Genetiği Değiştirilmiş Gıda ve Kanser – Fatma Demir (Sendika.Org)

19 Eylül tarihinde Fransız bilim insanları tarafından 2 yıl süren bir çalışmanın bulguları kamuoyuna duyuruldu. Genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) canlılar üzerindeki uzun dönemli etkilerini göstermesi açısından çalışma sonuçları oldukça önemli.

Caen Üniversitesi’nde yürütülen araştırma, şirketlerin baskılarıyla karşılaşmamak için büyük bir gizlilikle yapıldı. 200 fare üzerinde yapılan çalışmada, fareler çeşitli gruplara ayrıldı ve genetiği değiştirilmiş ve değiştirilmemiş mısırlarla beslenerek sağlık durumlarındaki değişimler gözlemlendi. Sonuçlar karşı karşıya bırakıldığımız tehlikeyi bir kez daha ortaya koydu. Araştırmacılar genetiği değiştirilmiş mısırlarla beslenen farelerin daha genç öldüğünü ve daha sık kansere yakalandığını tespit ettiler. Dişi farelerin memelerinde vücut ağırlıklarının %25’i oranında tümör oluşumu ve kanserli hücrelerin yayılımının diğer farelere oranla üç kat daha fazla olduğu gözlemlendi. GDO’lu gıdaları tüketen erkek farelerde ise GDO’suz gıdaları tüketen hemcinslerine göre kanserin artışı 20 kat daha fazlaydı ve büyük oranda böbrek ve karaciğer sorunları nedeniyle ölümler meydana geldi. Araştırma Uluslararası bilimsel bir yayın olan “Food and Chemical Toxicology” dergisinde yayımlanarak bilimsel literatüre de girmiş oldu.

Benzer çalışma geçtiğimiz günlerde Rus bilim insanlarından gelmişti. ‘Gen Güvenliği Ulusal Birliği ile Ekolojik ve Gelişimsel Problemler Enstitüsü’ bilim insanları Rusya’daki Ekolojik Tehlikelere Karşı Savunma Günleri’nde sundukları çalışmalarında genetiği değiştirilmiş soya fasulyesi ile besledikleri hamsterların cinsel olgunlaşmalarında yavaşlama eğilimi gözlemlediklerini ve birkaç nesil sonra hamsterların üreme yeteneklerinin yok olduğunu tespit ettiklerini açıkladılar.

Avusturya’da ise genetiği değiştirilmiş mısır yiyen farelerin yavrularının normalden düşük ağırlıklı doğduğu, üçüncü ve dördüncü nesillerin yine Rusya’daki çalışmada olduğu gibi tamamen kısır bireyler haline geldiği bulundu.

GDO’ların canlı sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerine daha pek çok örnek verilebilir. Bu konuda çalışmalar yapan bilim insanları yıllardır genetiği değiştirilmiş gıdaların canlıların bağışıklık ve sinir sisteminde tahribatlara yol açabileceği, kansere ve alerjik reaksiyonlara neden olacağı üzerinde araştırmalar yapıyorlar. Kemirgenlerde bir sene insanlarda yaklaşık 40 seneye eşit. İnsanlarda GDO’lu ürünlerin etkisinin görülmesi uzun yıllar gerektirebilir. Bu nedenle en az denekle yapılmaya çalışılan bu çalışmalar büyük bir öneme sahip. Bir ilacın bile insanlar üzerinde kullanılması için 20-25 yıllık bir zaman gerekiyor. Ancak bu konuda tekelleşme yarışına giren şirketler bu süreyi bekleyemeyecek kadar kar hırsına girmiş durumda.

Tekeller canlıları patentliyor
GDO aslında genetiği ile oynanan bütün organizmaları temsil eden bir kavram. Bugün tartışmalar daha çok bu yöntemin gıda alanına uygulanması ile alakalı. Yöntemle, canlıların en küçük birimi olan hücreler içerisinde bulanan ve canlıların özelliklerinin kodlandığı gen denilen kalıtım materyalleri üzerinde çeşitli işlemler uygulanmakta. Genetik mühendisliği teknikleri ile canlının kendi türünden veya kendi türü dışındaki bir canlıdan gen aktarılması yoluyla canlının özellikleri değiştiriliyor.

Aslında tekniğin tıp gibi alanlarda sağladığı oldukça faydalı durumlar da var. Örneğin genetiği değiştirilmiş organizmaların ilk uygulaması 1970’lerde bir bakteriye, insanda kanda şeker oranını düşüren insülin hormonu geninin transferi ile yapılır. Teknik sayesinde şeker hastaları, kanlarındaki şeker oranını düşürebilmek için ihtiyaç duydukları insülin hormonuna genetiği değiştirilmiş bakteriler sayesinde rahatça ulaşabilmişlerdir. Bunun öncesinde bu hormon inek ve domuzların pankreaslarının çıkarılmasıyla yapılmaktadır fakat bunun için birçok canlı telef olmakta ve sonuçta çok az hormon elde edilmektedir. Yöntem tıpta yeni bir çığır açar.

Ancak genlere müdahale, canlıların patentlenmesinin yolunun açılmasına ve özellikle en temel ihtiyaçlardan biri olan gıda alanında yöntemin uygulanması ile şirketler arasında tekelleşme yarışına neden olur. Şirketlerin genetiği değiştirilmiş gıdalar konusunda en çok dile getirdikleri, bu yiyeceklerin dünyanın artan gıda ihtiyacına çare olabileceğidir. 1996 yılından beri üretimde olan bu tür gıdalar, 16 senedir açlığa çare olacağına verimli tarım arazilerini de işgal ederek açlığı artırmış ve yıllardır yediğimiz gıdaları patentleyerek üretimlerini elimizden almıştır. Ayrıca genetik manipülasyonlarla bugün tekeller tek yıl ürün veren tohumlar üretmekte ve bir dahaki sene çiftçiyi yine kendisinden tohum almak zorunda bırakarak üreticileri kendisine bağımlı hale getirmektedir. Tohum şirketleri tohumlarla birlikte kimyasal ilaçların alınmasını da zorunlu hale getirerek tekelleşmenin sınırını genişletmişlerdir. Zira 10 büyük tarımsal kimya firmasının 6’sının (Monsanto, Novartis, Rhone Poulenc, Zeneca, Du Pont ve EgrEvo) tarımsal biyoteknoloji firmaları arasında yer almaları bir tesadüf değil.

Şirketlerin GDO’lu ürünler ile ilgili öne sürdükleri en büyük savlardan biri GDO’ların GDO’lu olmayan ürünlere göre daha az maliyete yol açtığıdır. Ancak Iowa State Üniversitesi 377 mısır tarlası ve 800 çifti ile yaptıkları bir akademik çalışmada genetiği değiştirilmiş mısırda üretimin diğerlerine göre %32 oranında daha pahalıya mal olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Üretimi sırasında tüm toprağı, çevresindeki tarlaları kirleten genetiği değiştirilmiş gıdalar topraktaki faunaya zarar vererek ekolojik dengenin bozulmasına neden olmakta, tek tip gene sahip tohumlar ile genetik çeşitliliği engellemektedir. Canlılığın evriminde önemli bir yere sahip olan genetik çeşitliliğin yok olması, herhangi bir beklenmeyen durumda maalesef genetiği ile oynanmış bu canlıların tamamen yok olmasına neden olabilecek.

Türkiye’de durum

Türkiye’de GDO’lu ürün üretimi yasak. Ancak değişik firmalar tarafından 1998 yılından beri alan denemelerinin büyük bir gizlilikle yapıldığı iddia ediliyor. 2010 yılında çıkan Biyogüvenlik Kanunu’na göre GDO’lu tohum ekimi yasak olmasına rağmen yem ve gıda ithalatı için Biyogüvenlik Kurulu’nun izni gerekiyor. Aslında kurul sadece GDO’ya geçiş aşamasında tepkileri engellemek amacıyla oluşturulmuş göstermelik bir işleve sahip. Örneğin 2011 yılında yem amaçlı denilerek soya ve 13 GDO’lu mısırın ithaline kurul tarafından izin verildi. Geçtiğimiz Nisan ayında ise dokuz GDO’lu mısır türünün dördünün içlerinde antibiyotik direnç geni olması, ikisinin de bilimsel açından yeterince araştırılmadığı gerekçesiyle ithalatı reddedildi. Kurul üçünün ithaline izin verdi. Ret kararının sadece tepkileri tamponlamak amacıyla verildiği çok açık. Yemle beslenen hayvanların karşılaştıkları riskler dışında, besin zinciri düşünüldüğünde GDO’ların sofralarımıza girdiği ve bizlerin de dolaylı yoldan GDO’larla beslendiğimiz kolayca görülebilir.