Site iconPoliteknik – Halkın Mühendisleri Mimarları Şehir Plancıları

İMO: Depremin 15. yılında ne ülkemiz, ne de İstanbul depreme hazır


17 AĞUSTOS 1999 tarihinde yaşadığımız GÖLCÜK MERKEZLİ depremin üzerinden 15 yıl geçti. 15 yıl önce başta Gölcük olmak üzere neredeyse tüm Marmara Bölgesi 7.4 büyüklüğünde olan depremin yıkıcı etkisini yaşadı; binlerce insanımız hayatını kaybetti, binlercesi yaralandı, ülkemizin ekonomisi ağır ölçüde etkilendi. Açıkçası 17 AĞUSTOS 1999 depremi toplumsal psikolojimizi derinden etkiledi. Ülkemizin en doğusundan en batısına, en kuzeyinden en güneyine kadar bu coğrafyada yaşayan insanlar, az veya çok ölçekte etkilendi. 7.4 büyüklüğündeki bu deprem karşısında duyulan çaresizlik, “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” noktasına oturdu. 

1999 yılından önce de, yani tarihsel süreç içerisinde yıkıcı olan pek çok deprem yaşanmasına rağmen, 1999 GÖLCÜK DEPREMİ ülke için pek çok gerçeği de ortaya çıkarmış oldu. Anlaşılmış oldu ki ülkemizin yapı stoku güvenli değil. Pek çok yapı kaçak olarak üretilmiş olduğu gibi, kaçak olmayıp ruhsatlı olan yapılar da mühendislik hizmeti almadan üretilmişlerdi. Bu nedenle yapı stokumuzun önemli bir kısmının güçlendirilmesi ve yenilenmesi gerekiyordu. Başta YAPI DENETİM YASASI olmak üzere yeni yasa ve yönetmeliklere ihtiyaç vardı. Deprem ve afetler konusunda olması gereken toplumsal bilinç son derece yetersizdi. Bu nedenle 17 AĞUSTOS 1999 GÖLCÜK merkezli deprem bir MİLAT olarak kabul edildi. Nitelikli ve güvenli yapı üretimi, yapı denetimi ve ilgili mevzuatlar tartışma gündeminin ilk sırasında kendisine yer buldu. Yapı üretim süreci bileşenlerinin görev ve sorumlulukları, deprem öncesinde, sırasında ve sonrasında nelerin yapılması gerektiğine dair pek çok bilinmez, sorun olarak varlığını hatırlatmış oldu. Ülkemizin deprem gerçeği ve alınması gereken önlemler, başta meslek odaları ve bilim insanları tarafından sorgulandı. Yapı güvenliğinin sağlanmasından sağlıklı bir çevre oluşturulmasına, afet sonrasının örgütlenmesinden yeni bir deprem bilincinin oluşturulmasına kadar yapılması gereken birçok şeyin olduğu geniş bir çevre tarafından kabul gördü.

Yaşadığımız Coğrafya Tarihsel Süreç İçerisinde Birçok Deprem Görmüştür:
Türkiye bir deprem ülkesidir. Topraklarının ve nüfusunun büyük bir bölümü deprem tehlikesi altındadır. Anadolu coğrafyası 1900`lü yılların başından günümüze kadar, orta ve büyük ölçekte 150 den fazla deprem yaşamıştır. Bu depremlerin otuza yakını da büyük ölçekli depremlerdir. Resmi kayıtlara göre bu depremlerde 100 binden fazla insan hayatını kaybetmiş, 700 binden fazla yapımız yerle bir olmuş veya oturulamaz hale gelmiştir.

Ülke topraklarının yüzde 66`sı 1. ve 2. derecede deprem tehlikesi altında bulunmaktadır. Nüfusu bir milyonun üzerinde olan 11 büyük kentimiz var. Ülke nüfusunun yüzde 70`i, 1. ve 2.derecede deprem tehlikesi altındadır. Yine büyük sanayi tesislerinin yüzde 75`i deprem tehlikesi altında bulunmaktadır. Türkiye gerçeği budur; bütün bir toplumsal yaşamın deprem tehlikesine göre düzenlenmesi ertelenemez bir sorumluluk olarak karşımızda dururken, 17 Ağustos depreminin her yıldönümünde soruna ve alınması gereken önlemlere dikkat çekmek durumunda kalmak bile başlı başına bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Bu tuhaflığın sorumluluğu elbette ne yurttaşlarımızındır ne de meslek odalarınındır. 

Sorumlular bellidir; ne yazık ki “BİR MİLAT OLARAK KABUL ETTİĞİMİZ 17 AĞUSTOS 1999 GÖLCÜK MERKEZLİ DEPREM YIKIMININ” yıldönümleri, sorumlulara sorumluluklarını bir kez daha hatırlatmayı zorunlu kılmaktadır.

Bir doğa olayı olan depremin önüne geçebilmek elbette mümkün değildir. Asıl hedef, doğa olaylarının doğal afete dönüşmesinin önüne geçmek, yer hareketlerine ve zemine uygun yapı üretebilmek, depremi bir risk faktörü olmaktan çıkartmaktır. 

İnşaat mühendisliği alanı, her zeminde, her şart altında güvenli, sağlıklı, yaşanabilir bir yapı üretiminin gerçekleşmesini sağlayan ve uygulamasını yapan bir bilimdir. Bu bilimi uygulama sorumluluğu da öncelikli olarak inşaat mühendislerine aittir. 

İnşaat Mühendisleri Odası, bilimsel – mesleki bilgi ve gerekliliklere dayanarak, depremin yıkıcı etkisinin ancak bilimsel ölçekte yapılması gereken bir planlama ile olanaklı olacağını; ayrıca yapı üretiminin ve yapı denetiminin nitelikli hale getirilmesinin gerekli olduğuna sürekli olarak vurgu yapmaktadır. 

Yapı Stokunun Durumu ve Deprem
17 Ağustos 1999 Gölcük Merkezli deprem, yine 12 Kasım 1999 Düzce Depremi ve 2011 yılında yaşamış olduğumuz Van depremleri yapı stokumuzun içler acısı bir durumda olduğunu ortaya çıkarmıştır. Merkez üssü yaklaşık olarak İstanbul`dan 110 km uzakta olan 17 Ağustos Gölcük Merkezli Deprem, İstanbul`u da etkilemiş, birçok yapı önemli ölçüde hasar gördüğü gibi 50`ye yakın yapı da yerle bir olmuştur. Ayrıca diğer çevre illerde bulunan yapılar da hasar görmüş, can ve mal kayıpları ortaya çıkmıştır.

Ülkemizde altı ve üzeri büyüklükteki depremlerin ortaya çıkardığı can ve mal kayıpları olağan olarak görülürken(!), ne yazık ki kendi kendisine yıkılan ve onlarca insanımızın canlarını yitirmesine neden olan bir yapı stokumuz var. Ülkemizde yaklaşık olarak yirmi milyon mertebesinde olan yapı stokunun, deprem riski ile karşı karşıya bulunduğu da açıklıkla söylenebilir. Mevcut yapı stokumuzun önemlice bir kısmı kaçak olarak üretilmiştir. Kaçak olarak üretilmeyen yapı stokumuzun önemli bir kısmı da mühendislik hizmeti almadan üretilmiştir. Yapılara ait rapor ve projeler ruhsat almanın bir formalite eki olarak görülmüştür.

Ülkemiz yer küresinin deprem üreten bir kuşağı üzerinde bulunuyor. Yani ülkemiz bir deprem ülkesidir. Topraklarımızın ve nüfusumuzun büyük bir bölümü değişik derecelerde deprem tehlikesi altındadır.
İfade etmek gerekir ki deprem bir doğa olayıdır. Ne yazık ki bir doğa olayı olması gereken depremi kendi ellerimizle afete dönüştürüyoruz. Bu durum sorunun asıl kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ülkemizde bulunan yapı stokunu depreme hazırlamanın ve deprem zararlarından korumanın en bilimsel ve akılcı yolu bütünlüklü bir planlama anlayışının sürdürülmesidir. Ayrıca bilimsel bilgi ve bütünlüklü bir planlama anlayışına bağlı olarak;

a. Mevcut yapı stokunun iyileştirilmesi, onarılması ve güçlendirilmesi gerekir,
b. Onarım ve güçlendirilme çalışmaları rasyonel ve ekonomik değilse yıkılıp yeniden yapılması gerekir,
c. Yeni yapılacak yapıların yeterli ölçüde mühendislik hizmeti alması ve denetlenmesi gerekir,
d. Deprem riskini gidermek için yapıların sigortalı olması gerekir. 

Ne yazık ki 17 AĞUSTOS 1999 Depreminin üzerinden 15 yıl geçmiş olmasına rağmen bu dört alanda da önemli ölçüde sorun var.2007 Deprem Yönetmeliğinin önemli bir bölümü yapıların güçlendirilmesine ayrılmış olmasına rağmen güçlendirme konusu tamamen devre dışı kalmıştır. Yeni yapılan yapıların proje ve uygulamalarında sorun var. Projelerin ve yapı üretim evresinin denetlenmesi yetersiz ve sorunlu. Yaşanacak bir depremde hasar görecek yapının riskini azaltmanın bir yolu olması gereken sigorta yaptırma konusunda da sorun var. DASK kapsamında sigortalı konut oranı yaklaşık olarak %35 seviyesinde.

Ayrıca Hastane ve okullarımız başta olmak üzere diğer kamu yapılarımızın önemli bir kısmı da bugün deprem riski altında bulunmaktadır. Eski eserlerimiz, müzelerimiz, apartmandan bozma okul, dershane, klinik, üniversite binaları, yurtlar da önemli ölçüde deprem riski altında bulunmaktadır. İnsanlarımızın toplu olarak çalıştıkları endüstri tesisleri, küçük ve büyük iş yerleri, apartman altı küçük boy işletmeler de deprem riski altında bulunmaktadır. Açıkçası yapı stokumuzun durumu hiç de iç açıcı değildir. 

İstanbul ve Deprem
İstanbul tarihi öz geçmişi ve doğal güzellikleri bakımından dünyanın en eski ve en güzel kentlerinden biridir. Tarihsel süreç içerisinde önemli depremler yaşamış, can ve mal kayıplarıyla birlikte bugüne kadar varlığını sürdürmüştür. 17 AĞUSTOS 1999 Gölcük merkezli depremden 110 km uzak olmasına karşın İstanbul`un yapı stoku bu depremden önemli ölçüde etkilenmiştir. 3000 den fazla yapı ağır hasar gördüğü gibi 50`ye yakın yapı yerle bir olmuş, toplam olarak da 30.000 mertebesinde İstanbul yapısı küçük, orta ve büyük ölçekte hasar almıştır.

İstanbul, yedi ve üzeri büyüklükte bir depremi mutlaka yaşayacaktır. Ülkemizin ekonomisine sağlamış olduğu katma değerler, eğitim, sağlık, kültür ve sanat alanın da yaratmış olduğu değerler, tarihi ve doğal güzellikleri ve benzeri nedenler bakımından korunması ve gelecek kuşaklara sağlıklı bir şekilde devredilmesi gereken bir kenttir.

Bugün ulaşımdan depreme, doğal dokunun korunmasından tarihi yapıların güçlendirilerek geleceğe devredilmesine, İstanbul siluetinin bozulmamasına kadar önemsenmesi gereken alanlar, birer sorun alanı olarak karşımızda duruyor.

17 AĞUSTOS 1999 GÖLCÜK merkezli depremin yaşanmasından sonra, o dönemin yöneticileri İstanbul`un ciddi bir deprem riski altında olduğunu gördüler ve İstanbul`un olası depreme karşı hazırlık yapması gerektiğine karar verdiler. Dönemin İstanbul Valisi Sayın Erol ÇAKIR başkanlığında 14 kişiden oluşan bir kurul oluşturuldu. İL AFET MERKEZ KURULU. Dönemin İstanbul Belediye Başkanı Ali Müfit GÜRTUNA, Kandilli Rasathanesi Müdürü Ahmet Mete IŞIKARA, İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Cemal GÖKÇE ve diğer İl Afet Merkez Kurulu üyeleri önemli tespitlerde bulundular.

İstanbul`un depreme hazırlanması çalışmalarını yürüten İl Afet Merkez Kurulu; sadece yapı stokunun deprem güvenliklerinin sağlanmasının yeterli olmadığını, deprem sonrası evlerine giremeyecek insanların ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayacak boş alanların ve çadır kurulacak boş yerlerin olmasını da önemsediler. Hatta İstanbul`un depreme hazırlanması çalışmalarını, İstanbul`da oluşan çarpıklıkların giderilmesi doğrultusunda planlı ve yaşanabilir bir kente dönüştürülmesinin bir şansı olarak da gördüler.

Bu bağlamda İstanbul da 310 nu kesinleşmiş toplam 470 toplanma yeri ve çadır kurulacak boş alan belirlendi. Ayrıca bu 470 boş alanın da yeterli olmadığı, İstanbul`un her ilçesi ve birçok mahallesinde yeni boş alan yaratılmasının da altı önemle çizildi.

Bugün, 1999-2003 yılları arasında çadır yeri ve toplanma alanı olarak belirlenmiş olan toplam 470 boş alanın neredeyse 3/4 ü olmak üzere, Silivri`den Tuzla`ya kadar her yer yapılaştı ve ranta kurban edildi. Deprem sonrasında evlerinden çıkan insanların gidecekleri, toplanacakları boş alan kalmadı.

Ayrıca İstanbul`un bu kadar büyümesi, üçüncü köprü, üçüncü havaalanı, iki yakaya iki kent gibi projeler İstanbul`u yeni sorun alanlarıyla yüz yüze bırakacaktır. İstanbul 25 milyon nüfusu kaldıramaz. İstanbul nüfusu aritmetik olarak artarken, ulaşımdan diğer alt yapı sorunlarına kadar yeni sorun alanları oluşuyor ve bunlar da geometrik olarak artıyor. Doğalgaz, su, yağmur suyu ve atık su kanalları artık yetersiz kaldı. Bu nedenledir ki her yağmur sonrası İstanbul göle dönüşüyor.

Barajlar ve göletler İstanbul`un su ihtiyacını karşılayamaz hale geldi. Orman ve su havzalarının yapılaşmaya açılmış olması İstanbul`u yeni afetlerle yüz yüze getirmiştir. İstanbul`u yönetenler bir taraftan İstanbul`un depreme hazırlandığını söylüyorlar, diğer yandan İstanbul`un yeni beş afetle yüz yüze kaldığını da görmezlikten geliyorlar.
Ayrıca İstanbul`da belli bir kesime aktarılan arazi rantlarının ortaya çıkardığı 150-200 milyar liralık alt yapı sorunlarının bedelini de İstanbul halkına yüklüyorlar.

Kentsel Dönüşüm ve Deprem
Bugün kentlerimizin var olan dinamikleri kentlerimizin yenilenmesini zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle kentsel dönüşüm konusu bugün yapıldığı gibi sadece mekansal düzeyde ele alınamaz. Sosyal, ekonomik, psikolojik ve fiziksel çevrenin bir bütünlüğü kapsamında ele alınmalıdır.

2009 yılında gerçekleştirilen Kentleşme Şurası`nda konu ele alınmış ve üzerinde çalışılmıştır. Bu kapsamda fiziksel mekanın dönüşümünün yanında, sosyal adalet ve sosyal gelişim, sosyal bütünleşme, tarihi ve kültürel mirasın korunmasıyla birlikte zarar azaltma ve risk yönetimi çerçevesinde kapsamlı ve bütünleşik bir yaklaşımla kentsel dönüşüm konusu tanımlanmıştır. 
Dünyada çok geniş ve kapsamlı bir konu olarak ele alınan kentsel yenileme ve dönüşüm konusu, geleceği bugünden kuracak yeni yaklaşımlarla yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Bu konunun bizdeki karşılığı ise; sağlıklı bir çevre ve yaşanabilir bir kent yaratmaktan daha çok, yeni bir rant düzeninin oluşturulması şeklinde ortaya çıkıyor. Kentsel yenileme ve kentsel dönüşüm, kent planlarının ve kentsel planlamanın bir sonucu olarak değil, planlamanın kendisi olarak ortaya çıkmaktadır. Merkezi hükümet, yerel yönetimler, kent bürokrasisi, TOKİ, Özelleştirme İdaresi ve kent arazileri üzerinden haksız kazanç sağlayan dar bir çevre tarafından ‘sıkça` gündeme getirilmektedir.

Özellikle 2000 yılı sonrası dönemde başta İstanbul olmak üzere boş alanların ve kamuya ait arsa ve arazilerin yapılaşmaya açılması, buraların AVM, GÖKDELEN ve LÜKS konutlara dönüştürülmüş olması nedeniyle yeni arsalara ihtiyaç duyuldu. Bu kapsamda 6306 Sayılı Afet Riski Altında Bulunan Alanların Dönüştürülmesi yasası 

çıkarıldı. Bu yasa; ortak akıldan ve estetikten, yaşana bilirlikten ve sürdürülebilir bir yaşamı hedeflemekten oldukça uzaktır. Kişi ve grup çıkarını dikkate alan rant eksenli bir düzen, kentsel dönüşüm kavramı ile eşdeğer bir hale gelmiştir.

Mevcut iktidar, ekonomik büyüme ve gelişmeyi sağlamanın yanın da yeni zenginler yaratmanın önemli bir yolu olarak inşaat sektörünü görmüştür. Kentlerimiz, başta İSTANBUL olmak üzere inşaat projelerinin birer “ARAZİSİ” haline dönüştürülmüştür. İnsan, tarih, doğal çevre, orman, dere, su ve geçmişe tanıklık edecek ne varsa yok edilmiştir. Yeni bir İstanbul yaratmak adına ormanlarımız ve su havzalarımız da birer “ARAZİ” olarak görülmüştür.

İstanbul`u depreme hazırlamak adına depremde kullanılarak, yeni bir rant düzeni oluşturulmuştur. Bu nedenle kentsel dönüşüme daha büyük bir anlam yüklemek için, 6306 Sayılı Afet Riski Altında Bulunan Alanların Dönüştürülmesi Yasasına, kısaca Kentsel Dönüşüm Yasasına “Deprem Odaklı Kentsel Dönüşüm” denmiştir.

Sonuç olarak,
Rant uğruna İstanbul başta olmak üzere kentlerimiz yaşanmaz bir hale gelecek. Ulaşım bugünden daha büyük bir sorun yaşayacak. Sürekli olarak yeni kavşaklar ve yollar yapılacak. Karakol, hastane çeşitli kamu yapıları, köprü, havaalanı, iki yakaya iki kent, kanal projesi gibi projeler bir ihtiyaçtan daha çok 500 milyar dolarlık bir rant aktarma projesinin altlıkları olarak ortaya çıkacak. Bu yapılanlar da sorun çözen işler yerine yeni sorun alanlarının kaynağı olarak ortaya çıkacak. İstanbul depreme hazırlanırken, deprem konusu başta olmak üzere yeni beş afetle karşı karşıya kalacak.

Açıkçası İstanbul bugün 1999 yılından daha iyi ve daha iç açıcı bir durumda değildir.

TMMOB
İnşaat Mühendisleri Odası
İstanbul Şubesi YK


Exit mobile version