Demokrasi, Teknoloji ve Mühendisler – Hayati Can
Spread the love

Bilim,
Gericiliğin karanlığının yırtılmasını sağlayan yegane tılsım oldu. Gericiliğin tüm kurumlarını yerle bir eden bu tılsım, gerçeğin kendisinden başka bir şey değildi. Bu dönemin tüm bilim adamları Galileo gibi tehdit altındaydı. Kadınlar ise şeytan denilerek diri diri yakılırdı. Kıta Avrupası engizisyon karanlığında boğuşurken, Asya’nın batısı islamın karanlığına gömülmüştü. İslamiyet te hristiyanlık gibi kadını en temel hedef seçer ve cazalandırma yöntemi olarak kırbaç ve recm (taşlama) yöntemini kullanır. Muhaliflere ise, kılıçla kafa koparma cezası uygulanır. Bu dönemin ortak özelliği, her türlü bilimsel gelişme iktidarı tehdit olarak algılanır ve şeytan icadı olarak ilan edilir. Bu yüzden dini temel alan yönetimlere en temel eleştiri gericilik olmuştur. Bilim ise, gericiliği parçalayan bir tılsım olarak kabul edilmiştir.  Genlerimize binlerce yıllık bir mücadelenin sonuçları olarak yerleşen karanlık ve onu ortadan kaldıran tılsım, insanların sarsılmaz bir güvenini kazandı. Bu durum onun üretim süreçlerinin sorgulanmasını engelledi. Bilimin sınıfsal içeriği, parlak ışığı altında gizlenmeyi başardı. 

Teknoloji,
Bilimin kazandığı haklı güvenin üzerine, üretim araçlarının gelişimi öylesine rahat oturdu ki, insanlık onu neredeyse sorgulamadı. Teknoloji, bilimin tılsımını devraldı. İnsan yaşantısına getirdiği yenilikler, bu güvenin sağlamlaşmasını sağladı. Kapitalist sistem içinde teknoloji, bilimin ticarileşmiş halini ifade eder. Bilimsel üretimlerin sınıfsal içeriği, teknolojide daha belirgin olarak karşılık bulur. 

Mühendislik,
Kökleri çok eski olmasına karşın, günümüzdeki anlamına sanayi devrimi ile ulaşmış olan mühendislik, kentin vazgeçilmez mesleği haline gelir. Mimarlık ve şehir plancılığı uygulamaları ile gelişimini sanayi üretiminden tüm alanlara taşımaya başlar. Başlangıçta tasarımcılık anlamını içeren mühendislik, artık uygulama, kontrol ve lojistik gibi birçok alanda gelişir. Üretim ve tüketim ilişkisinin koordinasyon merkezinde artık mühendisler, mimarlar ve plancılar bulunuyor. Teknolojinin sarsılmaz güveni, mühendisleri toplumun elitleri (yeni lordları) yapmaya başladı.  Aynı şifacıları, uzlaştırıcıları, öğretmenleri yaptığı gibi.

Demokrasi,
Yöneten yönetilen ilişkisinin ilk sorgulanmaya başladığı dönemden bugüne demokrasi, sınıf çatışmalarının merkezini işgal ediyor. Kentlilerin derebeylerine karşı başlattığı isyan, içinde özgürlük, eşitlik ve adalet gibi kavramları da taşıyan geniş bir demokrasi hamlesi olarak topluma sunuldu. Ne yazık ki, yönetimi eline alan burjuvalar, eski derebeylerin alışkanlıklarını hızla içselleştirerek kendi tahakkümünü kurmaya girişir. Özgürlük sermaye özgürlüğüne, eşitlik paran kadar eşitliğe, adalet ise, paran kadar adalete dönüşür. Genel oy hakkı bile, Fransız devriminden 70 yıl sonra halkın kitlesel mücadelesinin konusudur daha. Üstelik bu mücadeleye özgürce işini seçme hakkına kavuşmuş işçiler önderlik edecektir. İnsan hakları evrensel beyannamesi, köleliğe karşı verilen yüzlerce yıllık bir mücadelenin sonunda ilan edildiğinde, kim bilebilirdi ki, insanlığın geleceği bu kavramla kuşatılacak. Demokrasi ve insan hakları, emperyalizmin halkları teslim almada başvurduğu iki temel kavram oldu. Aynı zamanda işçi sınıfı mücadelelerinin de temel kavramları oldular. Dünyada sosyal demokrat partiler kurulmaya ve burjuvaziye karşı mücadele etmeye başladılar. Sosyal kavramı toplumu, demokrasi kavramı ise, çoğunluğun yönetimini anlatmaya çalıştı. Bunun örnekleri oluşmaya başladığında ise, burjuvazi kendi sosyal demokrasi kavramını geliştirmeye girişti. Bu tarihten sonra işçiler, sosyal demokrasi kavramını reformcu görerek, sosyalist ve komünist kavramlarına yöneldiler. Ardından Avrupa’da sosyal demokrat partilerin yanına aynı içeriğe sahip sosyalist partiler kurulmaya başladı. Sonuç olarak söylenebilir ki, herkesin kendi demokrasisi var. Bu kavram herkes için başka bir anlam içeriyor. Bu, demokrasi kavramına yeni eklentiler oluşturdu. İşçi demokrasisi, doğrudan demokrasi, halk demokrasisi gibi kavramlar, iğdiş edilmiş demokrasi kavramının yeniden tariflenmesi için kullanılmaya başlanır. Yani demokrasi kavramı tek başına bir anlam taşımıyor. Demokrasi, sınıfsal bir içeriğe sahip ve her sınıf insanlığın ortak tılsımına dönmüş olan bu kavramı kendisi için kullanıyor.  

Hukuk,
Toplumsal ilişkilerin sürdürülmesinin aracı olarak oluşturulan her türlü yazılı veya kültürel anlaşmaları tanımlayan bu kavram, aynı zamanda toplumsal ilişkilerde yeni bir tılsım işlevi görür. Hukuk, canlı ve dinamik bir olgu olarak, egemenlerin toplum düzenini kurarak, sistemin devamının garantisini oluştururlar. Bu yönüyle hukuk, sınıflar üstü değil, sınıflar mücadelesinin çatışma kavşaklarının merkezinde yer alır. Bu yönüyle var olan hukuk düzeni kazananların hukukudur. 

Bugün bu tılsımların her biri sorgulanıyor ve zayıflıyor. Artık bilimsel olan her şeyin doğru olmadığını, teknolojinin hayranlık yaratan bir üretim oluşturmayabileceğini, demokrasinin refah ve huzur olmadığını biliyoruz. Atomu parçalayan bilim, nükleer teknoloji ile insanlığın bütününü tehdit etmektedir. İletişim ve izleme teknolojileri, dünyayı kocaman bir cezaevine dönüştürüyor. Yapı teknolojisi, çevremizi beton yığınlarına dönüştürüyor. Madeni çıkarma için kullanılan siyanür, yaşamın temelini tehdit ediyor. Suyu kontrol eden bentler, su ticareti ile su kaynaklarını yok etmeye başlıyor. Yanma teknolojileri, su kaynaklarını ve havayı kirleten termik santralleri ortaya çıkarır.

Bu tılsımın yaratılmasının önemli bileşenlerinden olan mühendisler, bu tılsımı yok eden bir mücadelenin öznesi olabilirler. Bilimsel araştırmaların sermaye için değil, halk için yapılmasını savunabilirler. Kapitalist sistemde bilimin ticarileştirilmiş hali olan teknolojinin, halkın ihtiyaçları için yeniden üretilmesini savunabilirler. Doğrudan demokrasiyi savunarak, tüm halkın karar mekanizmalarının parçası olmasını savunabilirler. Halk demokrasisini savunarak, halkın yönetime doğrudan talip olmasını savunabilirler. Peki bu mümkün müdür?

Bu sorunun yanıtı, teknik elemanların sınıfsal konumunda gizlidir. Mühendisler, mimarlar ve şehir plancıları aynı şifacılar, uzlaştırıcılar ve eğitmenler gibi toplumdaki elit konumlarını yitirmekte, işçileşmektedirler. Bir bölümünün sınıfsal konumu onu sermaye saflarına itse bile, genelin durumu halkın bir parçası halini alıyor. Bugün halkın mühendisi, mimarı ve şehir plancısı olmak demek, öncelikle halkın beynini kuşatan bu tılsımların yıkılması için mücadele etmektir. 

Eşitliği savunuyorsak, bu gerçek bir eşitlik olmalıdır. Ne paraya, ne etnik kökene, ne felsefi kültürel farklılık ne de mesleki farklılık buna engel olmalıdır. Adaleti savunuyorsak bu gerçek bir adalet olmalıdır. Özgürlüğü savunuyorsak, bu gerçek bir özgürlük olmalıdır. Demokrasiyi savunuyorsak, bu halkın demokrasisi olmalıdır. 

İnsanlık kapitalizmin teknolojisine ve demokrasisine katlanmak ve kapitalistlerin artıklarıyla yaşamak zorunda değildir. Kapitalizmin her şeyi metalaştırdığı bu tarihsel evrede, teknoloji tılsımının yıkılması ile, kapitalizmin yıkılması paralel ve iç içe geçmiş süreçler halinde yaşanacaktır. Diğer deyişle, doğanın metalaştırılmasına karşı yürütülen mücadele, halkın demokrasisi için yürütülen mücadelenin doğrudan parçası haline gelmiştir. 

Halkın bilimi, teknolojisi ve demokrasisi için örgütümüz TMMOB başta olmak üzere, tüm emek, meslek ve halk örgütleri ile ortak mücadeleyi yükseltelim.

Geleceğimiz ellerimizdedir.  


Hayati Can – Makina Mühendisi 
İstanbul Yerel Demokrasi Kurultayı’nda yapılan sunum. 
            

Spread the love