Bursa’da inşaat temelinde M.Ö. 7. yüzyıl antik kente rastlayınca üzerine çekinmeden betonarme blok AVM’sini konduran Türkiye, herhalde tarihin medeniyet katmanlarına “çimento-çelik” ham materyaliyle katılacak.
Binlerce yıllık antik kentleri 50 yılda kuruyacak baraj finans yatağına çevirirken, sulak alanlarımızı özel mülkiyete devreden, otoyol güzergâhı geçiren, ormanlarımıza ÇED’den muaf 85 bin adet taşocağı işletme ruhsatı veren, Kaz Dağları’nı siyanür, Çal Dağı’nı sülfürik asitle yıkayan ülkemizin 22 Mart Dünya Su ve 21 Mart Orman Günü kutlu olsundu.
Ne de olsa peyzaj tasarım “suni halı-yeşil alan” ve “plastik” sosyal donatı alanları reklamlarıyla ormanlık alanlara milli parkları içeriden ele geçiren “fetihçi yapılaşma sektörü” yakında lüks rezidanslarına banttan kuş, böcek ses ve görüntü yayını yapmayı da akıl ederdi.
Türkiye’nin kent toprağı ve bedava “sınırlı” doğal kaynaklar üzerinden sürdürdüğü “sermaye birikimi” vites artırırken, TBMM’den gelip geçen otoriter yasalar da az gelişmiş demokrasimizle, “tüketici” kalkınmamız arasındaki ağır çelişkinin yani bonkör sermaye aktarımının tarihsel metinleri oluyordu.
Doğa üzerindeki bütün koruyucu kısıtları kaldıran Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Yasası, ırmak, göl ve yeraltı sularının şirketlere satışını getiren Su Yasası, Kıyı Yasası, orman arazilerinde petrol arama izni ve ruhsatı veren Petrol Yasası, 2B ve siyanürlü, sülfürik asitli Madencilik Yasası, meraları bile 29 yıllığına turistik tesis ve yapılaşmaya açan KHK düzenlemeleri art arda yürürlüğe girerken…
Bu yasalarla tez elden gerçekleştirilecek büyüme performansı ve sermaye birikimi, Türkiye’nin 10 yıla kalmayan büyük çevresel yıkımını da haberdar ediyorlardı.
İnsanlar, hayvanlar, orman, bitki türleri, su kaynakları, kıyılar, sit alanları betonarme kuşatma çemberine alınırken; zehirli madencilik, termik santral karabasanı, taş ocakları, HES tekelleri yaban hayatı en ücra noktasına kadar özel güvenlik ve kolluk kuvvetleri ve dikenli telleriyle Misak-ı Milli sınırlarımız içindeki kamunun armağanı “özel mülklerine” oturtulmuşlardı bile…
2030 Beton Türkiye suyu pet şişede görür mü?
Ve elbette bu agresif, doğaya hükmedici ve yerel halkın karar süreçlerine katılımını “dışlayıcı” antidemokratik kalkınma modeli “acele kamulaştırma kararlarıyla” da bayağı hız kazanıyordu.
Halbuki karşımızda 1 milyon 300 bin hektar yani Marmara Denizi ölçüsünde göl ve sulak alanını “kurutmuş” 65 gölün en az yarısını kaybetmiş ve iki yıl içinde sayısı 4000′e yaklaşacak mikro-makro HES projeleriyle “akan suyun bir damlasını bile satarız” diyen Türkiye’de bilim insanlarının 2030 yılında tüm sulak alan ve kaynaklarımızın “yok” olacağı uyarısını kimse duymuyordu.
Kuruyan su alanlarının yaratacağı doğal yaşamın yıkımı ve yüzyıllarca sürecek etkileri bir yana dünya avaz avaz 21. yüzyılın stratejik varlık “su” savaşları yüzyılı olacağını söylüyor, NASA Ay’da uydudan çekilmiş “yanlış su politikaları” yüzünden kuruyan Mezopotamya’nın sapsarı fotoğraflarını yayımlıyordu.
Bembeyaz köpüklere boğulmuş Bafa, üçte biri kurumuş Burdur Gölü, asitli-nikel havuz yerleşkesi Gediz Ovası, siyanürlü-altın tekeli yuvası Bergama ve Kaz Dağları, Termik Santral işgali altındaki Çanakkale Boğazı bölgesi ve Gerze, istikbalin nükleer çöplük istifhanesi Toroslar, kirlilik akıntısı Ergene, kanser bölgesi Dilovası ve şimdilik 2000 HES’in el koyduğu ve “kullanım ve satış hakkını” aldığı akarsular ve yarım litre suyu parayla satın alan size eğer “ya bu Türkiye’nin suyu nereden geliyor nereye gidiyor” dedirtmiyorsa mesele yoktu!