Türkiye’de ‘mühendisliğin’ krizsavar gücü: Yerli ve milli – K. Efe Ersöz

‘Serbest piyasa ekonomisine dışa bağımlı biçimde eklemlenmiş bir memlekette, bilim ve tekniğin ayağa düşürüldüğü bir dönemde yerli teknolojinin gelişeceğine gerçekten inanan varsa; bilimin ve mühendisliğin sağdan soldan topladıklarını birleştirmek olmadığını, hele hele kopyala-yapıştır işi hiç olmadığını hatırlaması gerekiyor.’

Memlekette ne zaman dış politika kaynaklı bir siyasi kriz yaşansa ya da ekonomik kriz sirenleri çalmaya başlasa hemen öz kaynaklarımıza dönme konusu gündem oluveriyor. Kriz dönemlerinde görünürleştiğine göre hepimiz “iyi bir ekonomi” sahibi olmanın üretkenlikle doğrudan bağlantılı olduğunu biliyoruz. Biliyoruz ki, sıkıştığımızda gözümüzü hep buraya çeviriyoruz. Üretkenliğin mahiyeti ve üretilen değerin paylaşımını tartışmaya henüz sıra gelmedi. Muhtemeldir ki, bu kısmı bildiğimizi göstermek için sirenlerin daha yüksek sesle çalması, kulaklarımızdan girip midemizden çıkması, beyinlerimizi zangır zangır titretmesi gerekiyor.

Dış politika kaynaklı krizler yaşandığında etkisi hiç bir zaman sadece diplomatik çerçeveyle sınırlı kalmıyor. Mutlaka ekonomik bir etkisini de tecrübe ediyoruz her seferinde. Neden? Çünkü bağımlılık, kurulu düzen gereği, memleketin kaderiymişçesine o kadar derinden işlenmiş ki, biri çıkıp “bağımlılık bizim karakterimizdir” dese çıkıp itiraz edenin elinde neredeyse hiç argümanı yok. Neredeyse diyorum, çünkü moda bir argüman var.

Her derde deva: Yerli ve milli
Devletin en başı ya da yanındaki daha küçük başları, kapıda her daim hazır bekleyen ekonomik kriz patlak verdiğinde, gerginlik yaşanan diğer ülkelerin büyük ve küçük başlarıyla restleşirken, bizimkiler içeriye doğru yerli ve milli telkinlerini üst perdeden üfürmeyi ihmal etmiyorlar.

Rusya ile bir kriz yaşanıyor. Durum vahim. Memleketteki elektriğin en büyük kaynağını ithal ettiğimiz ülke Rusya… Ama bir dakika! O kadar da vahim değil. Keserlerse kessinler ülen gazı, yerli ve milli tezeklerimiz ne güne duruyor! Yakar yakar ısınır, fazlasını da elektriğe çeviririz devletin döviz garantili projelerle inşa ettirdiği termik santrallerimizde…

Hollanda ile bir kriz yaşanıyor. Durum vahim. Memlekette en fazla yatırımcısı olan ülke Hollanda… Ama bir dakika! O kadar da vahim değil. Kaçarlarsa kaçsınlar ülen, yastık altı dövizler ne güne duruyor! Portakalı bıçaklarız, bozdurur bozdurur harcarız dişimizden tırnağımızdan artırdıklarımızı…

ABD ile bir kriz yaşanıyor. Durum vahim. Memleketin tüm üretim kalemleri için hammadde ya da ara ürün ticaretinin bağlı olduğu para birimi dolar, ABD’nin parası… Ama bir dakika! O kadar da vahim değil. Vermezlerse vermesinler ülen Hakan Atilla’yı, okyanus ötesinin sümüklü vaizini! ABD menşeili cep telefonunu balyozla kırar, Amerikan arabalarını şarampole yuvarlar, yerli ve milli otomobilimizle gezerken yerli ve milli marka cep telefonundan çekeriz özçekimimizi evelallah…

İngiltere ya da Arap ülkeleriyle kriz yaşarsak yerli ve milli petrol kuyularını, Meksika veya Hindistan’la kriz yaşarsak yerli ve milli nohutla kuru fasulyeyi, İran veya Şili ile sorun yaşarsak yerli ve milli üzümü, Moldova veya Bulgaristan’la kriz yaşarsak ay çiçeğinin en yerli ve en millisini biz üretiriz, biz!
 Neyse ki şimdilik üretmemize gerek yok, diplomatik kriz yok. Bastırıyoruz dölarları, alıyoruz en kralını.

Yerli nedir? Milli nedir?
Yerli nedir? Malatya kayısısı mesela, yerlidir. Karadeniz’in çayı ya da fındığı mesela, yerlidir. Gemlik’in zeytini mesela, o da yerlidir. İzmit’in pişmaniyesi, Diyarbakır’ın karpuzu, Zonguldak’ın kömürü, Tekirdağ’ın rakısı, Konya’nın buğdayı; bunların hepsi yerlidir. Brezilya’nın da kahvesi kendine göre yerlidir ama milli değildir.

O zaman milli nedir? Evrensel bir kelime anlamı yazayım “milli” için dedim, sonra vazgeçtim. Hiç yakışmazdı. Tam “bir millete ait olan” diyeceğim, bir gülme tutuyor. Çünkü millet var, millet var. Evrensel anlamını geçip güncel anlamına geliyorum. Dili tek, dini tek, siyaseti tek, bayrağı tek, vatanı tek, reisi tek olan topluluğa “milletimiz” deniyor bugün Türkiye’de. “Halk” yok, “milletimiz” var. Milletin kapsamından çıkmak için saydığım tekliklerin birinden çakmanız yeter. Aman dikkat, milletten çıkarsanız yolun devamı yokuş aşağı. Teröristliğe kadar hızlı ve pürüzsüz bir yol var. Demek ki milli, “milletimize ait olan” anlamına geliyor.

Neden moda?
“Yerli ve milli” şeylerin üretimi ve geliştirilmesi sadece bugün değil, her zaman revaçta bir propaganda malzemesi olmuş Türkiye’de. Çünkü yok. Bu yokluk, kanayan bir yara ya da kuruyan bir dere kadar can yakıcı olduğundan güzel prim yapan bir konu. Neden yok? Çünkü “dış güçler” izin vermiyor… 🙁

Kamu finansal kaynaklarının milyar milyar diyanete, yap-işlet-devretçilerin garantörlüğüne ayrılmasının konumuzla hiç alakası yok. Memleket ekonomisini betonda filizlendirmeye çalışılmasının da konumuzla alakası yok. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde kurulmuş olan kamu fabrikaları ve işletmeleri de yerli ve milli değildi, o yüzden “alıcı gece yarısı gelse pijamayla karşılar satarım” diyen bazı eski bakanlara “Rabbim Cleveland dedi”, onlar da un gibi akıttılar varlıkları un pahasına.

Dünyada hakim olan üretim, ticaret ve finansal ilişki biçiminin Türkiye gibi bağımlı ülkelere verdiği görevin de tabi ki memleketin üretkenliği üzerinde ciddi bir etkisi var. Nitelikli ya da niteliksiz olması fark etmeksizin iş gücünün ucuza satıldığı, çalışma sürelerinin denetlenmediği, iş cinayetlerinin alışılmış biçimde kol gezdiği bizimki gibi memleketlere verilen görev çok çalışmak fakat az katma değer üretmek. Tüm ticari mal ve hizmetlerin 2000’lerin moda ilkesi “globalleşme” doğrultusunda, hem üretim hem de tüketim açısından Dünyanın her yerinde dolaşımda olduğu düşünülürse; Türkiye ve benzerleri hem ürettirmek hem de tükettirmek için çok verimli topraklar oluveriyor. Yani gerçekten de “dış güçler” masum değil. Suçlarının literatürdeki adı emperyalist olmak. Suçun geri kalanı “iç güçler” tarafından işleniyor. O suçun da bir adı var: işbirlikçilik.

Türkiye’de yerlileşme ve millileşme
En başta söyledik ya, krizler baş göstermeye başlayınca bazı şeyler oluyor. Krizin geleceğini gören başlar, önce ayakları hemen erken seçime götürüyor. Götürüyor ki kriz vurmadan parsayı toplayabilsinler. Sonra yerli ile milliyi krizin çözümü olarak masaya vurup güzelce cilalıyorlar. En çok askeri ürünler parlatılıyor. Çünkü sadece yerli değil, aynı zamanda milli. Çünkü milletimize top gerek, tüfek gerek, obüs gerek, lazer güdümlü füze gerek, savaş gerek. Benimki sadece 1 lira 25 kuruş farkla büyük seçim olabilir mi lütfen? Teşekkürler… 🙂

Yerli ve milli arama motorumuz gündemimizi meşgul etti bir vakit. “Geliyoo” ismindeki arama motoru için 10 milyon TL yatırım yapıldığı söylenirken, ilk sürümü sadece 60 TL harcama ile ABD merkezli Google’ın altyapısını kullanan bir arayüz olarak kullanıma açıldı. Yerli ve milli arama motoru maceramız bitiyor mu derken, Turkcell’in çıkardığı “yaani” isimli arama motoru yerli ve milli eksiğimizi tamamladı. Toplamda yaklaşık yüzde 52’si Finlandiyalı Sonera grup ve Rusyalı Alfa Telecom’a ait olan Turkcell’in, Yandex ile işbirliği içerisinde hazırladığı “yaani”, gördüğünüz gibi son derece yerli ve milli…

Yerli ve milli anlık mesajlaşma uygulaması gündemimizi meşgul etti bir vakit. “PTTMessenger” isimli uygulamanın çıkacağını duyunca “eş dost ile yazışmalarımızı dikizler mi acaba yüce devletimiz” diye düşünmedik değil. Yine de Posta ve Telgraf Teşkilatı’nın çağa ayak uydurarak “Posta, Telgraf ve Messenger Teşkilatı” olarak yoluna devam etmesi bizi gururlandırdı (!). Her nedense arama motoru örneğinde “yerli ve milli” sayılan Turkcell, bu alanda öyle sayılmadı. Turkcell’in anlık mesajlaşma uygulaması “Bip” yok sayıldı.

Tayyip Erdoğan – Elon Musk (Tesla’nın patronu)

Şimdi sırada yüzyılın rüyası var: Yerli ve milli otomobil! 2015’teki yerli otomobil atağından sızan ilk görüntüler Amerikan Chevrolet’nin bir modeline biraz fazla benzetilince hevesimiz kırılmadı değil. Babayiğitler çıktı meydane, hepsi de birbirinden merdane… Şimdi yerli ve milli otomobilimiz yapılıyor. Henüz piyasaya çıkmadığı için konuşmuyoruz. Başımıza gelecek şeyin resmini şimdiden çizelim: Motor yazılımı (ve içten yanmalı olacaksa enjektörleri) Almanyalı, fren sistemleri muhtemelen Orta Avrupalı, şanzımanı Amerikalı veya yine Almanyalı, direksiyon sistemi Hollandalı, gövde ve şasi çelikleri Rusyalı veya Ukraynalı, elektronik kartları Çinli ve elektrik tesisatı Japonyalı bir otomobili “Türk Mühendisliğinin Gücü” olarak iteleyecekler bize…

Memleketin gururlu ve mutlu beyaz yakalıları
Serbest piyasa ekonomisine dışa bağımlı biçimde eklemlenmiş bir memlekette, bilim ve tekniğin ayağa düşürüldüğü bir dönemde yerli teknolojinin gelişeceğine gerçekten inanan varsa; bilimin ve mühendisliğin sağdan soldan topladıklarını birleştirmek olmadığını, hele hele kopyala-yapıştır işi hiç olmadığını hatırlaması gerekiyor. Yani sadece bir örneğine bakarak Antalya sanayi sitesinde F35 uçağı yapınca teknolojik ilerleme kaydedilmiş olmuyor. Kaldı ki yapamazsınız, hiçbir taşıtın kontrol ünitelerinin yazılımı tornadan ya da frezeden çıkmıyor.

Yeni bir ürün veya teknolojinin fikir haklarının, lisansının yerli ve milli tüccarlara ait olması da onu tam anlamıyla kamu faydası içeren bir ürün veya teknoloji yapmaz. Kimin, neyi, nasıl ve ne amaçla ürettiği önemlidir. AKP geçmiş dönem MKYK üyesi Ethem Sancak’a ait BMC (British Motor Company)’nin, yarım milyar TL’den fazla devlet desteğiyle, üstüne bir de vergi muafiyetinden faydalanarak üreteceği herhangi bir ürün kamusal faydayla değil, ancak asalaklıkla açıklanabilir. Nitekim oradan çıkacak ürünlerin pazarlanacağı sözde kamu ihaleleri de şimdiden bellidir. Buna benzer “yerli ve milli” yöntemlerle üretilen hiçbir ürün veya hizmet kamusal fayda sağlayamaz.

Üretkenlik ve teknolojik ilerleme, bugünün yeni Türkiye’sinde bile isteye inşa edilen kolay yoldan köşe dönmecilikle, üniversitelerin dini ve siyasi referanslara göre dönüştürülmesiyle, bilimin “papaz eriğini imam eriğine dönüştüren makina” biçiminde yerden yere vurulmasıyla, kurnaz müteahhit/tüccar zihniyetiyle ya da yüz binlerce öğrenciyi imam hatip okullarına zorla göndermek isteyen mantıkla tam tersi istikamette yer alıyor. İlerlemenin tam tersi istikametindeki bu yolun taşları, sadece bilim ve üretim kültürünün yıpratılmasıyla değil; memleketin bağrında yetişen tütününü, şekerini, fındığını, telekomünikasyon işletmesini başta ABD’liler olmak üzere yabancı şirketlere kelepir fiyatına satılmasıyla AKP ve Erdoğan tarafından döşenmeye devam ediyor. Daha eskinin özelleştirmeci iktidarları da masum değil, aynı suçun ortağı. Bir rahibin tutukluluğu konusunda aslan kesilirken, tam da konumuzun kökünde bulunan “bölgesel stratejik konularda” kuzu kuzu müttefik olanlardan bize fayda yok.

Mühendisliği, bilimin-teknolojinin herkesin yararına sunulacağı biçimiyle yorumlayıp sahiplendiğimiz ve uyguladığımız gün, yukarıda yazdığım bayağı Amerikan komedi filmlerinden fırlamış örnekleri anımsamak istemeyeceğiz. O zaman bu topraklarda yetişmiş mühendislerin, bilim insanlarının, her memleketten insan için, bu memleket insanının emekleriyle üreteceği her türden ürünü “yerli ve milli” olarak adlandırmayacağız ki, kötü hatıraları anımsatmasın. Onlar “halkın mühendisliğinin” ürünleri olacaklar…

Memleketin mühendisleri ancak bu anlayışla, halkın cebine olta atmış olanların değil, kamunun yararını gözeten bir üretim modelini kurabilir; tüm bağımlılık ilişkilerinden kurtulmuş bağımsız bir ülkenin gururlu ve mutlu beyaz yakalıları olabilirler.

K. Efe Ersöz / İmalat mühendisi
Politeknik YK Sekreteri