“MMO’nun “Altı Sigma-Yalın Konferansları” Üzerine / 2 – Ertuğrul Bilir

Yazarımız Ertuğrul Bilir’in Makine MO’nun “Altı Sigma-Yalın Konferansı” üzerine yazdığı ve Konferansın Danışma Kurulu üyesi Seçkin Şişmanoğlu tarafından polemiğe çevrilen eleştiri yazısının ikincisini okurlarımızla paylaşıyoruz…

 

“MMO’nun “Altı Sigma-Yalın Konferansları” Üzerine[1] / 2 (Ağustos 2008)

BİR DÜKKANCI BİLE BİLİR Kİ….

MMO’nun “Altı Sigma-Yalın Konferansları” üzerine Nisan ayında yazdığım ve daha sonra BirGün gazetesinde bir kısmı yayınlanıp, diğer kısmı yayınlanmayan[2] yazıya sözkonusu konferansın Danışmanlar Kurulu üyesi Seçkin Şişmanoğlu tarafından “Ey mühendis, titre ve dikkat et!” başlıklı bir polemik yazısıyla cevap geldi.[3] Arkadaşımız sağolsun, bir çok kişinin sözlü olarak ifade ettiği düşünceleri yazarak tartışmayı sürdürme olanağı sağlamış oldu..

Zira Seçkin Şişmanoğlu’nun savundukları, bir kısım mühendis tarafından yer yer ifade edilen fikirlerin rastgele derlenmesi olmaktan öte, mühendis odalarında etkili bir akımın parçasıdır.

Örneğin TMMOB adına Petrol-İş 97-99 yıllığında yayınlanan yazı “Bütün bu nedenlerle, esnek üretim sistemlerinin gelişmesi ülkemizin bilim, teknoloji ve sanayileşme politikalarının içinde önemli bir alan olmak durumundadır ve bu alana gereken ilgi gösterilmek zorundadır”[4] denilmiştir.

1999 yılında MMO Ankara Şubesi tarafından düzenlenen bir söyleşide MMO eski Genel Sekreterlerinden Serdar Tan TKY’yi savunarak “Toplam Kalite Yönetimi çok güçlü ve sağlıklı bir araçtır; işçi sınıfının ideolojisi açısından da çok sağlıklı ve güçlü bir araçtır, ne yazık ki bunu başkaları kullanıyor”[5] demiştir.

Seçkin Şişmanoğlu’nu mühendisler içinde yaygın bir düşünce biçiminin temsilcisi olarak değerlendirip, tartışacağız

Tartışalım… Yanlışları düzeltelim… Solun sınırlarını netleştirelim…

Karar Süreçlerine Katılım

Sınıf iktidarının kurulması ve yürütülmesinin temel şartlarından birisi bu sınıfın kendi çıkarlarını bütün toplumun çıkarı olarak sunabilmesidir (hegemonya), bir diğeri ise onun egemenliğini kabul etmeyenlere karşı kullanılacak zor aygıtlarına sahip olmasıdır. Hegemonya kuvvetlendiği ölçüde zor aygıtlarının kullanımına ihtiyaç ortadan kalkmazsa da, azalır. Mevcut durumda liberal solun, bütün tartışmalarda egemenlerin bir kanadına eklemlenme zorunluluğunu hissetmesi böyle bir hegemonyayı yansıtıyor.

Marx ve Engels “gündelik yaşamda, herhangi bir dükkancı, bir kimsenin olduğunu iddia ettiği ile gerçekten olduğu arasında ayrım yapmasını çok iyi bilir; ama bizim tarihimiz henüz bu basit bilince ulaşmamıştır”[6] yazarken, çeşitli mühendislik eğitimleri almış olanların, kapitalist üretim teknikleri için günümüzde bile bu ayrımı yapamayacağını düşünebilir miydi acaba?

BirGün gazetesinin spota koyduğu cümle gerçekten önemli: “BirGün’de yayımlanan makale sayesinde öğrendik ki ‘Yalın Üretim’, ‘6 Sigma’, ‘Toplam Kalite Yönetimi’ gibi çalışanların karar süreçlerine katılımı (abç) olmadan asla başarılamayacak verimlilik tekniklerinin sağladığı yararlar, işçi sınıfının kafasını bulandırıyor(!)

Gerçek ile görüntü, asli kararlar ile tali kararlar arasında hiçbir ayrım yapmaz isek buradaki iddia doğrudur. Bu üretim yöntemleri, savunanların iddialarına göre “çalışanların karar süreçlerine katılımı”nı şart koşmaktadır. Sözkonusu iddia bu üretim tekniklerini pazarlayan “guru”ların çok kullandığı bir slogandır.

İlginçtir, bugün topa tutulan Frederick W. Taylor da kendi yönetim sistemini benzer iddialarla sunmuştu:

“Yönetim ve işçiler arasındaki bu yakın, içten ve kişisel işbirliği, modern bilimsel yönetimin ya da “görev yönetimi”nin (task management) esasıdır.”[7]

“Hepsinden öte, bu özel mükafat işverenin işçisiyle sağlayacağı dostça kişisel ilgisiyle bütünleştirilmeli ve bu ilgi hakikaten samimi ve nazikçe işçinin refahı için olmalıdır.”[8]

Taylor’un bilimsel bir yönetim için sıraladığı dört temel ilkeden birisi “İşçilerle, yapılan bütün işin geliştirilmesi bilimsel ilkelerle uyumlu olmasını sağlayacak biçimde samimi bir işbirliğine gidilir”[9] şeklindedir.

Taylor bunlarla da kalmamış sunduğu yönetim sisteminin getirilerini “… bu yolla daha yüksek ücretler sağlanabilecek, çalışma saatleri kısalacak ve daha iyi bir iş ve aile ortamı oluşacaktır”[10] sözleriyle tanımlamıştır. Bu satırlar yazıldıktan 100 yıl sonra biz “aslında Taylorizm bunları istemişti, bu yönetim sisteminde yaşanmış sorunlar tümüyle patronların ve sendikaların hatalı yaklaşımlarından kaynaklanmıştır, sistem doğru uygulanamamıştır” mı diyeceğiz? Bugün TKY, yalın üretim, esnek üretim savunucuları sisteme yapılan eleştirileri “sistemin yanlış uygulamalarının sorumluluğunun sisteme yüklenemeyeceği” şeklinde savuşturmaya çalışıyorlar.[11]

Sözkonusu konferansa katılamadığımız için açılış konuşmasını yapan eski Toyota yöneticisi Bob Bennet’in nelerden sözedip nelerden sözetmediğini bilemiyoruz. Ancak merak edenler için, ilk başlarda adına “Toyota Üretim Sistemi” denilen, yalın üretim sistemini uygulayan Toyota’da olanlar hakkında birkaç bilgiyi paylaşmak yararlı olabilir.[12]

-1988 yılında çalışanların maaşlarından %10 kesinti yapılması konusunda işçilerin organize olamaması nedeniyle firma başarılı oldu ve çalışanlar bunu kabullenmek durumunda kaldı.

-1993 ve 1995 yıllarında firmanın yaptığı toplu ödemeleri (ikramiye) kaldırma denemeleri çalışanlar tarafından ortaya konulan ortak direniş sonucu engellendi.

-Kalite çemberleri uygulamaları, eğitimler ve ISO çalışmaları için fazla mesai ödenmemesi bakanlığa bildirilerek bu çalışmaların fazla mesai kapsamında değerlendirilmesi ve ödeme yapılması sağlandı.

-Mühendislere ödenmeyen fazla mesailer konusunda şirketin ciddi direniş göstermesi sonucu kısmi ödeme konusunda anlaşma sağlanabildi.

– Sistem genelinde çalışanların sisteme zorunlu olarak yenilikçi ve geliştirici fikir sağlama uygulaması bakanlığa şikayet edilerek durduruldu.

-Çalışanlar gerek Toyota’da gerekse taşeron firmalarda yaşanan ancak rapor edilmeyen iş kazalarının bildirimlerinin yapılmasını sağladı. Ayrıca şirketin hastalık olarak bildirdiği bazı olayların ilgili makamlarca iş kazası olarak kabul edilmesi sağlandı. İşletme içersinde bir klinik açılması sağlandı.

– Çalışanlara karşı yapılan pek çok insan hakları ihlali (aktivistlerin dövülmesi ve iş kazası ile tehdit edilmesi vb..) hem Toyota hem de taşeron kuruluşlarında (Denso- Toyoda… vb.) şikayet edilerek çeşitli iyileştirmeler sağlandı.

-1980’li yıllarda aşırı çalışma sonucu ölümler (karoshi) bir sosyal sorun haline gelmişti. Uzun ve esnek çalışma modelleri, aşırı günlük kotalar gibi yalın üretimle birlikte çalışan üzerinde oluşan baskının artması karoshi vakalarında artışa neden olmuştur.”

Keşke Toyota akıl etseydi de anlayışı kıt işçilerine yalın üretimin ne kadar faydalı ve onların yararına olduğunu anlatmak üzere Türkiye’den birkaç mühendis götürseydi!… Belki adam dövmeye, tehdit etmeye falan gerek kalmazdı

Yalın üretimde hangi temel ve kritik karar süreçlerine çalışanların katılımı sağlanmaktadır? Önceki yazımızda da örnekler vermiştik. Yalın üretim, toplam kalite yönetimi vs. en ideal şekilde uygulayan şirketler dahi herhangi bir örgütlenme girişimine en sert tepkiyi vermekte, ya kukla sendikalar oluşturmaya çalışmakta, ya da tümden sendikasızlaştırmaktadır. Sendikalaşmanın, mevcut üretim sisteminin özüne dokunmasa da, işçinin karar süreçlerine katılımının önemli bir biçimi olacağını biliyor isek, sendikalaşmayı engellemenin “karar süreçlerine katılımı” engellemek olduğunu da anlarız. Örneğin bir çoğu uluslararası pazarlara üretim yapan ve en azından ISO 9001 sistemine ilişkin belgesi olan tersanelerde insan hayatlarının ne kadar ucuz olduğunu hepimiz görüyoruz. Tersanelerde süren mücadelenin temel taleplerinden birisi “işçi sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanması için sendikalaşmanın önündeki engellerin kaldırılması”dır. Eğer işçiler kritik karar süreçlerine örgütleri aracılığıyla katılamıyorlar ise yaşam güvenceleri bile yoktur.

Çalışanlar, kaizen çalışmalarında ve kalite çemberlerinde üretimin nasıl daha geliştirileceğine, kalitenin nasıl artırılacağına ilişkin fikir bildirmekte, ancak bunun sonucu işçi ihtiyacının azalmasıyla aralarından bir kısmının işten çıkarılması vb. olabilmektedir. İşçilerin “kalitenin ve verimin nasıl artırılacağı” üzerine bile olsa fikir belirtebiliyor olması, elbette ki işçilere bir oranda önemsenme duygusu yaşatmakta, “kendilerini gerçekleştirdikleri” işlerine olan bağlılıkları artmaktadır. Ancak bu durumu “karar süreçlerine katılım” şeklinde idealize edemeyiz.

“Yaşasın aç mideler”mi?

Danışman arkadaş yukardaki paragrafın devamında (Verimlilik teknikleri-bn)… Emek-sermaye çelişkisinin derinleşmesini engellemektedir. Sadece bunlar değil. Kurumsal Kaynak Planlama, Montaj Hattı Dengeleme, Tedarik zinciri Yönetimi gibi tüm EM (Endüstri Mühendisliği-bn) yaklaşım ve teknikleri genellikle ekstra teknoloji yatırımı gerektirmeden ek katma değer yarattığı, bu değerin bir kısmının fiyat düşüşlerini sağladığı, hatta bazı kapitalistlerin bunun bir bölümünü ücret artışı olarak yansıttığı için doğrudur(abç), ama tehlikelidir.

Kapitalistlerin ağzımıza bir parmak bal çalmasıdır. EM’ler işçi sınıfını sınıf bilincinden uzaklaştırarak kapitalizme hizmetten vazgeçmeli, derhal dükkanlarını kapatmalıdır. Varsın ithalat patlasın, varsın sıfıra yakın “emek” maliyetli Çin malları fabrikalar kapatırsın, nasıl olsa proletaryanın çelik disiplini işsizler ordusunu da kucaklayacak, hedefe yöneltecektir” diyor. Şimdi bu cümlelerin neresini düzeltelim. Bir yerden başlayalım, belki işin içinden çıkarız.

Temel bir iddiadan başlayalım: Yazının tamamına hakim olan yaklaşım, bizim “işçiler arasında açlığın artmasını, bu sayede devrim yapmayı” umduğumuz şeklindeki yaklaşımdır. Yukarıdaki cümlelerde yeralanların yanında yazıda bize atfen “benim mühendisim ya uygulayıcı olsun ya da işsiz olarak yedek proleter ordusuna katılsın”, “(KOBİ’leri) Bırakınız batsınlar. Onlar da yedek proleter ordusuna katılsın.”, “… doğsun aç midelerden nur topu gibi ihtilaller” şeklinde yakıştırmalar yeralmaktadır.

Bu türden iddiaların sahipleri bilmeyebilir. Devrimcilerin çok temel bir ilkesi 1848 yılında yayınlanan Komünist Manifesto’da dile getirilmiştir: “(Komünistler-bn) Bir bütün olarak proletaryanın çıkarlarının dışında ayrı çıkarlara sahip değillerdir”[13]

“Devrimcilerin halkın açlığını istediği” düşüncesi en gericisinden bir sermaye çarpıtmasıdır[14]. Devrimciler – ki işçi sınıfının ve genel olarak emekçi halkın parçasıdırlar- bir yandan kapitalizm şartları altında daha iyi yaşam mücadelesini yürütürler. Bir yandan da, kapitalizm şartları altında, bunun kalıcı olarak mümkün olmadığını bildiklerinden, insanca yaşanabilir bir dünya kurma mücadelesini sürdürürler. Bilirler ki, kendisini hangi kılık altında pazarlarsa pazarlasın kapitalizm insanlığın büyük çoğunluğu için yıkım getirir. Üretim araçlarının gelişmişliğine rağmen, göreceli olarak[15], milyonlarca ve hatta milyarlarca insan yeryüzünde tadabilecekleri zevkleri tadamadan, kendi potansiyellerini açığa çıkaramadan göçüp giderler bu dünyadan. Bu yüzden kapitalizm yıkılmalıdır.

Evet, biz halkın yoksullaşmasını, işsiz kalmasını, aç kalmasını istemeyiz. Ama biliriz ki kapitalizm bu sonuçlara yol açmaktadır. Buna esnek üretim, yalın üretim de dahildir.

“Emek-sermaye çelişkisinin derinleşmesinin engellenmesi”

Yazıdaki bir iddia da “yeni verimlilik tekniklerinin emek-sermaye çelişkisinin derinleşmesini engellediği” şeklindedir. Yine öncelikle yazarın kendi iddialarından yürüyelim: Bu iddia “ekstra teknoloji yatırımı gerektirmeden ek katma değer” yaratıldığı, “bu değerin bir kısmının fiyat düşüşlerini sağladığı, hatta bazı kapitalistlerin bunun bir bölümünü ücret artışı olarak yansıttığı için” “doğru” olduğu, ama bizim için “tehlikeli” olduğu şeklinde.

Üretim sürecinde “ek katma değer” yaratmak demek, işçinin üretimini artırmak demektir. Buradaki iddia “genellikle ekstra teknoloji yatırımı gerektirmeden ek katma değeri” artırmak olduğuna göre, işin yoğunluğu artırılarak “ek katma değer” yaratılmaktadır. Yani işçinin emek-gücünden daha fazla yararlanarak…

Kapitalist üretimin ana hedefi kar elde etmektir. Kar, herhangi bir yerden gelmez. Kar’ın kaynağı artı-değer sömürüsüdür. Artı-değer ise “karşılığı ödenmemiş emek”tir. Sermaye sahibi iki yolla artı-değer sömürüsünü artırmaya çalışır. Birincisi mutlak artı-değeri artırmaktır. Yani çalışma sürelerini artırmaktır. Bunun sınırı, işçinin fiziki sınırı ve mücadele sonucu oluşmuş olan yasal sınırlardır. Diğer yol ise göreli artı-değeri artırmaktır. Yani daha ileri üretim araçları ve teknikleri kullanarak işçinin (ücretine karşılık gelen) yaşaması için gerekli emek zamanını azaltarak, artı-değerin artırılmasıdır. En eski ve yeni biçimleri de dahil olmak üzere bütün kapitalist üretim sisteminde bu böyledir.

Danışman arkadaşımız manüfaktürüyle, ilkel fabrika düzeniyle, fason üretim sistemiyle, Taylorist, Fordist ve Post-Fordist bütün biçimleriyle kapitalizmin yapmaya yazgılı olduğu, ancak bu süreci devam ettirerek varlığını sürdürebildiği işleyişi bize yeni üretim tekniklerinin bir kazanımı olarak sunuyor. Ama bazı yanlışlarla…

Sermaye sahipleri, kendilerine ek kazançlar sağlamayacak ise, “katma değeri artırdık, bari işçilerin de ücretlerini artıralım” demez ve zaten demiyorlar. Övgüyle sözedilen üretim tekniklerinin giderek genişleyerek uygulandığı son 30 yılın dünyasına bir zahmet, dönün ve bakın. Dünyanın zenginleriyle yoksulları arasındaki uçurum azaldı mı, arttı mı? Büyük şirketler (TKY, yalın üretim vs. uygulayan) çalışma sürelerini düşürmeye mi uğraşıyor, artırmaya mı? Dünyanın büyük şirketleri, üretimlerini sürekli daha yoksul ülkelere kaydırırken, oralardaki işçilerle “ek katma değeri” paylaşma idealiyle mi yanıp tutuşuyor? Acaba arkadaşın yazısında sözettiği “sıfıra yakın “emek” maliyetli Çin malları” hangi çalışma şartlarında üretiliyor? Çin’li işçilere post-fordist dönemin patronları ABD, AB ve Japonya’daki ücretleri vererek mi “sıfıra yakın emek maliyetli” mal üretiyor? Bu dönemin aynı zamanda dünyadaki emek hareketinin genel yenilgisine ve sendikaların güç kaybına denk düşmesi, acaba patronların “sendikalar aradan çıksın da biz işçilerimize daha iyi bir hayat yaşatalım” diye düşünmesinden mi kaynaklanıyor? Herhalde üretim sürecinde daha yüksek vasıflara sahip bir kısım işçinin (bir kısım mühendis dahil) “merkez” olarak tanımlanan işyerlerinde daha iyi şartlarda istihdam edilmesine karşılık, çok daha fazlasının da (mühendislerin çoğunluğu dahil) “çevre” olarak adlandırılan işyerlerinde güvencesiz, düşük ücretlerle istihdam edildiği bir dönemde yaşadığımızı tartıştığımız herkes biliyordur? Yoksa bilmiyor mu?

Velhasılıkelam, kapitalizmin yeni üretim ve verimlilik teknikleri emek-sermaye çelişkisini azaltmak bir yana dünya geneline yaymakta ve çelişki derinleşmeye devam etmektedir.[16] Bu yanıyla da bu üretim tekniklerinde, esasa ilişkin olarak, diğer kapitalist üretim tekniklerinden ayırıp “doğru ama tehlikeli” görülecek bir yan yoktur. Biçime ilişkin olarak ise, bir çok mühendis arkadaşın ve oda yöneticisinin de kafasının karıştığı gibi kafa karışıklığı yaratan bir yan vardır. E, kapitalistler de, kendilerine bir fayda sağlamayacak ise, yeni üretim tekniklerini geliştirmeye boşa masraf etmezlerdi herhalde…

Danışman arkadaşımız Fordizm / post-fordizm karşılaştırmasında bizim Fordist üretim sürecini savunduğumuzu, hatta daha ötesi “fordist üretim sürecini sosyalist üretim biçimi gibiymişçesine kutsa”dığımızı nerden çıkardı bilmiyoruz.

Yazımızdan çıkarmadığı kesin. Ama eğer merak ediyor ise söyleyelim: Biz Fordizm / Post-fordizm karşılaştırmasında taraf değiliz. Biz üretimin, tüketimin, yaşamın ve siyasetin kapitalist örgütlenmesi ve işleyişine karşı tarafız. Fordizm / post-fordizm ayrımında ise Fordizm döneminde mücadele ile kazanılmış hakların, post-fordizm döneminin sermayeye sağladığı avantajlar sayesinde, emeğin örgütlenmesi dağıtılarak, emekçiler arasında rekabet artırılarak yok edilmeye çalışıldığını ve kazanılmış hakların savunulması gerektiği noktasında tavır alırız. Bu tavır Fordizm’in savunulması değildir. Dün nasıl Fordist/Taylorist üretim organizasyonunun ipliğini pazara çıkarmak ve ona karşı işçi sınıfını örgütlemek için uğraşmışsak, bugün de kapitalist üretim organizasyonunun her biçimine karşı aynı mücadeleyi yürütürüz.

Tavşanın Suyunun Suyu ve Hizmetler

Önceki yazımızda Altı Sigma-Yalın Konferansları’nda sunum yapacak bazı şirket ve kurumların (TTGV, Yalın Enstitü Derneği, Arçelik, Yeşim Tekstil, MESS) yaptıklarından örnekler vermiştik. Aslında biraz üzerinde durunca bu örneklerin ne kadar çoğaltılabileceğini konuyla ilgili herkes bilir. Danışman bu örnekleri “senin çalıştığın şirketin taşeron firmasının malzeme aldığı bir başka firmada bundan 16 yıl önce işçilerin toplu işten çıkarıldığı ve bundan ana firmasının ve bu firmada çalıştığı için de kendisinin sorumlu olduğu” şeklinde bir benzetmeyle cevaplıyor. Doğrudan doğruya bu kurumların yaptığı işlere ilişkin iddialara verilen cevap, acaba niye “sanki çok uzak bir zamanda ve yerde” olmuş gibi yansıtılmış? Belki de bu şirket ve kurumların, aslında savunulabilecek bir durumda olmayışındandır? Belki de suçluluk duygusudur? Ne diyebiliriz ki?

Danışman arkadaşımız yazısında bol bol MMO’nun yaptığı hizmetlerden, çıkardığı yayınlardan sözediyor ve bizi bu hizmetleri baltalamaya çalışmakla itham ediyor. Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, biz TMMOB’yi ve MMO’yu demokrat bir kurum olarak görüyor ve eleştirilerimizi yaparken, bir amentü gibi bu durumu tekrarlıyoruz. Eleştirilerin hedefi bu kurumları yıpratmak değil, iddialarına uygun şekilde devrimci/demokrat bir çizgiye doğru çekmektir. Evet bu kurumlar ülkenin bu gerici ortamında ilerici bir yerde durmaktadırlar. Ama karşımıza geçip “bu kurumlar hizmet veriyor, sen ise kapitalizm yıkılmadan hiçbir şey yapmamayı savunuyorsun, bu kurumların yıkılmasını istiyorsun” denilmesi bize “Rahmetli(?)” Özal’ın ve şimdi de Erdoğan’ın sıkça kullandığı ve solcuları “siz ne yapıyorsunuz, sadece konuşuyorsunuz” diyerek sorguya çekişini hatırlattı. Bu yaklaşım teknokrat bir kafanın ürünüdür. Biz olumlu işlere hakkını vereceğiz. Ama “hizmet, kime hizmet ediyor? Halk için, işçi sınıfı için daha iyisi yapılamaz mı?” gibi soruları sormaya da devam edeceğiz.

Danışman arkadaşımız yazısında “Bir meslek örgütünün Genel Kurullarını Sosyalist, Komünist Parti genel kurulları gibi algılayalım, algılatalım. Belki birkaç solcu mühendis daha bize katılır” diyerek, eleştirilerimizi karikatürleştirmeye çalışırken, aslında a-politik bir Genel Kurul talebini dile getiriyor. Onunla da kalmıyor, “belki birkaç solcu mühendis daha bize katılır” diyerek mücadele yürütenleri küçümsüyor. Bir paragraf sonra devam ediyor: “Öğrencileri, yeni mezunları tavlayalım. MMO zayıflasın yok olsun. Hatta birazcık devrimcilerse kendilerini lağvetsinler.” Bu ne kin sayın Danışman? Sermayeyle fazlasıyla kolkola yapılan bir etkinliği eleştirdik veya “Mesleki Yeterlilik” adı altında, sorunları çözmek bir yana mühendisler arasında kastlar oluşturmaya yönelen ve sermayenin kar hırsının kötü uygulamalardaki sorumluluğunu gizlemeye yarayan düzenlemeleri eleştirdik diye, bu nasıl bir kin? İnsanlara seslenmeyi, “tavlamak” olarak adlandırmak ve bunun” MMO’yu yok etmeyi hedeflediğini” söylemek, hangi sınıfın kininden kaynaklanır?

Görüldüğü kadarıyla bazı arkadaşlarımız, kendini burjuvazinin düşünüş tarzına ve söylemine fazla kaptırmış. Biz elbette ki birkaç solcu mühendisin ve öğrencinin daha “bize” katılması için de mücadele edeceğiz. Bununla kalmayacağız kapitalizmin dehlizlerinde yolunu kaybetmiş, sağını solunu şaşırmış olanların da; gelenekten sağcı olup dünyada, ülkede ve işyerinde yaşadığı çelişkilerden dolayı arayış içinde olanların da uyanması, öğrenmesi, örgütlenmesi için mücadele edeceğiz.

Endüstri ve Diğer Mühendislerin Durumu

MMO’nun “Altı Sigma-Yalın Konferansları”nın katılımcılarını ve mantığını eleştiren yazıma karşılık Danışman arkadaşımız Endüstri Mühendisleri ve diğer mühendisleri savunma pozisyonuna giriyor. Benzer bir refleksi bir çok Endüstri Mühendisi arkadaş gösterdiğine göre açıklanması gereken bir durum var:

Modern anlamda mühendislik kapitalizmin çocuğudur. İşlevi kapitalizmin ve doğal olarak bu sistemin egemenleri olan kapitalistlerin ihtiyaçlarına göre şekillenmiştir. Mühendislik ve onun alt dallarının hiç biri kapitalizmin genel işleyiş yasalarından bağımsız değildir: Kapitalizmde üretim kar içindir. Bu süreçte kol işçisi de, muhasebeci de, mühendis de sermaye sahiplerinin verdiği temel kararlar ve direktifler doğrultusunda çalışırlar. Eğer mühendis, muhasebeci, doktor veya öğretmen sermaye sahibi haline gelirse, kararlarını esas olarak bu pozisyonuna göre verir. Bir zamanların işçisi de bir şekilde sermaye sahibi olduğunda, o artık işçi değil kapitalisttir.

Yani bütün meslek grupları sistemin parçasıdır. Bazı meslek grupları sistemin yeniden üretimi için ve ideolojik olarak daha kritik bir yerdedir. Öğretim görevlileri, hukukçular, din adamları, politikacılar, gazeteciler, reklamcılar gibi. Mühendisler içinde de bu pozisyona en yakın olan kesimler herhalde Endüstri ve İşletme Mühendisleridir. Makina, elektrik veya inşaat mühendisine göre daha “politik” bir görev üstlenmişlerdir. Bununla birlikte bu fark, diğerlerine göre bir nicelik farkıdır, nitelik farkı değildir. Bu nedenle tartışmayı bütün mühendisler üzerinden yapmak gerekir. Zaten Danışman da “meğer biz mühendisler, hele ki Endüstri Mühendisleri neler yapmışız?”, “Sadece EM’ler mi sorumlu?( …) Ya elektrik, elektronik, Makina, mekatronik mühendislerine ne demeli?” diyerek konuyu bütün mühendislere taşımaktadır.

Doktor olmak mevcut sağlık sistemini, eğer özel hastanede çalışıyorsa özel sağlık sistemini; banka çalışanı olmak bankaların soygunlarını; özel okul veya dersanede çalışmak eğitimde özelleştirmeyi; taşeron işçisi olmak taşeron sistemini savunmayı gerektirmez. İşyerinde yalın üretimi uygulamak zorunda olan mühendisler olmak da yalın üretimi yüceltmeyi gerektirmez. Bir kısım mühendis sistemi yüceltse bile demokratların yönettiği MMO’nun bu sistemin reklamını yapması gerekmez.

İşçiler hergün kendilerini daha fazla sömürtmek üzere sermayeyi yeniden üretirler. Üretmek zorundadırlar. Yarın yıkacakları kendi üzerlerindeki baskı sistemini hergün yeniden üretirler. Onlar sistemin hem yeniden üreticisi hem de mezar kazıcısıdırlar. İçlerinde bir kesim, işçi aristokrasisi haline gelerek, bir kısmı ise yüzlerce, binlerce yıllık sınıflı toplumun yarattığı körlükle, saflaşmanın yoğunlaştığı dönemde bile sermayenin yanında, karşı-devrim cephesinde yer alır. Ama böyle bir bölünme işçi sınıfını kapitalizmin yıkıcısı ve yeni toplumun kurucusu olmaktan alıkoymaz.

Bir sınıf değil, bir meslek grubu olan mühendisler ise nesnel olarak toplumun temel saflaşmasına göre farklı sınıfsal kimliklere bölünürler. Bir kısmı sermaye sahibi olur, bir kısmı küçük büro sahibi küçük-burjuva, bir kısmı “yönetim temelli kapitalist”[17], bir kısmı ise işçi. İşçilerin yaşadığı bölünmeyi ücretli konumda dahi olsalar mühendisler elbette ki daha ağır yaşayacaktır. Bu bölünmede –diğer kesimleri bir yana bırakırsak- işçi pozisyonunda yeralan ücretli mühendislerin ne kadarının “işçi sınıfından yana” tavır alacağı mücadelenin seyrine, temel sınıfların güçlerine ve hegemonya oluşturma yeteneklerine göre değişecektir.

Bölüşüm Sorunu mu?

Danışman arkadaşımız yazısını bitirirken “Mühendisliğin her koşulda katma değer yaratması refah arttırması gerektiğine, aslolan siyasi mücadelenin yaratılan katma değerin bölüşümü üzerinden yürütülmesine, kısaca adil ve hakça bölüşüme inandım. Ama anladım ki hepsi yalanmış. Kapitalistlerin, neoliboşların oyununa gelmişiz” diyerek kinaye yapıyor. Keşke bildiklerinin yanlış olduğuna gerçekten ikna edebilseydik.

Mücadele sadece bir bölüşüm mücadelesi değildir, değerin nasıl ve hangi şartlarda üretileceği ve nasıl paylaşılacağı meselesidir. Kapitalist sistem adil bölüşüme müsait değildir. Zira üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanır. Ve bu sistem sadece sermaye sınıfının üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmasıyla varlığını devam ettiremez, tıpkı öyle kurulmadığı gibi. Ancak zora dayalı devlet mekanizmasıyla birlikte bunu gerçekleştirebilir. Devletin zor aygıtlarının geride durduğu “burjuva demokrasisi” ve nispeten bölüşüm adaletinin sağlandığı “sosyal devlet” gibi dönemler işçi sınıfının mücadelesinin sonucu ve devrim tehdidi karşısında verilen ödünlerdir.

Üretim araçlarının mülkiyetinin kime ait olduğunu atlarsanız, işte böyle bir sürü yerde esnek üretime karşıyım derken, sıra mesleğinize gelince esnek üretimin aslanlar gibi savunuculuğunu yapmak zorunda kalırsınız.

Safımızı Bilelim

Mühendisler olarak sistemin bekası için eğitilmiş olabiliriz. Ama eğitimimizi emekçi halkın mücadelesinde değerlendirebiliriz.[18] Bu sadece mümkün değil, zorunludur. Esnek üretimi allayıp pullamak zorunda değilsiniz. Üretim sistemine ilişkin bilgiler, sistemin teşhiri ve alternatif sistemlerin tasavvuru için kullanılabilir.

Bizim yaptığımız ise bugün işçi sınıfı mücadelesinin alt düzeyde seyrettiği, sistemin güçlü bir alternatifini politik, örgütsel planda oluşturamadığımız dönemde dahi mühendisleri işçi sınıfı ve halkın mücadelesine çağırmak ve bu amaçla ideolojik mücadele yürütmektir.

Biz yürürüz, yol olur…

 

 


[1] Bu konudaki daha önceki yazı, http://www.sendika.org/ ile http://www.politeknik.org.tr// ‘de mevcuttur.

[2] Gazeteyi arayarak yazının yayınlanmasından dolayı ilgilerine teşekkür edip, “devamının niye yayınlanmadığını” sorduğumda “odalardan ve sendikalardan gelen telefonlar üzerine devamının yayınlanmasından vazgeçildiği” belirtildi.

[3] BirGün, 7 Mayıs 2008, s.7. Ayrıca http://www.politeknik.org.tr// ‘de “Seçki” bölümünden okunabilir.

[4] Petrol-İş 97-99, s. 925

[5] MMO Ankara Şubesi, “Söyleşi Toplam Kalite Yönetimi, Endüstriyel Demokrasi, Esnek Üretim,” Mayıs 1999

[6] Marks K, Engels F., Felsefe İncelemeleri, s. 113, (Alman İdeolojisi’nden), Sol Yayınları

[7] Taylor, Frederick W.; Bilimsel Yönetimin İlkeleri (2. Baskı), Çev: H. Bahadır Akın, Çizgi Kitabevi, Konya, 2003, s. 16

[8] Taylor, age, s. 22

[9] Taylor, age, s. 23

[10] Taylor, age, s. 8

[11] MMO Ankara Şubesi’nin söyleşisinde Serdar Tan’ın ve dönemin MMO Ankara Şubesi YK Üyesi Salim Çetinkaya’nın yaklaşımlarındaki gibi…

[12] Takao Kimura. Assistant Professor of Nagoya Economics University, Member of Aichi Labor Institute,”Struggle against Lean Production System”, Rodo-Soken Journal, No.22, April 1998. http://www.hartford-hwp.com/archives/55a/531.html

[13] Marx-Engels, Komünist Parti Manifestosu, Sol Yayınları, Ankara, 1998, s.26

[14] Bu iddia aynı zamanda “kaba materyalist” olarak ta tanımlayabileceğimiz, sosyalizmin iddialarını hiç bilmeyen, bazı kulaktan dolma şeyleri “sosyalizm” sanan kesimlerde de vardır. Ama yazısından anladığımız kadarıyla, Danışman arkadaşımız Endüstri Mühendisliği eğitimi sonrasında, yüksek lisans yapmış ve üniversitede ders vermiş, MMO’da yönetim görevlerinde bulunmuş. Herhalde bu kadar bilgisiz değildir… Eğer bilgisiz ise bizim kabahatimiz değil.

[15] Kapitalizm, uzun vadede insanların çoğunluğu için mutlak bir yoksullaşma getirmemiştir. Kapitalizmin egemen dünya sistemi olduğu iki yüzyılı aşkın süreçte, genel olarak insan ömrü – kapitalizmin merkez ülkelerinde daha çok olmak üzere- artmıştır. Ortalama yaşam standardı yükselmiştir. Ancak bunun bedelini kötü çalışma ve yaşama koşullarında yaşayıp ölen, sömürge ve paylaşım savaşlarında ölen, kapitalizmin yarattığı dengesizlikler sonrasında kıtlıklarda ölen milyonlarca insan ödemiştir. Öte yandan, biz karşılaştırmamızı üretim araçlarının gelişmişlik düzeyinin insanlar için mümkün kıldığı ile gerçekte olan arasındaki çelişkiye dayanarak yapmalıyız.

[16] Çatışmanın geçmişteki kadar şiddetli olmayışı kimseyi yanıltmasın. Bu durum bir “uzlaşma, hoşgörü ve sınıf barışı” değil, işçi sınıfının almış olduğu yenilginin sonucudur. Ama sınıflar çatışması farklı görüntüler altında sürmektedir ve işçi sınıfının güçleri toparlandığında geçmiştekinden çok daha şiddetli olarak yaşanacaktır.

[17] Köse, A.H, Öncü, A.; Kapitalizm, İnsanlık ve Mühendislik, TMMOB, Ankara, 2000

Köse ve Öncü çalışmalarında işyerlerinde üst düzey yönetici pozisyonunda olup, temel konulardaki tavır alışları sermayeden yana olan, hatta onun adına düşünen mühendisleri bu şekilde adlandırmışlardır.

[18] Türkiye’de Amerika yanlısı bir gençlik oluşturmak ve sistem için nitelikli eleman yetiştirmek amacıyla kurulan ODTÜ’nün, önemli bir anti-emperyalist anti-faşist mücadele odağı olduğu 60-70’li yılları hatırlayalım.

 

İLGİLİ DİĞER YAZILAR:

Makina Mühendisleri Odası “Altı Sigma-Yalın Konferansları” Üzerine: Ey Mühendis, titre ve dikkat et! – Seçkin Şişmanoğlu

MMO’nun “Altı Sigma-Yalın Konferansları” üzerine – Ertuğrul Bilir