Nükleer enerji Türkiye için bir ihtiyaç mı? Nükleere karşı çıkanların gerekçeleri ne? Bakanın söylediği gibi üçüncü nesil santraller güvenli mi? Tüple, nükleer santral arasındaki riski bir tutan zihniyete ne demeli? EMO Ankara Şube Başkanı ve TMMOB Ankara İKK Sekreteri Ramazan Pektaş anlatıyor.
EMO Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı ve TMMOB Ankara İKK Sekreteri Ramazan Pektaş nükleer enerji konusundaki sorularımızı yanıtladı, Başbakan ve bakanların iddialarına açıklık getirdi.
Fukuşima’daki arıza nükleer enerjiyi tüm dünyada yeniden tartışma konusu yaptı. Kaygılar, 30’dan fazla ülkede kurulu 442 nükleer santral ve 42 nükleer santral inşaatının bulunduğu nükleerci ülke kervanına katılmak isteyen Türkiye için de geçerli. Bu konu hakkında EMO Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı ve TMMOB Ankara IKK Sekreteri Ramazan Pektaş ile kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. Pektaş nükleer enerji konusundaki sorularımızı yanıtladı, Başbakan ve bakanların iddialarına açıklık getirdi.
Nükleer Karşıtı Platform sözcüsü ve bir elektrik mühendisi olarak nükleer enerjiye neden karşısınız?
Nükleer enerjinin riskli olduğu son olayda da ortaya çıktı. Çernobil, Three Miles İsland gibi büyük kazalar ve bunların yanı sıra bilinen 400’den fazla kaza meydana geldi. Bu işte ileri teknolojiler kullanan Japonya’da bile bugün böylesi bir kaza yaşanıyorsa başka neler yaşanabilir bilemeyiz. Soğutma sistemi arızası, çekirdek erimesi arızası, patlama ve başka arızalar. Bunları bırakın geçen yaz Rusya’da orman yangını yaşandı. Yangın Çernobil atıklarının saklandığı yere doğru ilerlediği için bütün dünyada endişeye yol açtı. Görüldüğü üzere bu kadar karmaşık bir işlem yaptığınızda ne zaman nerede sorun yaşayacağınızı iyi hesap etmeniz gerekir.
Tüple nükleer santralin tek ortak noktası ikisinin de su ısıtıyor olması
Bakın Japonya’da olan son olaya. Soğutma sistemi arızalandı ve çözülemiyor bu durumun sonunda beklenen şey santralin patlaması. Bu patlama gerçekleşirse Çernobil’in 3 katı büyüklüğünde etkisi olacak. Çin, Rusya’nın doğusu ile Amerika ve Kanada’nın batısı radyoaktif serpintiye maruz kalacak. Kimin hakkı var bir noktada enerji üretmek için çok geniş bir bölgede insanların yaşamını karartmaya.
Bir de bu durumu tüple karşılaştırıyorlar. Tüple nükleer santralin tek ortak noktası, ikisinin de su ısıtıyor olması. Birisi patladığında üstünde oturmadığınız sürece bir şey olmaz, ama nükleer santral patladığında binlerce kilometre uzağındaki insanlar bile etkilenir.
Tüpünüz sizi radyasyona maruz bırakmaz, sızıntı yapsa önlemini almak basittir, birkaç lira maliyeti olan gaz alarmı sensörü alırsınız. Tüp yerine ocak da kullanabilirsiniz. Olası risklerden ve kötü sonuçlardan kaçınabilirsiniz. Fakat bir olumsuzluğun/kazanın bedeli bundan yüksekse kaçınmak lazım.
Öncelikle çok basit bir soru sormak istiyoruz. Nükleer enerji Türkiye için bir ihtiyaç mı?
Hayır böyle bir ihtiyacımız yok. Enerjiye ihtiyacımız var, enerji yaşamın vazgeçilmez parçası ama bu nükleer enerji olmak zorunda değil. Enerji üretimine ihtiyacımız var, ancak bu her şeye rağmen olmamalı.
Enerji için hayatın dengesinin bozulmasına, ekolojik sistemin dengesinin bozulmasına, tarihi kültürel mirasımızın yok edilmesine, çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğinin harap edilmesine karşıyız. Enerji elde edilmesi için her şeyin hoyratça kullanılmasına yani geleceğin ortadan kaldırılmasına karşı çıkıyoruz. Çok kullanılan bir söz vardır. ‘Biz bu dünyayı atalarımızdan miras almadık, çocuklarımızdan emanet aldık’ diye. Biz bu emanete ihanet edilmesine karşıyız.
Nükleer dışa bağımlı, riskli, atık sorunlu ve pahalı
Bunun dışında nükleer enerji dışa bağımlılık anlamına gelir. Zenginleştirilmiş yakıt çubukları, üretim tesisinin kurulması, işletilmesi dışa bağımlıdır. Ayrıca nükleer yakıt üretme sistemi en pahalı yakıt üretme sistemidir. Üstelik nükleer rezervler sonsuz değildir.
Bugün dünyada 442 ticari reaktör var. Bu santrallerde kullanılan atıkların insanlara zarar vermemesi için yarı ömürlerinin geçmesi gerekiyor. Bu da bazı radyoaktif elementler için 100-150 yıl anlamına geliyor. Nükleer atıkları doğadan izeole bir şekilde 100-150 yıl bekletmeniz lazım. Bunun doğadan izole bir biçimde bekletilmesini sağlayacak lisanslı bir depolama yöntemi yok. Kimi toprakta kimisi havuzlarda bekletiliyor, bunlar da risk.
Bir nükleer santral kurmak için zenginleştirilmiş Uranyuma ihtiyaç vardır. Uranyumun fizyon tepkimesine girerek bölünmesi sonucunda açığa çok yüksek miktarda enerji çıkar.
Uranyumun fisyon tepkimesine girmesiyle oluşan enerji su buharının çok yüksek sıcaklıklara kadar ısıtılmasını sağlar. Yüksek sıcaklıktaki bu buhar, elektrik jeneratörüne bağlı olan türbinlere verilir. Türbin kanatçıklarına çarpan yüksek enerjili buhar, türbini çevirir ve jeneratörün elektrik enerjisi üretmesini sağlar.
Aynı işlem atom bombası üretiminde de geçerlidir. Yani nükleer enerji ile nükleer silah üretimi aynı hammadde ve birbirine benzer yöntemlere dayanmaktadır.
Merkezi Viyana’da bulunan Atom Enerjisi Kurumu’na göre dünya genelinde 442 ticari nükleer santral var. Bunların %20’si önemli derecede sismik faaliyetin olduğu bölgelere inşa edilmiş durumda.
Nükleer santrallerde soğutma sistemi arızası, çekirdek erimesi arızası, patlama gibi onlarca farklı arıza yaşanabilir. Bugüne kadar nükleer lobiler dünyada 1957 Windscale (İngiltere), 1979 Three Mile Island (ABD) ve 1986 Çernobil (Rusya) olmak üzere üç büyük nükleer kaza olduğunu iddia ediyor. Nükleer karşıtları ise bu iddiları yalanlayarak dünyada felakete yol açabilecek derecede 169 kaza olduğunu, Japonya’da 1992 yılında tam 20 tane önemli kaza rapor edildiğini, 1992 yılında Rusya’nın, uluslararası kuruluşlara 205 kaza rapor etmek zorunda kaldığını, İngiltere’de ise gizlenen ve yeni ortaya çıkarılan 17 ciddi nükleer kaza yaşandığını belirtiyor.
Türkiye’de nükller santral yapılması için üç nokta belirlendi. Belirlenen yerlerden Mersin Akkuyu’ya 1976 yılında nükleer enerji yapılması için gerekli ‘yer lisansı’ verildi. Nükleer santral kurulması planlanan bir diğer yer olan Sinop, Kuzey Anadolu Fay Hattı’na 90 km uzakta. Üzerine nükleer santral yapılması için ihale dahi yapılmadan, Aralık 2010’da Türkiye aleyhine düzenlemeler içeren bir anlaşma ile Rusya’ya yetki verilen Akkuyu ise Ecemiş fay hattına 30 Km uzaklıkta. Fay hatlarına bu denli yakın olmasının nükleer santrallerin risk oranını arttırdığına dönük itirazlar ve kaygılar karşısında AKP hükümeti geri adım atmadı. Enerji Bakanı Taner Yıldız Sinop için çalışmaların hızlandığını, üçüncü santral için de yer tespiti yaptıklarını fakat bu yerin henüz açıklanmayacağını duyurdu
Bugün korkulan bir patlama, sızıntı olduğu zaman bunun boyutlarını gözle görme şansınız yok. Ancak özel cihazlarla radyo aktif serpinti ölçülüyor. Hangi bölgeye ne kadar yayılmış anlaşılıyor. Serpinti ise hava akımları ve rüzgar ile kolayca yayılıyor. Özellikle tarımsal alanlarda yetiştirilen ürünlerle serpinti yayılıyor. Demin de söyledim Amerika, Kanada ve birçok ülke Japonya’da yaşanan kazadan etkilenecektir. Bu kadar büyük tehlikenin ve risklerin azımsanmasını çok çarpıcı buluyorum.
Mühendislikte risk hesabı vardır. Risk hesabı yapmak için riskin gerçekleşme ihtimali çarpı sizin gerçekleşmesi durumunda ödeyeceğiniz fatura hesaplanır. Örneğin Fukuşima’da yaşanan nükleer santral kazasının faturası 500 milyar dolar civarında olacaktır deniyor. Mutfaktaki tüpün yaratacağı bir riskin faturası ile karşılaştırılamaz bile. Böylesi nükleer kazaları kapsayan bir sigorta kuruluşu yok. Hiçbir sigorta kuruluşunun sigortalamadığı bir tesiste ısrar edilmesi matematik ve mühendislik hesabının olmadığını gösteriyor.
Kısaca; nükleer enerjiye karşıyız çünkü dışa bağımlılığı arttırıyor, riskli, atık sorunlu ve pahalı bir sistem.
Japonya’da yaşanan nükleer arıza ile beraber Türkiye’deki nükleer santraller de yeniden tartışma konusu oldu. Bu konuda hükümet cephesinden ortaya atılan bazı iddialar var. Örneğin Türkiye’ye kurulacak olan nükleer santrallerin üçüncü nesil olduğu ve daha az risk içerdiği, Rusya’nın nükleer teknoloji konusunda Japonya’dan daha güvenli, ileri olduğu gibi. Bu iddiaların doğruluk payı nedir?
Çernobil patladığında da Rus teknolojisinin geri olduğu söylenmişti, Japon teknolojisinin, Batı teknolojisinin iyi olduğu iddia edilmişti. Şimdi Japonya’da arıza yaşanınca Japon teknolojisinin geri olduğu söyleniyor. Bu iddialara ancak gülümseyebilirim.
’Santral neslinin yükselmesi söylemi demagojiktir’
Öte yandan santrallerin neslinin yükselmesi söylemi tamamen demagojik bir söylemdir. Her bir neslin kendi sorunu olur. Örneğin birinci nesil santrallerde vanalarda sorun var. İkinci nesil santrali yaparken vana yapmalısınız, vanaların arızaya geçtiği durumlarda haber veren bir uyarı sistemi yapmalısınız, bir de uyarı sonrası çalışacak paralel bir sistem yapmalısınız. Gördüğünüz gibi nesil yükselirken bir öncekinde yaşanan sorunu çözmek için eklenen sistem hem maliyeti hem riski arttırıyor çünkü yeni eklenenlerin arızalanması riski de var.
Kısaca neslin artması riski azaltmaz. Üstelik nesli yükselteceğim diye insanları kobay yapıyorsunuz. Bir problem var mı, varsa sonuçları etkilerini göreyim diyorsunuz. Ortaya çıkan sonuçlar binlerce insana zarar verebiliyor. Her neslin riski vardır. Teknik olarak sıfır riskli nesil/sistem yoktur. Örneğin uçağa binmek de risklidir. Uçak düşebilir. Fakat uçak düştüğünde içindeki insanlar hayatını kaybeder, düştüğü yere zarar verir fakat uzaklarda bundan habersiz insanlara bir şey olmaz. Uzaklardaki insanlar ölmez. Termik santrallerde, barajlarda da risk vardır. Hatta bisiklete binmek bile risklidir. Kaza yapabilirsiniz ama bu durum 50 metre ilerinizdeki bir insanı etkilemez. Fakat nükleerde durum böyle değil. Bakın Çernobil’de patlama oldu binlerce kilometre uzağında insanlarımız zarar gördü. Hastalıklar oldu. Fukuşima da öyle. Binlerce kilometre mesafedeki insanlar etkilenecek. 20-30 yıl sonra insanlar kanserden ölecek. Kanser hastalığına yakalananların sayısında ciddi artışlar olacak.
’Nükleerin iyisi yoktur’
Japonya 1945’te ABD tarafından atılan bombalarla bir nükleer felaket yaşadı. Bugünde kendi elleriyle yarattığı bir nükleer felaket yaşıyor. Bunun bize gösterdiği şey “nükleerin iyisi yoktur.” Tıp dünyasında teşhis ve tedavi amacı dışında nükleer tekniklerin kullanılmaması gerektiğini düşünüyoruz. Bütün dünyada enerji ihtiyacı nükleer santraller yerine alternatif kaynaklarla sağlanabilir. Etrafına zarar vermediği sürece hidrolikler, güneş, rüzgar ve deniz dalgalarından elde edilen enerji kullanılabilir. İnsanlık nükleer enerji santralleri kurmak ve risklerinden korunmak için harcanan parayla yeni, alternatif enerji kaynaklarına yönelebilir. Bu yöntemleri kullanıp geliştirebilir.
Bir de son olarak bir manipülasyona daha dikkat çekmek istiyorum. Karbon emisyonu konusunda. Nükleer enerjide karbon emisyonu olmadığı söyleniyor. Bu da doğru değil, santral çalışması sırasında karbon emisyonu yok ama karbon emisyonuna sebep olan işlemler ve üretimler var, radyasyon emisyonu sorunu var. Yani nükleer enerji anlatıldığı gibi temiz değil. Harcamalar ve atıklar düşünüldüğünde ve geriye doğru gidildiğinde karbon ayakizi adı verilen karbon emisyonuna sebep olacak işlemler olduğunu mutlaka görürsünüz. O zaman rüzgar santrallerinin radyasyon sorunu da yok, karbon emisyon sorunu da yok.
Bu denli zararlı bir işletmeyi açma konusunda hükümetin ısrarını neyle açıklayabiliriz?
Hükümetin ısrarını, geçmiş hükümetlerin ısrarları ile birleştirdiğimizde bazı şeyler anlamak mümkün. Geçmişte de bazı siyasetçiler muhalefet olunca karşı, iktidar olunca nükleerci olurlardı, bu durum halen sürüyor. Hükümetlerin ısrarları bize geçmişteki bir hükümet yetkilisinin “nükleer firmalarına yaptıkları masrafları ödeyelim” sözünü hatırlatıyor. Bizim elimizde bu masrafların belgesi yok ama masraf olduğunu bir siyasetçi söylüyorsa bildiği vardır diye düşünmek lazım. Nükleer santral kurmak demek çok ciddi bir maliyetle imalat yapmak demek. Buradaki imalat işleminin parasal karşılığı kadar bir miktarın harcanması demek. Bu harcama yapılırken yandaşlarının veya yakınlarının ya da bilemediğimiz kesimlerin bundan nemalanmasını sağlamak istiyor olabilirler. Sadece iktidar olunca kapılınılan bu nükleer hezeyanı başka ihtimal bırakmıyor.
Kaynak: Sendika.Org