Doğal afetler içinde en yıkıcı olan depremler, yaşamımızı ve barınma hakkımızı tehdit etmektedir. Normal olarak bakıldığında yerküre fiziğinin doğal bir süreci olan depremler, plansız kentleşme ve kontrolsüz/denetimsiz yapılaşma ile etkileştiğinde yıkıcı ekonomik ve sosyal/toplumsal sonuçları olan bir afete dönüşmektedir. İnsanın en temel haklarından bir olan barınma hakkı, depremlerin neden olduğu fakat esasta/temelde siyasal iktidarların neo-liberal politikalarının bir sonucu olarak tehtid altındadır. İnsanların yaşama ve barınma hakkı kentsel yenileme/dönüşüm projeleriyle, deprem vb. birçok olgu bahane edilerek ekonomik bir rant alanı haline dönüşmektedir. Doğal afetler ve özelde deprem, bilimsel, eğitsel ve toplumsal boyutları olan jeofiziksel bir olgu olmasına rağmen, rant ekonomisinin aracı haline sokulmuştur. Siyasal iktidarlar yasama ve yürütme erkini kullanarak bu ekonomiyi beslemektedirler.
Ülkemiz özelinde 1999 Gölcük ve Düzce depremleri, yıllardır depremler vb. doğa olayları üzerine çalışan bilim insanları ve mühendislerin, siyasal iktidarları daha iyi algılama ve bilinçlenme süreci olarak görülürken, bu yıllardan sonra özelleştirme, rantlaştırma ve kapitalleştirme aygıtları olarak sermayenin beslenmesini sağlayan ve adına “kentsel dönüşüm-yenileme” denen kirli bir oyuna dönüşmüştür. Halktan ve bilimden yana mı yoksa globalizmin ayak oyunlarından yana mı taraf olunacağı yaşamsal bir soru olarak insanlığın önünde durmaktadır. Bizler insanlığın güvenli barınma hakkı kavramıyla geleceğini belirleyeceğini düşünmekteyiz.
Peki bizler kimiz?
Bizler, mühendisler, mimarlar ve şehir plancıları (MMŞP) olarak bu kapsamda “Afete Hazırlık Grubu” adıyla tüm bu süreçte tavrımızı halktan ve bilimden yana koyan, halkın haklarını esas alan bir felsefeyle bir çatı altında toplanan bir gurubuz. 2010’un Sonbaharından itibaren çalışmalarımızı sürdürmekteyiz. MMŞP olarak, doğal afetlerin hukuksal ve sağlıkla ilişkili boyutlarını da sürece dahil ederek, “Afet Hazırlık Broşürü”’ne baz teşkil edecek geniş kapsamlı bir rapor hazırladık. Buradaki amaç, genel olarak barınma hakkı kavramıyla bağlantılı temel bilgileri içeren afet hazırlık broşürünün alt yapısı bilimsel ve halktan yana bilgilerle oluşturmaktır.
Çalışmamızın bundan sonraki kısmı, yerel ölçekte belediyelerin genelde ise Başbakanlık ve Bayındırlık İskan Bakanlığı, İl Afet Acil Durum Müdürlükleri yönetimince bölgesel bazda yapılan çalışmaların neler olduğunun sorgulanarak belirlenmesini ve uygulamaların halkın güvenli barınma hakkı kapsamında uygulanması için mücadele hattı oluşturmayı kapsamaktadır. Bu çalışma şimdilik İstanbul özelinde sınırlandırılmıştır, ancak önümüzdeki süreçte başta Marmara Bölgesi olmak üzere tüm afet riski olan bölgelere yayılacaktır.
Özellikle büyük şehirlerde ve kıyı/ormanlık alanlarda daha aktif olarak ilerleyen kentsel dönüşüm projeleri, mevcut imar yönetmelikleri ve çevre nazım planlarında hızlı bir şekilde revize edilerek hayata sokulmak istenmektedir. Kentsel dönüşüm sürecinde amaçlar ve araçlar yerel yönetimlerce birbirine karıştırılmaktadır. Kentsel dönüşüm bilimsel bağlamda kentin görece olarak yoksul kesiminin (gecekondu bölgeleri başta olmak üzere), harap olmuş tarihi dokunun, deprem riski taşıyan bölgelerinin halktan yana olumlu anlamda dönüşümü olarak tanımlanır. Ancak ana amaç olan bu kentsel dönüşüm nedenleri kentsel rantın aracına dönüştürülmektedir. Yani kentsel dönüşümde rant amaç, kentsel dönüşüm ve barınma hakkı nedenleri de araç olmuştur.
Depremlerin günümüze kadar algılanma sürecine kısaca değinmek gerekirse; Mitoloji’de tanrılara ve ilahi güçlere hatta farklı hayvanların hareketlerinin bir sonucu olarak görülen depremler, günümüzde sismoloji biliminin konusu olup hassas cihazlar ile kayıt edilmekte ve yorumlanmaktadır. Deniz yüzeyinde yüzen bir gemi gibi birbirinden farklı yönlere hareket eden levhalar arasında biriken gerilim (enerji), sinirlenen bir insanın aniden vereceği tepki gibi, aniden açığa çıkmakta ve depremleri oluşturmaktadır. Bilimsel olarak tüm bu süreçler ölçülmekte analiz edilmekte ve yorumlanmaktadır. Birileri bu süreçte gemisini yürüten kaptanlığa soyunmaktadır.
Halkın kendi haklarını savunma/koruma gücü, birbirinden farklı özelliklerine sahip halk kitlelerini aynı yönde hareket ettirerek, bir gün patlayacak bir enerjinin habercisi olması yönünde hızla ilerlemektedir. Zaten doğa değil midir ki her soruna kendi içinde çözüm üreten. Yeter ki, dinamiklerini harekete geçirecek yapıya bürünsün.
Depremleri algılamanın yanında depremler sonucu meydana gelen hasarları azaltmanın/ortadan kaldırmanın da bilimsel olarak mümkün olduğu bilinmektedir.
Günümüzde genel ölçekte mikro bölgeleme ve parsel bazında mühendislik yapısının oturacağı zeminin depremler karşısında nasıl bir davranış sergileyeceği kolaylıkla belirlenebilmektedir.
Yani gerekli ölçümler, deneyler yapılarak zeminlerin (bina temellerinin) dayanım özellikleri belirlenebileceği gibi mühendislik yapılarının da depremler sırasında nasıl davranacağı belirlenebilir.
Konumuzun başına, yani “barınma hakkı” kavramına geri dönecek olursak, bir kavramın eksikliği hissedilecektir. Nasıl bir barınma hakkı soru sorulduğunda, ilk olarak “GÜVENLİ” bir hak aklımıza gelmektedir. Sosyal devlet anlayışında her bireyin çalışsın/çalışmasın bu hakka sahip olması zorunludur. Ancak sözde Sosyal devlet yapısında böyle bir hak ancak ya paranın saltanatını sürenlere veya hakkını mücadele ederek kazananlara sağlanabilir.
Yani nerede duracağını, kimden yana taraf olunacağının bir ölçüsüdür. Emekçilere bir zamanlar sermayenin çıkarlarının korunma amacıyla hak olarak görülen yapılaşmalar günümüzde birilerince rant aracı haline dönüştürülme sürecinde rant/işgal alanları olarak tariflenmektedir.
Kimin nereyi ve ne amaçla işgal ettiği ortadadır!!!.
Gerektiğinde kaçak yapılaşma diye yıkılan, gerektiğinde çöp alanı (zemin etkisinden kaynaklı problemler barındırdığı gerekçesiyle), yüksek eğimli alanlar, kıyı şeritleri ve deprem riski taşıyan alanlar olarak görülen yerler, birilerinin isteğiyle ve kar amacı güdülerek revize edilip
imara açılmaktadır. Tüm bu süreçte güvenli barınma hakkı da ihmal edilmektedir. Oysa gerekli çalışmalar, incelemeler yapıldığında alınacak önlemler de tespit edildiğinde, birilerinin kar hırsı politikaları gereği boşaltılan alanlar yüksek fiyatlara o mülkü alamayacak birilerine yüksek meblağlara satılmaktadır.
Sulukule, Gülsuyu, Mamak, Yeni Mahalle, Fikirtepe vb. gibi birçok semt/mahalle de bir anda sözde depreme karşı önlem gerekçesiyle, burada yaşayanlar tasfiye edilerek, farklı grupların çıkarları için işgal edilmektedir. İstanbul şehrinin 1970’lerdeki uydu/hava fotoğrafları ile günümüzdeki görüntüsü arasındaki fark bunun en büyük göstergesidir.
Sonuç olarak, bu atölye çalışması kapsamında barınma hakkının sözde “bilimsel” gerekçelerle talan edilmesi karşısında “Afete Hazırlık Grubumuzla” destek verecek, tüm meslek odaları ve demokratik kitle örgütleriyle gerekli incelemeleri yaparak, özüne geri döndürme ve halkın barınma hakkı mücadelesine aktif destek vermeye çalışacağız. Başta topluma hizmet veren kamusal alanlar olmak üzere, tüm yaşam alanlarının her tür afete karşı güvenli hale getirilmesi için halkla birlikte mücadele edeceğiz.
Yönetenlerin depremi bahane ederek bilim ve hakkaniyet dışı projelerle sermaye kazanımlarını arttırmak istemeleri bir yana, arsaların birleştirilerek kat sayılarının arttırılması gerçek çözüm değildir.
– Bu çalışma Politeknik Afete Hazırlık Grubu adına hazırlanmıştır.
* Savaş Karabulut – Araştırma Görevlisi / İstanbul Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü
** Ferhat Özçep – Yrd. Doç. Dr. – İstanbul Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü