Site iconPoliteknik – Halkın Mühendisleri Mimarları Şehir Plancıları

İnşaat Mühendisleri Odası: “Van Depreminin 5. yılında güvenli yapı üretiminin neresindeyiz?”


Ülkemizde 1900`lü yılların başından bu yana büyüklüğü 6 ve üzeri olan 150`den fazla deprem meydana gelmiştir. Resmi kayıtlara göre 100 binden fazla insan yaşamını yitirmiş, binlerce insan yaralanmış, çok sayıda yapı yıkılmış veya çeşitli ölçeklerde hasar görmüştür. Ekonomik, sosyal ve kültürel hayat büyük ölçüde yara almıştır. Ne yazık ki ortaya çıkan bu tabloya rağmen merkezi ve yerel yönetimleri harekete geçirecek bir etki ortaya çıkmamıştır.

Yakın bir geçmişte yaşamış olduğumuz Gölcük Merkezli Kocaeli Depremi de gerekli derslerin çıkarılmasına önemli bir katkı sağlayamamıştır. Binlerce insanın yaşamını yitirmesi, yaralanması ve sokakta kalması da yaşanan sorunların bir tekrarı olarak toplumsal hafızada giderek önemsizleşen bir yere oturmuştur.

Oysa 17 Ağustos 1999 Gölcük Merkezli Deprem ve hemen arkasından yaşanan 12 Kasım 1999 Düzce Depremi, 23 Ekim 2011 yılında yaşamış olduğumuz Van Depremi`nin yıkıcı etkisini azaltabilirdi. Anadolu topraklarının bugüne kadar oldukça fazla deprem yaşamış olduğu gerçeği de “hazırlıksızlığın bir belgesi” olarak ülkemizin deprem tarihindeki yerini almıştır.

Oysa başta İnşaat Mühendisleri Odası olmak üzere bilim çevrelerinin, diğer meslek odalarının ve duyarlı yazılı ve görsel basının 17 Ağustos 1999 Gölcük Merkezli Deprem`den önce ve sonra gündeme getirmiş oldukları “deprem” gerçeği ile ilgili sorunların çözümü doğrultusunda bilgiye ve evrensel gerçeklere uygun adımlar atılsaydı yeni acılar yaşanmaz veya bu acılar oldukça azalabilirdi. Bir doğa olayı olarak adlandırdığımız deprem afete dönüşmezdi.

Doğa olaylarının veya insan kaynaklı teknolojik olayların afet olarak adlandırılabilmesi için ortaya çıkan sonuçların acı olması gerekir. 17 Ağustos 1999 Gölcük Merkezli Depremi, 2003 Yılı Bingöl Depremi ve 23 Ekim 2011 yılında yaşamış olduğumuz Van Depremi`nin afet olarak adlandırılmasının nedeni ortaya çıkan büyük ölçekli can ve mal kayıplarıdır.

Sorun sık karşılaşmış olduğumuz doğa olaylarından kaynaklanmıyor. Kaçak, mühendislik hizmeti görmeyen yapılardan ve sağlıksız kentleşmeden kaynaklanıyor. Dere yataklarının ve alüvyonlu toprakların imara açılması deprem gerçeğinin hiçbir şekilde dikkate alınmadığını göstermektedir. Ayrıca deprem bilincinin oluşturulması için toplumsal eğitimin ihmal edildiği de önemli bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

Ülkemizde 20 milyon mertebesinde olduğu bilinen yapı stokunun büyük oranda güçlendirilmesi, ekonomik olarak rasyonel olmayan veya başka nedenlere bağlı olan yapıların yenilenmesi gerekiyor. Ülkemiz depremlerin ortaya çıkarmış olduğu bedelleri bugüne kadar ağır bir şekilde ödemiştir. Bu bedellerin yenilenmemesi için halen bilime, bilgiye ve akla dayalı önlemlerin alınmadığını görerek yaşamak, can ve mal güvenliğini sağlamakla görevli olan meslek insanlarını fazlasıyla üzmekte ve kaygılandırmaktadır.

Planlama, imar ve arazi kullanımı ile ilgili verilen kararlar kentleşme bilimi ile örtüşmemektedir. İşin ticari ve rant boyutu bilim ve bilginin önünde gitmektedir.

Yapı denetimi konusunda var olan sorunlar devam ediyor. Mesleki yeterlilik ve etik bir anlayış yapı denetim süreci ile ilgili olarak henüz içselleştirilmemiştir. Mal sahibi adına denetim işini gerçekleştirenlerin kendisini denetleyenler tarafında belirlenmiş olması bu sistemin önemli bir sorunudur.

Yapı üretim ve denetim sürecinin önemli unsurları olan meslek odalarının yetkileri giderek azaltılmaktadır. Oysa bu yetkilerin azaltılmasından daha çok yeni yetkilerin verilmesi yapı üretim ve denetim sürecinde, sağlıklı bir kentleşmenin ortaya çıkmasına önemli ölçüde katkı sağlayacaktır.

Genel olarak mühendislik eğitiminde özel olarak inşaat mühendisliği eğitiminde ciddi sorunlar vardır. Bir müdür bir mühür anlayışıyla yeni inşaat mühendisliği bölüm ve programları açılmamalıdır.

İnşaat yapım ve ihale süreçlerinde yeterlilik ve şeffaflık bulunmamaktadır. Haksız rekabet koşulları ortadan kaldırılmalıdır. Herkesin müteahhitlik yapması değil bilime, bilgiye ve güvenirliğe dayalı bir sistem oluşturulmalıdır.

Kentsel dönüşüm konusu yık-yap anlayışından çıkarılmalıdır. Bu konunun çevresel, sosyal, ekonomik ve insani boyutu olan önemi unutulmamalıdır. Kentsel dönüşüm parçacı bir anlayışla değil, bütünlüklü kent planlarının bir parçası olarak ele alınmalıdır.

Sonuç olarak Van Depremi`nin beşinci yıl dönümünde yaşamını kaybedenleri ve diğer depremlerde yaşamını kaybedenleri saygıyla anıyoruz.

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu


Exit mobile version