HKMO: “Marmara Depreminin Öğretemedikleri…”

Büyük Marmara Depremi yaşanalı 12 yıl oldu. Fakat acıları ve yaraları hala tazeliğini korumakta, etkisini sürdürmektedir. Şimdilerde ise, bilim insanları özellikle İstanbul‘da yeni büyük bir depremin olacağını öngörmektedir. Artık herkesin bildiği bir gerçek Türkiye‘nin bir deprem ülkesi olduğudur. “Deprem Bölgeleri Haritası”na göre Türkiye‘nin % 92‘si deprem bölgeleri içerisindedir. Nüfusumuzun % 95‘i deprem tehlikesi altında yaşamakta ve ayrıca büyük sanayi merkezlerinin % 98‘i ve barajlarımızın % 93‘ü deprem bölgesinde bulunmaktadır. Ülkemiz bir deprem ve afet ülkesi olmuştur ve nüfusumuzun % 44‘ü I. derece, deprem bölgesinde yaşamaktadır. GSMH‘nin her yıl ortalama % 3 ile % 7 arası afet zararlarını karşılamakta kullanılmaktadır. Bu oran çok yüksek bir orandır. Buna karşın, Türkiye‘de 17 milyon civarında yapı stoku bulunmakta ve bu stokun % 67‘sinin ruhsatsız ve kaçak, % 60‘ının 20 yaş üzeri konutlardan oluştuğu ve % 40‘ının depreme karşı güçlendirilmesi gerektiği belirtilmektedir. Olası bir depreme karşı da, İstanbul‘un yüzde 55‘inin yenilenmesi gerekmektedir. Bu gerçekler ışığında sorulması gereken soru; son 12 yılda, depremden doğacak zararların en aza indirilmesi ve yaşanan büyük kayıpların tekrarlanmaması için ne yapıldığı ve ne yapılması gerektiğidir.
 
Ne yapıldı?
Marmara Depremi‘nin ardından bir yandan deprem araştırmalarına yönelik komisyonlar kurulurken var olan “Deprem Şurası”, Ulusal Deprem Konseyi” gibi yapılar da lağvedildi. Bunun yerine birçok yeni yasa hazırlandı. Fakat bu yasa ve tekliflerin, pratiğe geçmediği gibi, özü itibariyle yetersiz, işlevsiz ve kapsamsız oldukları görüldü. İlk olarak, 1999 Marmara Depremi sonrasında TBMM Araştırma Komisyonu kuruldu. Komisyon‘un amacı, deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesiydi. Fakat daha geçtiğimiz yıl,  Meclis Deprem Araştırma Komisyonu Başkanı, deprem önlemlerine yeterli kaynak ayrılmadığı, kamu binalarının finansman sorunu nedeniyle güçlendirilmediği yönünde bir açıklama yaptı. Depremin hemen ardından çıkarılan zorunlu deprem sigortası, Sayıştay denetimi dışında bırakıldı. Büyük ölçeklere erişmesi umulan bu kaynak, yalnızca deprem sonrası zararları tazmin etme ödevini üstlendi. Bir diğer adım olarak düşünülebilecek İstanbul Deprem Master Planı ise, kurulduktan bir süre sonra işlevini yitirdi. 1999‘dan bu yana, güçlendirilmesi ya da yıkılıp yeniden yapılması gereken 1783 okul binasından sadece 206‘sı, Sağlık Müdürlüğü‘ne bağlı 133 hastane binasından sadece 5‘i, yine Kredi Yurtlar Kurumu‘na bağlı 55 binadan 5‘i, Sosyal Hizmetlere bağlı 97 binadan 19‘u depreme karşı güçlendirildi.
Yapı Denetim Kuruluşları kuruldu. İlk olarak 19 İlde faaliyete geçirildi. 2011 yılı itibariyle 81 İlde uygulamaya konuldu. Böylelikle kamusal denetim kısmen de olsa ticarileştirildi. 2009‘da Afet İşleri Genel Müdürlüğü tasfiye edildi. Afet yönetiminin de ekonomik ve siyasi fırsata dönüştürülmek için listeye alındığı görüldü. 17 Ağustos depreminin mağduru ve muhatabı olan insanların haklı beklentilerine rağmen, çürük yapılar inşa ederek binlerce insanın ölümünde sorumluluğu olan müteahhitlerin cezalandırılması hep ertelendi. Rakamlar göstermektedir ki, Marmara Depreminden sonra sorumlu tüm müteahhitlere yaklaşık 2 bin 100 dava açıldı. Bu davalardan 1.800‘ü Şartlı Salıverme Yasası ve hukuki boşluklardan dolayı cezasız kaldı. Diğer 300 davanın 110 kadarına ceza verilse de, çoğunun ertelendiği öğrenildi. Yaklaşık 200 dava ise 16 Şubat 2007 günü 7,5 yıllık zaman aşımı süreleri doldu ve düştü. “Plansız ve bilime aykırı yapılaşma”, geçmişten hiçbir ders alınmamışçasına devam etti. İmar Afları, neredeyse her seçim öncesinde popülist bir uygulama olarak sürdürüldü. Acil alınması gereken tedbirlerin, projelendirilerek yasal alt yapı ve finasmanın hazırlanıp uygulamaya sokulması gerekirken, daha kötüsü ise, afetlerin bir “kader” olduğu inancı hep korundu. Son olarak “Ulusal Deprem Strateji ve Eylem Planı” nın hazırlandığı duyuruldu. Eksiklik ve belirsizliklerle dolu olması uygulanabilirliğini mümkün kılmamaktadır.
Ne yapılmalı?
Yukarıdaki gerçekler göstermektedir ki, Türkiye‘de olası bir deprem başta olmak üzere, tüm doğal afetlere karşı ciddi ve gerçekçi önlemler alınmamıştır. Bu haliyle, tüm toplumun can ve mal varlığı ciddi bir tehlike altındadır. TMMOB ve bağlı Odaları, yıllardır bu tehlikeyi hatırlatmakta, bilimsel, toplumcu ve gerçekçi çözümler önermektedir
Öncelikle, başta mühendislik hizmetleri olmak üzere afet öncesi, afet anı ve sonrasına ilişkin bilgi ve teknolojileri hayata geçirilmelidir. İmar, Yapı, Dönüşüm Alanları ve Yapı Denetimi gibi alanlarda, üniversiteler, TMMOB ve bağlı Odalar ve diğer ilgili kuruluşların bilgi ve deneyimlerine dayanarak, bilimsel analizlerle hareket etmelidirler. “Yapı denetimi” ve “planlama” faaliyetleri, bilimsel ve mesleki temelde gerçekleşmelidir. Kamusal önemi olan “mesleki denetim”in zorunluluk haline getirilmesi, meslek odalarının, meslek içi eğitim ve belgelendirme konularını düzenlemede daha aktif ve yetkili olmaları gerekmektedir. Bu süreçte, sosyal devletlerin yaptığı gibi, planlı ve dengeli kalkınma araçları devreye sokulmalıdır. Deprem ve afetlere ilişkin yapılacak düzenlemelerin, siyasi ve ekonomik rant kaygılarından arındırılmış bir şekilde gerçekleşeceği, bütün düzenlemelerin insan odaklı olacağı, can ve mal kayıplarının göz ardı edilmeyeceği, Anayasal bir güvenceye dayandırılmalıdır. Afetlerden korunmak, “bir insan hakkıdır” böyle algılanmalı ve siyaset üstü bir yere yerleştirilmelidir. Diğer yandan, kamusal hizmet yapan kurumların binaları başta olmak üzere, mevcut okul, hastane, üniversite ve yurt binaları, depreme karşı dayanıklı hale getirilmelidir. Özellikle büyük şehirlerde, bilimsel ve teknik gereklerden ve denetimden yoksun yapılaşmalara siyasi amaçlarla müsaade eden ve yurttaşların tehlike içinde yaşamalarına göz yuman “imar affı” gibi yasal düzenlemelerden vazgeçilmelidir. Kamusal denetimin ticarileştirilmesi ortadan kaldırılmalıdır.
“Ulusal Deprem Strateji ve Eylem Planı” nın içerdiği belirsizliklerin giderilmesi, finans, yetki ve sorumluluklara açıklık getirilmesi, dar bir yapıdan çıkartılması ve uygulanabilir bir şekilde düzenlenmesi gerekir. 
Tüm bunların gerçekleşmesi, “afet”leri “kader” olarak gören yaygın inançtan kurtulmaya, insan yaşamını her şeyin üstüne koymaya ve çağdaş bir topluma yakışacak şekilde bilimin ve aklın ışığında, insan için, toplum için harekete geçmeye bağlıdır.
Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası olarak, yarın çok geç olmadan, telafi edilemez can ve mal kayıpları yaşanmadan, deprem ve afetlerle mücadele için ilgili ve sorumlu siyasal iktidarı göreve çağırıyoruz. İnsan yaşamı ve toplum adına verilecek her türlü çalışma ve mücadelede, mühendisler olarak aktif bir şekilde yer alacağımızı,
Kamuoyuna saygıyla duyuruyoruz.
TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası
Ağustos, 2011