Geçtiğimiz günlerde Referans gazetesinde, Maliye Bakanlığı tarafından hazırlandığı belirtilen bir önlemler paketi listesi yayınlandı.
Maliye Bakanlığı bir gün sonra habere ilişkin olarak yaptığı açıklamada bir sürü laf ettikten sonra “Bakanlığımız tarafından üzerinde çalışılan bir tedbir çalışması da bulunmamaktadır” diye kendini savundu.
Kimi yayın organları, özellikle iktidar yanlısı veya uydusu olanlar Maliye’nin bu açıklamasını Referansın haberini yalanlama olarak duyurdular. Oysa açıklamada bir yalanlamadan ziyade dolaylı bir teyit olduğu gözlerden gizlenmeye çalışıldı.
Maliye ekonomik program çerçevesinde teknik çalışmalar yapıldığını belirtiyor ve bu çerçevede çok sayıda teknik görüş ve önerilerin geliştirildiği dile getiriliyordu. Orta Vadeli Program yayınlanmadan yapılacak değerlendirme ve yorumların geçerlilik taşımayacağı konusunda medya uyarılıyordu.
Bu programın kimin için hazırlandığı konusuna ise açıklık getirilmiyordu. Bir deyişimiz vardır; “elin ağzı torba değil ki büzesin”. Öyle de oldu, bu programın IMF’den kaynak alabilmek için hazırlandığı köşelerde dillendirildi.
Başbakan bu konulara çok fazla girmedi. Hafta sonları kendi seçtiği konularda, partisinin il kongrelerinde Ortadoğu halk kahramanı nidalarıyla haşin nutuklarla muhalefete veriştirme devam etti.
Küresel krizin etkileri, IMF ile yeni bir anlaşma gibi konularda tartışmalar ilk başladığında yerel yönetim seçimleri sürecine girilmişti. IMF özellikle kamunun yaptığı aşırı harcamalara dikkat çekerek bunların azaltılmasını isteyince de Başbakan yine esip gürlemişti. Masaya yumruğunu vurmuş ve IMF’ye ümüğümüzü sıktırmayız demişti. Böylece suyu elektriği olmasa da dağıtılan bulaşık, çamaşır makinelerini alacak vatandaşlarımızın gözünde büyük bir itibar edinmişti.
O günler gerilerde kaldı, hazırlanan “teknik çalışmalar” önümüzdeki üç yıl boyunca birilerinin can acıtacak nitelikte ümük sıkacağına işaret ediyor. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu yine bizlerin, yani halkın ümüğü olacaktır.
Gazetelerde yer alan listeler bunu açık biçimde gösteriyor. Listelerde doğrudan gelir azaltan unsurlar kadar, dolaylı yoldan halkı yoksullaştıracak, birçok temel ihtiyaç ve haktan mahrum bırakacak düzenlemelere de yer veriliyor.
Gelirlere tırpan, enflasyonla eritme:
Hazırlanan orta vadeli planlar için yapılan teknik çalışmalarda toplumun en yoksul kesimlerini doğrudan etkileyecek gelir azalışları bulunuyor.
Bunlar sırasıyla;
1- Emeklilerin aylıklarına yılın ikinci yarısında hedeflenen enflasyona uyumlu artış verilmesi.
2- Sağlık personeline döner sermayeden yapılan katkı payı ödemesinden yüzde 15 kesinti yapılması.
3- Gelir vergisi stopajında istisna ve muafiyetlerin yeniden düzenlenmesi.
4- Öğretmenlerin maaşa esas haftalık ders saatlerinin 5 saat artırılarak 20 saate çıkarılması.
Yukarıda belirtilenlerin dışındaki kamu personelinin unutulduğu sanılmasın. Onlarda mercek altına alınmış, hedeflenen enflasyon oranında ücret artışı yapılması düşünülmüş ama şimdilik vazgeçildiği belirtilmiş.
Kimileri gelir vergisi stopajında istisna ve muafiyetin bu listede ne işi var diyebilir. İstisna ve muafiyetler genel olarak ele geçen net geliri belirlemektedir. Oranlarda ve uygulamada yapılacak en küçük değişiklik, haliyle gelir düzeyini de etkiyecektir. Yani dolaylı gibi görünen ancak gelir doğrudan etkileyen bir faktör olarak görülebilir.
Vergi ve diğer kesintilerle açlığa mahkûm etme:
Tasarruf tedbirleri gibi süslü bir tanımın ardına gizlenen ve halkın yoksullaşması sonucunu doğuracak çok sayıda dolaylı “teknik” öneri bulunmaktadır.
Hatta bazıları uygulanmaya da başlanmış durumda. Tasarruf yapılması öngörülen başlıkların bazıları var ki insanı kendi hayatıyla ilgili seçim yapmaya itiyor.
Öngörülen tasarruf tedbirleri listesinin önemli bir kısmı sağlığı da etkiliyor.
Eşdeğer ilaçta ödeme bandının yüzde 15’e çekilmesi,
İlaçta katılım payının emeklilerde yüzde 15’e, çalışanlarda yüzde 30’a çıkarılması,
Engellilerin evde bakımı için verilen yardımın 1/3 oranında azaltılması doğrudan yoksul halkın sağlığını tehdit eden “tasarruf”lar arasında yer alıyor.
Aynı şekilde sosyal yardımlaşma ve dayanışma fonuna ayrılan payın yüzde 20 oranında azaltılması da özellikle kurumları tarafından karşılanmayan sağlık harcamalarını bu fondan karşılaşan başta engelliler olmak üzere yeşil kartlıları vuracağa benziyor.
Bir diğer önemli konu ise zaten yeterli olmayan ve sınırlı sayıda çocuğun yararlanabildiği engellilerin eğitim hakkını elinden alacak nitelikte. Bu kapsamda özel eğitim desteğinin 1/3 oranında azaltılması planlanıyor.
Köprü ve otoyol ücretlerine yüzde 20 zam, emlak ve motorlu taşıtlar vergisinin bir taksit artırılması, sokak aydınlatma bedellerinin yansıtılması diğer yoksullaştırıcıyı etkiye sahip unsurlar.
Tedbirler arasında belediye payında kesinti de yer alıyor. Belediyeler gelirleri azalınca, kaçınılmaz olarak bunu halka yansıtacaklardır. Yani yine bedeli halkın elinden alınacaktır.
Tepkisizlik onay anlamına gelir ve bu bedeli öderiz
Teknik çalışma ve öneriler diye açıklanan bu bilgiler, sıklıkla yapılan bir kamuoyu yoklaması niteliğinde. Önden halk bunu ne kadar kaldırır, örgütlerin tepkisi var mı diye bu tür haberleri sızdırıyorlar. Aldıkları tepkilere göre düzenlemeye ve uygulamaya gidiyorlar.
Haberin çıktığı tarihten itibaren gazeteleri izlemeye çalışanlar doğru düzgün bir tepki göremediler.
Kimisi yok artık bunları da yapamazlar diye büyük bir iyimserliğe kapıldı. Kimisi ise bakın zaten Hükümet de yalanladı, yok böyle şeyler diye kendini kandırdı.
Şaşırtıcı olan ise özellikle sendikaların, meslek örgütlerinin tepkisizliği veya ilgisizliğiydi. Yapılan bir iki açıklama ise genel mahiyette, olayın içeriğine bile değinmeden geçiştirme düzeyinde kaldı. Örgütlü bir tepkinin ipucu bile bu açıklamalarda görülmedi.
Siyasi partileri hiç değerlendirmeye almıyorum, çünkü onlar için başkanlarının demeçleri her şeye yetiyor. Yerlerinden kıpırdamalarına gerek yok.
Sendikalarda ise yöneticiler bütün enerjilerini kendilerini ve sahip oldukları statüyü korumaya çalışıyorlar. İmzaladıkları toplu iş sözleşmelerinde bir taşı yerinden bile oynatamıyorlar. Her biri İş Yasalarının birer kopyası düzeyinde kalıyor. Ücret artışları tek başarı ölçütü olarak sunuluyor. Örneğin Türk-İş kamu işyerleri çerçeve sözleşmesinde iki puan fazla alınca, büyük bir zafer kazandığını düşünüyor veya böyle algılanmasını istiyor.
Alınan bu iki puan fazlanın kayıpları ne kadar telafi ettiği ya da yeni tasarruf tedbirleriyle bunun ne kadar eriyeceği üzerine kafalarını yormuyorlar.
Bugün sesimizi çıkaramazsak, bu teknik çalışmaların kısa bir süre sonra ve aşamalı olarak karşımıza “Orta Vadeli Program” olarak çıkarılacağına kesin gözüyle bakabiliriz.
Teoride herkese eşit uygulanacakmış gibi görünen bu tasarrufların zaten açlık sınırında geliri olan ve hatta geliri olmayan halkı bugünü de arar hale getireceği kaçınılmazdır.
Yarını kaybetmek istemiyorsak, bugünden sesimizi yükseltmeli ve dayatılan bu politikalara karşı mücadeleyi geliştirmeliyiz.
Sessiz kalamayız, bu bedeli ödemeye razı olamayız.
Sendika.org