Çok yazıldı, çizildi. Kimimiz ‘Bu kez giderler’ dedi, kimimiz ‘Rejimi boşuna değiştirmedi’ dedi. Dövizdi, rahipti, ABD idi, enflasyondu, işsizlikti derken zincirleme gündemler uzadı gitti. Her gelişmede hayatımızı, geçimimizi düşündük. Bakmadığımız ürünlerin fiyatına bakar olduk, maaşımızın ne kadar değer kaybettiğini her alışverişte hesaplar olduk. Kriz analizleri devam edecek ancak etkilerini her gün daha da fazla gösterdiği günlerde ofisin, plazanın, şantiyenin gündemini oluşturan ekonomik kriz bizi derinden etkilemeye devam edecek, burası kesin.
Bir varmış bir yokmuş
Tayyip Erdoğan geçtiğimiz haftalarda partisinin toplantısında, yaşanan kriz ile ilgili “ekonomik saldırıya maruz kaldık ama iki ayda durumu kontrol altına aldık”, “kriz yok manipülatif hareket var” dedikten sonra “her kriz fırsatı da beraberinde getirir, özel sektörün bu krizi fırsata çevirecek maharete sahip olduğuna inanıyorum” diyerek aynı konuşmada yaşanan ekonomik durumun kriz olduğunu net bir şekilde itiraf etti.
2018 yılı için 3 Ekim’de açıklanan %24,5 tüketici enflasyonu, %46 olarak açıklanan üretici enflasyonu, TL’nin dolar karşısında 2013’den bu yana yaşadığı değer kaybı (2013-2017 arası TL’de Dolar karşısında %91 kayıp) 24 Haziran seçimlerinden sonra hızlandı, artan değer kaybı ve yükselen faizlerle kriz başladı. Ağustos ayında ihracatın %6,5, ithalatın %22 azalması ile üretimde etkileri açıkça görüldü. Otomotiv ve inşaatta %70’lere, dayanıklı tüketim mallarında %25’lere varan talep azalması ve binlerce şirketin konkordato ilan etmesi ekonomistlerce enflasyon ile birlikte ekonomik durgunluğun da başladığına işaret sayılıyor. Açıklanan enflasyon miktarı içerisinde gündelik yaşamı doğrudan etkileyen sektörlerdeki enflasyon oranları ise (gıda %27,7, ulaştırma %36,6, ev eşyası %37,8) diğer kalemlerden daha yüksek. Maaşlarımız enflasyon karşısında hızla eriyor. Durgunlukla beraber işten çıkarmalar da artmaya başladı.
Kamudan sermayeye
Peki bu günlere nasıl gelindi, kısaca hatırlayalım. Erdoğan’ın krizin bir fırsat olduğunu hatırlattığı özel sektöre, 2002 krizinden sonra iktidara gelmesiyle yarattığı fırsatlara bakmakta yarar var. Özelleştirmelerle, piyasa düzenlemeleri ile devlet üretimden büyük oranda çekildi. Kamusal üretim araçlarının özel sektöre devri ve bu alanlardan elde edilen karlar betona yatırıldı. Dövizle borçlanıldı, katma değer yaratan alanlara kaynak aktarılmadı. AKP’nin 16 yıllık (kalkınma olmadan) büyüme paradigması/politikası, üretimin küresel zincirlere eklenerek yapılması ve ülke ihtiyaçlarından uzaklaşılmasıyla çöktü.
Krizin faturası çalışanlara
Lale devri de diyebileceğimiz düşük kur-düşük faiz dönemi bitti, üretim ve tüketim yapısı bozuldu. İthal ürünlerle desteklenerek zar zor ayakta duran üretim-tüketim dengesinin bozulmasından dolayı karlılık kaybı yaşayan şirketler; işten çıkarmalar, ücret baskılamaları ve iş güvencesi tehdidi ile kayıplarını beyaz-mavi yaka fark etmeksizin çalışanlar üzerinden telafi etmeye hazırlanıyor. Sadece şirketler değil, finans ve inşaat ekonomisine dayalı, ihtiyaçları doğrultusunda üretim yapamadan dışa bağımlı büyüme politikası izleyen Saray iktidarı da daralan imkanlarını çalışanların maaşları ve işsizlik güvenceleri üzerinden telafi etmeyi planlıyor. Yüzlerce kişiye varan işten çıkarmalar, Zorunlu BES ile emekliliğe kadar zorla yapılacak maaş kesintileri, işsizlik fonunun kaynak olarak değerlendirilerek kamu bankalarına aktarılması şirketlerin ve devletin zararının çalışanlardan çıkarmanın araçları olarak tasarlanıyor.
Kaçak Saray kara gün içindir
Ekonomik krizin tek başına Erdoğan’ı devireceğini sanarak umutlananlar da yanılıyorlar. Saray’ın ya da yeni rejimin elinde krizi bitirecek formüller olmasa da, (şimdilik) tepkileri savabilecek ve hamasi propagandasının yanında kullanabileceği koca bir medya ordusu ile bolca sopası var.
Enflasyon rakamını açıklayan TÜİK Başkan Yardımcısı’nın görevden alınması, en basit talepleri bile karşılanmayan 3.Havalimanı işçilerinin, sendikacılarının tutuklanması ise devletin ulusal ve uluslararası sermaye gruplarıyla el ele yarattığı krizi, çalışanların omuzlarına yıkma çabasını elindeki tüm zor aygıtlarını kullanarak destekleyeceğinin aleni göstergeleri oldu.
Bizim elimizde ne var?
Bu kara tabloda faturanın kime kesileceği belli. “Kriz nedeniyle oluşacak olumsuzlukların mümkün olduğunca görünür olmaması” talimatını bizzat Erdoğan veriyor. Ekonomik krize onlar, aynı gemide olanlar hazırlık yaptı peki biz ne durumdayız, ne yapacağız? Ekonomik kriz karşısında haklarından vazgeçmeyenlerin birlikteliği, itirazı ve ısrarı görünür olmak zorunda.
Aynı dertlerle ve durumlarla hemhal olma ihtimali olan milyonlarca çalışanın bu tehditten kurtulabilmesi için bir arada olmaya, dayanışmaya ve ortak sesler verebilmeye ihtiyacı var. Beyaz yakalıların bu sese, krize karşı mücadelenin de beyaz yakalılara ihtiyacı var.
Bir yanda itirazlarımızı biriktirmek, bir yanda da yeniyi kurabileceğimizi hatırlamakta fayda var. Türkiye’de kamusal politikalarla inşa edilecek yeni bir ekonomik modeli kurabiliriz. Eşit, özgür, üreten bir ülkede yaşayabiliriz.
Neriman Usta / Elektronik Mühendisi
K. Efe Ersöz / İmalat Mühendisi