Site iconPoliteknik – Halkın Mühendisleri Mimarları Şehir Plancıları

‘Home Hapis’ defterleri (II): Zaman/mekan bükücüler – K. Efe Ersöz


Çalışma biçimimiz hızla değişiyor. Özellikle bizim gibi ofis çalışanı, beyaz yakalı, gri yakalı, uzmanlık sahibi, profesyonel, zihinsel emek erbabı veya istediğiniz başka bir biçimde isimlendirebileceğiniz kesimin, 10, 20 veya 40 yıl önceki çalışma biçimlerini bugünkü ile kıyasladığımızda her birinde farklı biçimler bulabiliriz. Tabi ki bu biçimleri doğuran koşulları da bulabiliriz.

Geçmişten günümüze doğru sırayla incelediğimizde, özellikle son dönemde çalışma kavramının zamandan bağımsızlaştığı biçimlerle karşılaşmak mümkün. Dünya üzerinde esnek çalışma, freelance iş modelleri, sözleşmeli diğer biçimler gibi biçimlerle, klasik diye anabileceğimiz başı ve sonu belli mesai saatlerinden ve iş sürelerinden çok farklı biçimlerde çalışan milyonlar var artık. Bu “esnek” biçimlerin günlük hayatlarımızı kolaylaştırabilecek cezbedici yönleri olsa da “düzenli” çalışma biçimlerinden daha güvencesiz biçimler olduğu da ortada. Çalışma kavramı şirketler için üretkenliği daha verimli kılacak şekilde esnerken, küçük faydalar karşılığında hayatlarımızı büzüyor. Yine de nasıl oluyorsa, esas isteğimiz daha az çalışmakken, mesai saatlerinin kısalması yerine; ne zaman işsiz kalacağımızı belirsiz hale getiren, günün her saati kafamızı işle doldurma riskini taşıyan esnek çalışmayı memnuniyetle karşılar hale geliyoruz…

Çalışma kavramının zamandan bağımsızlaşması, (ironik ama yine bizim emeklerimizle) teknolojinin ve imkânların genişlemesiyle paralel olarak devam ederken, son birkaç yılda artık çalışmanın mekândan bağımsızlaşması da hızlanıyor. Önceden sadece müşteri destek servisleri ve yazılım-bilişim alanlarında görebildiğimiz uzaktan veya evden çalışma biçimi artık hemen her sektörde bir biçimde uygulanıyor. Haftanın bir günü veya fiziksel olarak ihtiyaç olmadıkça sürekli evden çalışan insanların sayısı her geçen gün artıyor. Yine nasıl oluyorsa, esas isteğimiz daha fazla özgürlük ve iş yerinde daha az bulunmakken, çalışılan gün sayısının azaltılması yerine; her nerede olursak olalım çalışmak zorunda olduğumuz bir çalışma biçimini memnuniyetle karşılar hale geliyoruz…

Geçtiğimiz eğitim dolayısıyla üretkenleşen zihinlerimizin, her yeni modelde daha da akıllanan cep telefonlarımızın, kişisel bilgisayarlarımızın artık bize ait olanaklar değil çalıştığımız şirketlere ait birer üretim aracına dönüştüğü bir çalışma biçimi her gün daha da hızlı şekilde ağırlık kazanıyor. Dünyada çalışabilir ve sermaye birikimi artırmaya yarayan insan oranındaki artışın doğal sınırına yaklaştığı bir dönemde artık patronlar sınıfı için “son zaman/mekan bükücüler” demek abartı olmaz. Çöken arz-talep-fiyat mantığı teknolojinin tüm imkanlarıyla yeniden düzenlenirken, çalışma kavramı ve hayatlarımız fizik kurallarını aşan yöntemlerle hiç de yararımıza olmayan biçimde bükülüyor. Daha şık ifadeyle söylemek istersek “esnekleşiyor”.

Bu değişimlerin kalabalık çalışan yığınlarının ihtiyacına göre şekillendiğini söylemeyi ben de çok isterdim fakat maalesef bu kadar iyimser bir yorum yapabilmek için küçük faydaları büyük sistematik yönelimlerin üstünde görmek gerekir. Esnek çalışma saatleri uygulanan şirketlerde, belki zaman zaman, belki de amirinizden izin alabildiğiniz durumlarda kişisel ihtiyaçlarımızı halledecek zamanı yaratıyor olmamız kötü bir durum değil. Fakat haftalık toplam çalışma süresinin tamamlanması gerekliliği ve her bir çalışanın üzerindeki iş yükü sebebiyle toplam çalışma süresinin uzuyor olması, bu küçük faydanın yanında çok daha büyük bir sonuç. Fazla mesainin ücretsiz hale gelmesi, çalışma süresinin esnek biçimde 24 saatin muhtelif dilimlerine yayılması çalışmayla çalışma dışı yaşam arasındaki sınırları geri dönülemez biçimde belirsizleştiriyor.

Az ya da çok deneyimli her beyaz yakalı bilir ki, iş asla bitmez. Çalışmaya devam ettiğiniz sürece mutlaka yapılacak iş vardır. Sonsuz bir iş listesinin olduğu durumda iş ile yaşam arasındaki çizginin silikleşmesinin yararımıza olmadığı aşikâr. Hele ki, iş kültürünün yaşamımıza saygı olgusundan habersiz olduğu yerlerde, “zaten evdesin bir bakıversene”, “çok çok acil bir iş var, pazartesiye hazır edelim”, sabah gelen “dün akşam 9’da bir mail attım, gördün mü” cümleleri çalışmayı esnekleştirdiği gibi yaşamlarımızı da büzüyor.

Haftanın bir günü trafikten, işyerinin fiziksel ortamından, uykusuzluktan kaçabileceğimiz “home office” uygulamasının da benzer özellikleri taşıdığını söylemek mümkün. Çalışma saatlerinin esnekleşmesiyle artık çalışma kavramı zaman sınırlarını görünmezleştirirken, evden çalışma uygulamaları da çalışmanın mekandan bağımsızlaşmasını kolaylaştırıyor.

Zaman ve mekan, sadece iş için değil, her konuda bir sınır ifade eder(di). İçinde olduğumuz dönemde ise artık bu sınır zayıflamış durumda. Eskiden sevdiğiniz diziyi kaçırmamak için doğru zamanda doğru yerde olmanız gerekirdi. Akşam saat 8’de, televizyonun karşısında… Şimdi istediğiniz yerde, istediğiniz zaman izleyebilirsiniz. Eskiden bir gazeteye “okur mektubu” göndermek için mesai saatleri içerisinde bir postaneye uğramanız ya da hadi daha yakın tarihlere gelelim, bir fotokopiciye gidip faks çekmeniz gerekirdi. Şimdi istediğiniz anda, istediğiniz yerden twitter’a okur mektubunu yazabiliyorsunuz… Radyo yayınları yerine podcast yayınları, televizyon yayınları yerine YouTube içerikleri gittikçe yaygınlaşıyor. Örnekleri alışverişle, yemekle veya tatille çoğaltabilirsiniz. Üretimimiz olduğu gibi, tüketimimiz de zaman ve mekan duvarlarını çatlatı. Hayatımızın her alanı zamanda ve mekanda silikleşiyor, başka bir “domain” sınır kapılarını açtı, oraya doğru göç ediyoruz.

İsterseniz Cesur Yeni Dünya veya 1984 gibi klasik distopyalara, isterseniz de Black Mirror gibi modern distopyalara benzetebilirsiniz. Fakat bunların yalnızca Güneş Ülkesi ya da Ütopya kadar gerçek olduğunu unutmamak gerekir. Bir sonraki home hapis yazısında, tam olarak bunu unutmadan CoVid-19 salgınından umduklarımızı konuşacağız…

K. Efe Ersöz / İmalat Mühendisi
Politeknik YK Sekreter Üyesi


Exit mobile version