli aktif halde tutarak kaynakların daha hızlı yıpranmasına neden olabiliyorlar.

Morozov ve Bria (2018), akıllı şehirlerde pek tartışmadığımız iki aktöre dikkat çekiyor: Emlakçılar ve inşaatçılar. Akıllılık, binaların inşası ve kiralanmasında (ya da satışında) ev fiyatlarına ekleniyor. Şehir sakinlerinden elde edilen veri ve emlakçıların kiracıları izleyebilmesi, mülk sahiplerinin aldığı riskleri azaltıyor. Örneğin, kirasını geciktiren veya başka sorunlar yaratan kiracılar sistemden takip ediliyor ve risk skorları belirleniyor. Hatta ev sahipleri ve emlakçılar için kiracı adaylarının çevrimiçi etkinliklerini de analiz eden girişimci firmalar var (Kredi alacakları derecelendiren bankalar, suç potansiyeli olan yurttaşlar hakkında kestirimde bulunan güvenlik birimleri gibi).

Alternatif akıllı şehirler yaratabilmenin ön koşullarından biri belediyelerin karşı karşıya olduğu sınırlılıkları ve koşulları göz önünde bulundurarak somut politikalar geliştirebilmek. Ulusal ve küresel ölçekte önemli değişimler yaşanıyor. Belediyelerin kronikleşmiş sorunlarını teknolojik yamalarla çözmeye çalışmalarını sadece yönetenlerin teknokratik bakış açısı veya şirketlerin etkisi altında kalmalarıyla açıklayamayız. Morozov ve Bria’nın (2018) ortaya koyduğu gibi özellikle ABD’de Silikon Vadisi’nin öncülüğünde başlayan, platform ekonomileriyle hız kazanan ve diğer ülkelere yayılan refah devleti hizmetlerinin (ulaşım, sağlık, barınma, eğitim vb.) özelleştirilmesi süreci atlanmaması gereken bir konu.

Morozov ve Bria’nın (2018) “özelleştirilen Keynesçilik” adını verdiği bu süreç, Uber’in Türkiye’ye girişinde bizim yaptığımız gibi, basitçe yenilikçi girişimler ve geleneksel kurumlardan birinin tarafını tutarak geçiştirilemez. “Özelleştirilen Keynesçilik”, refah devleti hizmetlerinin özelleştirme saldırıları karşısında eridiği ve işsizliğin arttığı bir dönemde onun yerini alıyor; insanlara daha ucuz ulaşım veya barınma hakkı sağladığı gibi iş olanağı da sağlıyor. Kısa vadeli bu yararların ileride tekelleşme ve daha ağır/güvencesiz çalışma koşulları ile sonuçlanacağını tahmin etmek zor değil. Ancak Uber’e karşı sarı taksileri, Airbnb’ye karşı otelleri desteklemek de pek anlamlı görünmüyor. Airbnb ve Uber gibi platformları doğrudan düzenleme girişimi ise fiyatları artıracağından ve hizmet sağlayıcıların kazancını azaltabileceğinden yurttaşların tam desteğini alamıyor. Fakat platformların faaliyetlerini düzenlememek veya bunu sürekli ertelemek daha sonra daha büyük sorunlara neden olacak.

Günümüzde tartışmalar daha çok Uber ve Airbnb’nin şehirlerdeki faaliyetlerine yoğunlaşmasına karşın Google gibi büyük şirketler de şehirlere yöneliyor. Bazı belediyeler, Google’ın desteğiyle kamusal alanlarda ücretsiz internet erişimi hizmeti veriyor. Google, bunun karşılığında para istemiyor, sadece kullanıcıların verilerini alıyor. Tasarruf etmek isteyen belediyeler için kârlı bir alışveriş olduğu düşünülebilir. Fakat Morozov ve Bria’nın (2018) belirttiği gibi günümüzde akıllı şehirlerde toplanan verinin çoğu zaman reklamcılıkla ilgisi yok. Toplanan veriler, belediye hizmetlerinin sunumunu gerçekleştiren (veya gerçekleştirecek) YZ sistemlerinin yakıtı! Google da elde ettiği verilerle YZ sistemlerini eğitiyor ve iyileştiriyor. Bugün ücretsiz internet erişimi için Google’la anlaşma yapan belediyeler yarın akıllı şehirleri için Google’dan ücretli YZ hizmeti alacaklar…

Akıllı şehirlerde teknolojik egemenlik neden gerekli?

Morozov ve Bria’nın (2018) işaret ettiği gibi şehirler çok önemli olmakla beraber bugün insanların karşı karşıya olduğu tüm sorunları sadece şehir bağlamında yürütülen mücadelelerle çözemeyiz ve neoliberalizmin dışına çıkmak isteyen şehirlerin öncelikle kendi sınırlılıklarının farkında olması gerekiyor. Şehirler, Google, Facebook ve Uber gibi teknoloji şirketleriyle boy ölçüşebilecek hesaplama gücüne ve veriye sahip değiller. Ayrıca şehirlerin politik ve ekonomik modelleri, yerel olarak değil, ulusal ve küresel politikalarla belirleniyor. Dolayısıyla asi şehirlerin neoliberalizme karşı mücadelesi önemli ve gerekli ama sınırları var. Bu sınırlar, özellikle şehir dışı alanlardaki aktörlerle işbirliğine gidilmediğinde daha belirgin oluyor.

Morozov ve Bria’nın (2018), şehirlerin bağımsız ve etkili politikalarla kendi kaderlerine sahip çıkmaları ve bunda kararlı olmaları gerektiğini savunuyor. Uluslararası sermaye, TTIP (The Transatlantic Trade and Investment Partnership – Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı) gibi anlaşmalarla temel altyapının yeniden belediyeleştirilmesini, alternatif veri sahipliği yönetim biçimlerini veya Airbnb, Uber gibi şirketlerin faaliyetlerinin sıradan yurttaşların hakları doğrultusunda düzenlenmesini engellemeye çalışılıyor. TTIP gibi şehirlerin elini kolunu bağlamaya çalışan düzenlemelere karşı şehirlerin bir araya gelebilmesi önemli.

Ama daha önemlisi dijital teknolojilerin artan önemini doğru değerlendirebilmek. Eğitim, sağlık, ulaşım, enerji gibi hizmetler dijital teknolojilere bağımlı hale gelmeye başladı. Bu hizmetler, akıllı şehirlerle beraber Morozov ve Bria’nın (2018) üst hizmet (meta-utility) adını verdiği algılayıcılar, veri ve algoritmalardan oluşan bir yapının altında toplanıyorlar. Belediyeler teknoloji üzerindeki egemenliklerini kaybettiklerinde diğer altyapılar üzerindeki belirleyicilikleri de zayıflıyor. Bu nedenle, şehirlerin kullandıkları teknolojilerin işleyişi ve hangi amaçlara hizmet ettiği hakkında söz sahibi olabilmesi anlamına gelen teknolojik egemenlik giderek daha fazla önem kazanıyor. Artık, su, enerji, barınma, eğitim gibi hakları dijital teknolojilerden ayrı düşünemeyiz.

Paul Mason’ın, Teknolojik Egemenlik İçin Barselona İnisiyatifi’nin kuruluşunda vurguladığı gibi şehirlerin teknoloji hakkında bütünsel bir yaklaşıma ihtiyacı var (https://medium.com/mosquito-ridge/postcapitalism-and-the-city-6dda80bc201d). Mason’a göre teknolojik egemenlik için yapılması gerekenler:

  • Müştereklerin şehrini ve işbirliğine dayalı üretimi kurmak ana referans noktası olmalı.
  • Özelleştirmelere son verilmeli; kritik altyapı ve hizmetler yeniden belediyeleştirilmeli.
  • Barınma, ulaşım, eğitim ve sağlık gibi hizmetlerin maliyeti toplumun en güvencesiz katmanlarına yardımcı olabilmek için azaltılmalı.
  • Gerçek veriye dayalı ekonomik modeller inşa edilmeli ve karmaşık kararları modellemek için katılımcı demokrasiye olanak sağlanmalı.
  • Piyasacı ve devletçi çözümlere karşı işbirliğine dayalı çözümler tercih edilmeli ve desteklenmeli.
  • Yoksulluğa ve toplumsal dışlanmaya karşı odaklanan Evrensel Temel Gelir kurumsallaştırılmalı.
  • Şehir veri müşterekleri kurulmalı ve kamu hizmetlerinin sağlanmasından elde edilecek verinin hizmet operatörlerince sahiplenilmesinin önüne geçilmeli.

Barselona Belediyesi, teknolojik egemenlik ve müştereklere dayalı bir şehrin hayata geçirilmesinde önemli adımlar atan, yurttaş odaklı belediyelerin başında geliyor. Barselona deneyiminin gösterdiği gibi teknolojik egemenlik için mücadele, ittifaklar kurmayı gerektiriyor. Bu nedenle, teknolojik egemenlik için yürütülen mücadele, şehir hakkı için yapılan veya neoliberalizm karşıtı diğer mücadelelerden ayrı düşünülemez. Barselona’da neoliberalizmin statükosuna meydan okuyan belediye başkanı Ada Colau’nun barınma hakkı mücadelesinden gelen biri olması rastlantı değil. Colau yönetime geldikten hemen sonra barınmanın yanında su ve enerji sorunlarıyla ilgilendi; platform ekonomisini düzenlemeye çalıştı. Barselona yönetimi, teknolojinin artık sadece teknoloji olmadığı, bir üst hizmet olduğu bilinciyle temel bileşenleri

  • özgür/açık kaynaklı yazılım, açık standart ve mimariler;
  • kullanıcı merkezli dijital hizmetlerin geliştirilmesi için esnek yöntemlerin uygulanması;
  • hizmet alımlarında şeffaflığı, açık veri ve standartları temel alan bir rehberin oluşturulması;
  • merkezinde mahremiyet ve veri egemenliği olan bir veri yönergesinin oluşturulması;

olan Dijital Dönüşüm Yol Haritası’nı yayımladı.

Teknolojik egemenlik nasıl kazanılır?

Şehirler, teknolojiyi gerçekten sürdürülebilirlik, ekonomik gelişme ve yurttaş katılımının bir parçası haline getirebilir. Refah devletinin birçok hizmetinin teknolojiye (ve dolayısıyla bu hizmeti sunanlara) bağımlı hale geliyor olması Morozov ve Bria’nın (2018) dokuz maddede özetlediği teknolojik egemenlik düşüncesini daha önemli yapıyor. On yıl önce dijital teknolojiler daha çok iletişim hakkı ve ifade özgürlüğüyle ilişkilendirilirken artık sağlık, eğitim, su, enerji gibi haklar dijital hizmetleri sunanlara bağımlı hale geliyor. Morozov ve Bria’nın (2018) bazı önerileri şu an bize çok uzak gelse de bu önerilerin arka planında şehrin, kendini bağımsız olarak nasıl yeniden üretebileceği ve sürdürebileceği sorusu var.

1. Alternatif veri sahipliği yönetim biçimleri: Şehir veri müşterekleri

Bir zamanlar veri toplamanın temelinde kullanıcılara en uygun reklamı göstermek vardı. Günümüzde ise veri, YZ’ye dayalı hizmetlerin temelini oluşturuyor. Platform ekonomilerini kamu çıkarları doğrultusunda düzenleyebilmek için kişisel verinin sahipliği, kontrolü ve yönetimi hakkındaki sorunların çözülmesi gerekiyor. Günümüzde nesnelerin interneti teknolojisinin parçalı yapısı, ürünü satan şirketler dışındaki aktörlerin sürece dahil olmasını ve yenilikçi çözümler geliştirmesini zorlaştırıyor.

Bu nedenle, belediyelerin güvenli veri paylaşımı için gerekli koşulları sağlamaları gerekiyor. Airbnb ve Uber ile rekabet etmek isteyen bir şehir, gerekli ham veriye sahip olmadan bunu gerçekleştiremez. Bazı şehirlerin ise ham veriye sahip olmalarına rağmen bunu organize etmekte zorlandıkları ve veriden somut bir değer elde edemedikleri görülüyor. Şehir veri müştereklerinin hayat geçirilmesi, ademimerkeziyetçi yenilik ekosistemi sayesinde yenilikçi girişimcilerin ve teknoloji meraklısı yurttaşların potansiyelini açığa çıkarabilir. Veriye dayalı merkezi platform ekonomilerinin ademimerkeziyetçi, sürdürülebilir ve müştereklere dayalı bir yapıya geçişi zorlanabilir. Bu geçiş, verinin kamu çıkarları için kullanılabilmesinin önünü açacaktır.

Dünyanın farklı şehirlerinde veri müştereklerine dayalı çeşitli girişimler var. Bu girişimlerin başında, AB destekli DECODE projesi geliyor. Amsterdam ve Barselona’da yürütülen projede, verinin sahipliğini ve kontrolünü yurttaşlara veren, bir yandan veri paylaşımına olanak sağlarken diğer yandan mahremiyet haklarını koruyan ademimerkeziyetçi bir altyapı inşa ediliyor. Veri, onu kullanarak bir şeyler üretmek isteyen herkesin kullanımına açık. Helsinki’deki MyData projesi, kişisel veri yönetimine insan merkezli yaklaşarak kuruluşların veri ihtiyaçlarını insanların dijital haklarıyla birleştirme çalışıyor. Kişisel verilerin ikincil kullanımı için yurttaşların rızası şartını getiriyor. Paris’teki DataCités projesi, yine kişisel haklar ve verinin kullanımı arasındaki sorunu aşmaya çalışıyor. Ulaşım, enerji ve atık yönetimi alanlarında şehir hizmetleri için alternatif modeller geliştirmeye çalışıyor. İngiltere’de Nesta’nın öncülüğünde geliştirilen Sağlık Bilgisi Müşterekleri hastalıklar, teşhisler ve tedaviler hakkındaki bilgileri bir araya getiriyor.

Kısacası, veri müştereklerinin iki önemli bileşeni var: mahremiyetin korunması ve yeni ürünler geliştirmek isteyenler için verinin paylaşımı.

2. Özgür Yazılım, açık standartlar ve esnek hizmet sağlama

Özgür Yazılım ve açık standartların temelinde, yeni ürünler geliştirmek isteyenler için gerekli koşulları sağlama ve bir ya da birkaç şirketin dijital altyapının kontrolünü ele geçirmesini önleme hedefi var. Ürünün kaynak koduna erişim ve onu yeni ihtiyaçlara göre yeniden üretebilme hakkı üretim özgürlüğünün temelini oluşturuyor. Açık standartlar da kullanıcıyı belirli bir firmaya bağımlılıktan kurtarıyor ve geliştirilecek yeni sistemlerin eskileriyle uyum halinde çalışabilmesini sağlıyor.

Ayrıca hizmetlerin, toplumun farklı kesimlerinin (dijital okuryazarlığı yetersiz olanlar, engelliler gibi) kolayca kullanabileceği ve erişebileceği biçimde tasarlanması gerekiyor. Modüler ve birlikte çalışabilirlik ilkesine uyan çözümlerin başka şehirlerde de kullanılabileceği unutulmamalı. 2017’de Avrupa Özgür Yazılım Vakfı tarafından örgütlenen “Halkın Parası, Halkın Kodu” kampanyası (https://publiccode.eu/tr/) akıllı şehirler ve şehirler arası paylaşımlar için önemli.

3. Etik, sürdürülebilir ve yenilikçi kamu alımları

Yeni teknoloji alımlarının daha açık, şeffaf, yenilikçi ve esnek olmasına; tedarikçi yelpazesini geniş tutmasına; özgür/açık kaynaklı çözümleri ve açık standartları sağlamasına özen göstermek gerekiyor. Alımlarda, veri egemenliği ve mahremiyet göz önünde bulundurulmalı. Kamu alımlarında,

  • kamu kaynaklarının kullanımının ve yatırımların daha stratejik, verimli ve şeffaf olmasına
  • şirketlerin iddia ettiği ihtiyaçların değil, yurttaşların gerçek ihtiyaçlarının karşılanmasına
  • KOBİ’lerin ve kooperatiflerin kamu alımlarına erişimlerinin kolaylaştırılmasına
  • sosyal etki ve çevresel dönüşümün hizmetindeki yeniliklerin desteklenmesine

dikkat etmek gerekiyor.

4.Dijital platformların kontrolü

Uber, Lyft ve Airbnb gibi platformlar hızla artıyor; girdikleri sektörlerde rakiplerini ortadan kaldırıyor ve kamu düzenlemelerine meydan okuyorlar. Platform ekonomisinin geleceği Avrupa ekonomisi için önemli bir konu ve somut politikaların geliştirilmesi şart. Platformlar şu an yeni bir iş olanağı olarak görülüyor. Ancak bir süre sonra güvencesiz çalışmanın sorunları çok daha yakıcı olacak.

Şehir yönetimleri, verilerine erişim hakkı ve çalışmalarında şeffaflık talep ederek Airbnb ve Uber’in faaliyetlerini düzenlemenin yollarını arıyorlar. Örneğin Uber; Moskova, Boston, New York ve San Francisco’da verilerini paylaşmak zorunda kaldı. Uber’in elindeki verilere erişim, ulaşım sisteminin şehre etkisini değerlendirmek, Uber ortadan kaldırmadan önce taksi piyasasını düzenlemek ve makul taksi ücretleri belirleyebilmek için önemli.

Amsterdam ve Barselona da Airbnb’nin faaliyetlerini düzenlemeye çalışıyor. Amsterdam yönetimi, Airbnb ile yaptığı görüşmeler sonucunda evlerin kiralanmasını yılda 60 geceyle ve evde en fazla dört misafirle sınırlandırdı. Şehir sakinleri gürültü yapan ve çevreyi rahatsız eden kiracıları şikâyet edebilecek. Şehir yönetimi, her üç ya da dört ayda bir anlaşmaya uyulup uyulmadığını kontrol edecek. 31000 ailenin evsiz olduğu Barselona’da ise yönetim, Airbnb’ye karşı daha katı hareket ediyor. Çünkü ev sahiplerinin evlerini Airbnb üzerinden kiralaması, hem şehir sakinlerinin kiralayabileceği evlerin sayısını azaltıyor hem de kira ücretlerini artırıyordu. Şehir konseyi yasadışı kiralanan evlerin üzerine gitti, bunu kontrol etmek için görevlendirilen müfettiş sayısını artırdı ve lisanssız dairelerin reklamına devam ettiği için Airbnb’ye 600 bin avro ceza verdi. Daha sonra sorumlu bir turizmin nasıl olacağını ve yurttaşların şehirlerinde hangi turizm modelini görmek istediklerini tartışmaya açtı.

Fakat var olan platform ekonomilerini düzenlemek yetmeyecektir. Platform kooperatifleri gibi alternatiflerinin geliştirilmesi gerekiyor.

5. Alternatif dijital yapıların inşası

İnternet bir zamanlar dağıtık, ölçeklenebilir ve açık bir mimariye sahipti. Ancak son zamanlarda merkezi, kapalı ve özel mülkiyetli standartlara dayanan, hesap sorulamaz bir yönetime sahip olan bir yapıya doğru evriliyor. Şirketler bu yeni yapıda, ağ dışsallıklarından yararlanarak kazançlarını artırmaya çalışıyorlar.

Şehri bir bilgisayara benzetmeyi doğru bulmuyorum. Ama şehir bir bilgisayar olsaydı şirketlerin akıllı şehirleri, Windows işletim sistemli (daha alımlılar da Mac olsun!) bir bilgisayar olurdu. Çünkü kullanıcı deneyimini kontrol ediyorlar ve daha önemlisi bilgisayarın kullanıcılar tarafından yeniden üretimini sınırlandırıyorlar. Akıllı şehirler GNU/Linux gibi geliştirmeye açık, sosyal değişimlere ve kurumsal yeniliklere uyum sağlayabilecek esneklikte olmalı. İnsanların üretici potansiyelini harekete geçirmeli. Satıcıların teknik öncelikleri ve iş modelleri yerine, yurttaşların yaşamsal öncelikleri ve ihtiyaçları ön planda olmalı.

Barselona’nın geliştirdiği CityOS adlı yatay veri platformu açık standartlara uygun, şehir verisinin yönetimini ve analizini sağlayan bir şehir platformu. CityOS, şehrin açık algılayıcı platformu Sentilo’yu ve şehrin çeşitli analitik gösterge panellerini bir araya getiriyor. Modüler yapısı açık standartlara ve özgür/açık kaynaklı yazılımlara dayanıyor.

Sentilo da açık standartların ve özgür yazılımın akıllı bir şehrin alması gereken ilk akıllı karar olduğuna inanan, farklı şehirlerin toplulukları ve şirketler tarafından geliştirilen, kullanılan ve desteklenen bir platform. Sentilo’nun açık mimarisi sayesinde İspanya’daki diğer şehirlerin yanında dünyadaki başka şehirler de Sentilo’yu kendi ihtiyaçlarına göre uyarlayabiliyorlar.

İlk başta Fab Lab Barselona tarafından geliştirilen, ama Barselona’nın yanında Manchester, Amsterdam gibi birçok şehirde de kullanılan, Ardunio tabanlı Akıllı Yurttaş Seti, yurttaşlara algılayıcı ağ araçları sağlıyor. Bu araçlarla ev, okul ve ofislerdeki hava kirliliği, gürültü kirliliği veya nem ölçülebiliyor.

Londra ve Helsinki de ekonomi, ulaşım, çevre ve barınma gibi alanlarda topladıkları veri kümelerini paylaşıyorlar. Böylece yurttaşlar, girişimciler, araştırmacılar ve geliştiriciler şehrin sorunlarının çözümü için yeni teknolojiler geliştirebiliyorlar. Şehir yönetimleri, veri kümelerini kamuya açmakla kalmıyor geliştiricileri yeni ürünler ve çözümler geliştirmeye de teşvik ediyor.

6. Kooperatif hizmet sunumu modelleri

Uber ve Airbnb gibi platformların alternatifi yaratılamadığı sürece bu şirketlerin faaliyetlerinin düzenlenmesi yeterli olmayacak. Platformların sahiplik yapısı, bu platformlarda hizmet sağlayan, güvencesiz çalışanlar için büyük risk. Özel mülkiyetli platformlar, girdikleri pazarı tamamen ele geçirip seçenekleri ortadan kaldırdıklarında hizmet sağlayanlara (ve alanlara!) karşı daha pervasız olabiliyorlar. Buna karşı son yıllarda, üretenlerin sahip olduğu ve yönettiği yönetişim modelleri hayata geçirilmeye çalışılıyor.

Platform kooperatifleri, yemek ve taşımacılık hizmetlerinden lojistik ve serbest çalışmaya kadar çok çeşitli alanlarda faaliyet gösteren çevrimiçi örgütlenmeler. Platform kooperatifleri, arada herhangi bir aracı şirket olmadan hizmet sağlayanları ve alanları buluşturuyor. Platformlar, dijital müştereklerin desteklenmesi temelinde, üyeleri tarafından demokratik bir biçimde yönetiliyorlar.

Morozov ve Bria (2018), kamu sahipliği ve müşterekler temelinde örgütlenen alternatif platformların daha demokratik bir ekonomi yaratmaya yardımcı olabileceğini belirtiyor. Böylece ortak kaynakların özel ellerde toplanmasıyla sonuçlanan piyasa modeline karşı bir seçenek oluşturulabilir. Dolayısıyla bu girişimleri, kamu kaynaklarının demokratik yönetimini hedefleyen uzun süreli çalışmalar olarak görmek gerekiyor.

7. Tabandan gelen yenilikler

Şirketlerin öncülüğünde gerçekleştirilen akıllı şehirlere yöneltilen eleştirilerin başında soru(n)ları tartışmaktan çok çözümlere odaklanmaları geliyor. Buna karşı şehir yönetimleri sağlık, eğitim, ulaşım ve enerji gibi kritik alanlarda kamu yararını gözeten ve uzun dönemli yatırımlarla teknoloji ve yenilik kapasitesini gerçek toplumsal sorunlarla buluşturabilir. Böylece kamu sektörü, yeniliğin yönünü belirleyerek toplumun araştırma ve yenilik için yapılan yatırımlardan en iyi şekilde yararlanmasını sağlayabilir.

Bunun için şehirlerin yenilikçi toplulukları ve girişimcileri destekleyen alternatif kooperatif hizmet sunum modellerini göz önünde bulundurması gerekiyor. Yenilik sistemi, eğitim ve araştırmaya yatırım yapan güçlü kamu politikaları ile bir bütün olarak yönetilmeli. Çünkü teknolojik egemenlik, bir ya da birkaç şirketin çizdiği yolda yürüyen belediye yönetimleriyle değil, çeşitli KOBİ’leri ve girişimcileri kamu çıkarları çerçevesinde, bir orkestra şefi gibi yöneten yönetimlerle kazanılabilir.

8. Yerel düzeyde refah düzenlemeleri ve tamamlayıcı para sistemleri

Platform, veri, yapay zekâ ve otomasyon temelli yeni iş modelleri, yeni iş alanları yaratırken bazılarını da ortadan kaldırıyor. Bu dönüşümle baş etmek isteyen hükümetler ve şirketler, istihdam ve sosyal güvenlik sistemi hakkındaki sorunları gündemlerine almak zorunda kaldılar. Çünkü yeni teknolojilerin sağladığı verimlilik, toplumun büyük bir kesimini için artan gelir eşitsizliği ve güvencesizlik anlamına geliyor.

Büyük teknoloji şirketleri, temel gelirin küreselleşme ve teknolojik değişim nedeniyle işini kaybetmesi beklenen insanları koruyacağını ve hükümetleri daha esnek ve verimli yapacağını savunuyorlar. Dünyanın çeşitli yerlerinde temel gelir desteği üzerine sosyal deneyler yapılıyor.

Bazı belediye yönetimleri ise temel geliri daha geniş, yerel refah hizmetlerinin sağlanması bağlamında ele alıyor. Bunun yanında Morozov ve Bria (2018), farklı ihtiyaçlara, kapasite ve etkileşimlere göre tasarlanmış tamamlayıcı yerel para birimlerinin 21. yüzyıl şehir ekonomisinde önemli bir yere sahip olabileceğini belirtiyor.

9. Dijital demokrasi ve yeni haklar

Yeni dijital araçlar, yurttaş katılımı için yeni olanaklar ve modeller sağlıyor. Doğrudan ve temsili demokrasinin karışımı, çevrimiçi ve çevrimdışı etkileşimler içeren, yeni modeller ortaya çıkıyor. İspanya (Podemos) ve İtalya’daki (M5S) ağ tabanlı partiler bu gelişmelerin etkisiyle ortaya çıktı. Madrid ve Barselona’da geniş katılımlı bütçe görüşmeleri yapılabiliyor. Aşağıdan yukarı dijital ağlar gençlik hareketlerini çekiyor; gençler hesap sorulabilen uygulamalar ve yolsuzluklara son verilmesini talep ediyorlar.

Bugün şirketler yurttaşların ilgisizliğinden yakınsalar da yazının başında belirttiğim gibi temel sorun yurttaşlardan çok şirketlerin katılım merdiveninin üst basamaklarını inşa etmekten kaçınmaları ya da yapılarının buna izin vermemelerinden kaynaklanıyor. Ancak üst basamakları hedefleyen ve bunun olanaklı olduğunu gösteren şehirler de var.

Decide Madrid, 2015 belediye seçimlerinden sonra Madrid’de kurulan, bir doğrudan demokrasi platformu. Yurttaşlar platformda öneriler sunuyor, tartışıyor ve önceliklendirmeler yaparak şehir politikasının oluşumuna katkıda bulunuyor. Sitede kullanılan Consul adlı yazılım, 2015 yılında, özgür yazılım olarak kamunun kullanımına açılmış. BM Kamu Hizmeti ödülü alan yazılım, 35 ülke, 135 kuruluş ve 90 milyon insan tarafından kullanılıyor.

Barselona ise Decidim.Barcelona adlı platformu kullanıyor. Katılımcılığı artırmak için deneyler yapılıyor. Şehirdeki farklı örgütlenmeler platformda kendi karar süreçlerini başlatabiliyor. Şehir planlama süreci katılımcı bir biçimde yürütülmeye çalışılıyor. Paris, Porto Alegre, Reykjavik’te de yurttaşların bütçe çalışmalarına katılımını teşvik eden çalışmalar var.

Barselona’daki Bustia Etica projesi ise şeffaflığı sağlamak ve yolsuzlukların önüne geçebilmek amacıyla geliştirilmiş. Yurttaşlar, gördükleri yolsuzlukları bu sistem üzerinden güvenli biçimde bildirebiliyorlar.

***

Akıllı şehir projeleri, şehirlerle ilgili sorunlara karşı geliştirilen teknolojik çözümler olarak ortaya çıktılar. Teknoloji, şehirlere benzeri görülmemiş bir değer katacaktı. Birçok belediye bu modadan geri kalmamak için şirketlerle işbirliği yaparak akıllı şehir projelerine girişti. Ama son on yıla baktığımızda başarılı olduklarını söylemek zor ve inandırıcılıkları azaldı.

Mosco’nun (2019) üzerinde durduğu gibi akıllı şehir projeleri, çoğunlukla yardıma en az ihtiyacı olanlara yardımcı oldular. Ulaşım ağlarını iyileştirmek, çöp toplamayı otomatikleştirmek, trafiği daha akıllı biçimde yönetmek ve 5G kablosuz ağlar yaratmak şehirleri daha verimli yapabilir. Ama toplumun dezavantajlı kesimlerinin de bu uygulamalara erişebilmesi gerekir. 5G’nin onu nasıl kullanacağını bilmeyenler ya da tamamen otomatikleştirilmiş, kasiyersiz marketlerin burada harcayacak parası olmayanlar için pek bir anlamı yoktu. Bir akıllı şehir, engellilerin hizmetlere erişimini kolaylaştırmalı, yoksullar için daha ucuz ulaşım ve besleyici gıdalara erişim sağlamalıydı. Çin’de olduğu gibi, hükümetlerin gözetiminde geliştirilen akıllı şehirler, halkın ihtiyaçlarına karşı daha duyarlıydılar. Fakat hükümetlerin baskın olduğu akıllı şehirlerde gözetim ve denetim uygulamaları da yaygındı.

Ancak Clark’ın (2021) savunduğu gibi geniş bant erişimi, uygun fiyatlı konutlar veya toplu taşıma gibi en acil kentsel sorunların çözümleri daha iyi politikalar ve daha fazla finansmana dayanıyor. Bu nedenle, Barselona gibi yurttaş odaklı girişimlerin en önemli farkı “akıllı şehirde”, “akıl” kısmına değil şehre yoğunlaşmaları ve politik sorunların politik çözümler gerektiğinin farkında olmalarıydı.

Bunun yanında, Clark’ın (2021) belirttiği gibi 2010’larda esen akıllı şehir rüzgarı, artık eskisi gibi esmiyor. Şirketlerin şehrin altyapısını baştan sona yeniden düzenleme vaatleri azaldı. Civiq Smartscapes (iletişim ağı altyapıları), Nordsense (atık yönetimi için gömülü algılayıcı ağları), Soofa (bilgi ve yön bulma kioskları), UrbanFootprint (bir haritalama analizi platformu ve hizmeti) vb. şirketler belirli bir sektör için yeni dijital hizmetler veya doğrudan şehir sakinlerini hedefleyen uygulamalar sunuyorlar.

Ancak şirketlerin iş modeli değişse de teknolojik egemenlik, bir diğer deyişle şehirlerin

  • kendi verilerine sahip olabilmesi,
  • kritik altyapıyı (yazılım, donanım ve veri merkezleri) kontrol edebilmesi,
  • kendi yapay zekâ kapasitesini geliştirebilmesi
  • kendi yurttaşlarının yaratıcı ve üretici potansiyelini açığa çıkarabilecek katılım politikaları oluşturabilmesi

giderek daha önemli hale geliyor.

Kaynakça

Clark, J. (2021). What cities need now?, MIT Technology Review, https://www.technologyreview.com/2021/04/28/1023104/smart-cities-urban-technology-pandemic-covid/

Halegoua, G. (2020). Smart Cities. MIT Press.

Morozov, E., Bria, F. (2018). Rethinking the Smart City: Democratizing Urban Technology. New York, NY: Rosa Luxemburg Foundation.

Mosco, V. (2019). The Smart City in a Digital World. Emerald Publishing Limited.