“Biz o gün ‘Dayanışma’yı kurduk” – Pınar Öğünç (Radikal)

Uzun yıllardır kent mücadelesi içinde olan, Gezi Parkı için 31 Mayıs öncesinde mücadele edenlerden biri o. Taksim Dayanışması üyelerinden, Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Genel Sekreteri Mücella Yapıcı, Gezi’nin öncesini ve sonrasını anlattı.

Yıllardır yürütülen kent mücadelesinden bihaber olanlar Gezi Parkı olaylarını ‘Başta bir grup çevreci genç vardı, sonra bozuldu’ argümanıyla tarif ederken o, kafa karıştırıcı bir figür oldu. Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Genel Sekreteri Mücella Yapıcı, bebekken annesinin mama yedirdiği, haylaz bır kız çocuğu olduğundan hortumla bahçıvanları ıslattığı Gezi Parkı ve çevresi için, 31 Mayıs öncesi mücadele edenlerdendi. Kâh gülmekten katılarak, kâh gözleri dolarak uzun uzun anlatmaya böyle başladı: “Kod adlarımı sayayım, Beşiktaş ’ta bana Müco, parkta Mücella Abla, önlerinde gözaltına alındığımız çiçekçiler Sarı Gacı, Başbakan ‘profesör’ der. Beni onurlandırmak için arkadaşlar Taksim Dayanışma’yı o kurdu demiş bir yerde. Yok, öyle bir şey. Gezi herkesin önder olduğunu, çarenin biz olduğunu göstermiştir her şeyden önce.” Yediği gaz, tıkanık kalp damarlarına, tansiyonuna iyi gelmiş, öyle diyor bir de. Parkın vali tarafından açıldığı gün gözaltına alınıp tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan Taksim Dayanışması üyelerinden Mücella Yapıcı, her şeye cevap verdi.

TMMOB’un Ankara bürosunda ‘böcek’ çıkmasına şaşırdınız mı? Diğer şubeler de dinleniyor mu diye aradınız mı mesela?
Bu his herkeste yok mu? Ben mesela telefonumu polis arkadaşlarla birlikte kullandığımı biliyorum. Kötü olan, Mimarlar Odası kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşu. Toplantıları, kararları, arşivi açık. Böcek yerleştirmeleri çocukça, cahilce ve ahlaksızca. Arkadaşlar baktılar mı bilmiyorum doğrusu.

İBB Başkanı Kadir Topbaş, şubatta yapılan ‘her şeyin planlandığı’ bir toplantıya dair ellerinde kayıtlar olduğunu söyledi. Hangi toplantıyı kastediyor, ne diyor Topbaş?
Ne kadar komik. Kadir Topbaş bir kere Mimarlar Odası’nın üyesi, bütün toplantılara katılma hakkı var. Söylediği Şubat 2012, Taksim Dayanışması’nın kurulduğu tarihtir. Topbaş, mesleğini yapabilmek için üyesi olmak zorunda olduğu kurumuna ihanet etmiştir. Bu skandaldır. Taksim Yayalaştırma Projesi ortaya çıktığında, plan notlarında Topçu Kışlası’nın ihyası meselesi gizlendiği gibi, ihyaya dair yeterli bilgi belge bile yoktu. Ayrıca Gezi Parkı bölgedeki tek açık alan, depremde tek toplanma yeri. Ama Başbakan “Bunu istiyorum” diyor. Mimarsınız, doktor bir mimarsınız, belediye başkanısınız ve mesleğinize hakaret eden bu işe ses çıkaramıyorsunuz.

Şubat 2012’de nasıl ses çıkarılacağına dair mi toplantı yaptı? Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası için kamusal alanları koruma, idareyi uyarma, yargıya gitme işi anayasal bir görevdir. Türkiye’nin neredeyse en kamusal meydanından konuşurken mahallelinin, mahalle örgütlerinin, evsizin, herkesin söz söyleme hakkı vardır. Biz de Mimarlar Odası olarak açık çağrı yaptık, ortak karar için buluşalım dedik. Bütün örgütlere, siyasi partilere, sendikalara, basına, kurullara, belediyeye, herkese… Üyemiz olduğundan Kadir Topbaş’a özel çağrı gitti. Ve 15 Şubat’ta umulmadık bir katılım oldu. 80’i aşkın kurum geldi. Önceden kurulan Taksim Platformu, LGBT örgütleri, kadın örgütleri… Partiler oradaydı, bir tek AKP VE MHP yoktu.

Mevzua hassasiyeti göstermesi açısından bu kendiliğinden yoğun katılım ilginç değil mi?
Evet, hep toplantı yaparız, basın gelmez, 15 – 20 kişi katılır falan. Üyelerimiz dışında kimseyi özel çağırmamışız, bu kadar insan geliyor! Ve bütün bunlar sitemizde açık, kayıt almışız, yahu ombudsmana vermişiz. İşte orada birlikte mücadeleye karar verildi, adı kondu, sekretarya belirlendi. Kimse birbirine benzemiyor, amanın her kelimeyle uğraşarak deklarasyon hazırlandı. Sonradan Taksim’de de bileşenlerin imzasıyla da duyruldu. O arada mahalleliyle birlikte binlerce itiraz dilekçesi topladık, belediyeye gittik. Orada ilk kez karşımıza polis çıktı biliyor musun? Nasıl soğuk; parkı kullanan, seven bir sürü yaşlı başlı kadın, almadılar bizi içeri. Mimarlar Odası’nın sözcüsüyüm, sokmuyor.

Bu da tuhaf, daha önce farklı projeler için yüzlerce kez itiraz dilekçesi götürdünüz belediyeye, böyle bir şeyle karşılaştınız mı?
Hayır. Daha berbatını söyleyeyim. O gün Şehir Plancıları Odası’ndan bir arkadaş, belediyede çalışan yönetim kurulu üyesi arkadaşına uğruyor. Çay içtiği o çocuk görevden alındı. Zaten bu itirazlarımız reddedilince dava açmaya karar verdik. Dava açmak o kadar pahalı hale getirildi, meslek örgütlerinin dışında imece usulü para toplayıp halk da dava açtı bak. Bu arada usulsüz ihale yapıldı. Bir ay boyunca o soğukta Taksim’de nöbet tuttuk sonra. Yüz bini aşkın ıslak imza topladık.

Bu saydıklarınız demokratik itiraz yollarının tamamı. Bunların karşısında sadece Başbakan’ın şahsi arzusu mu var?
Başbakan’ın arzusu ve Topbaş’ın mesleğine, şehrine sahip çıkmayışı. Onun yerinde olsam utancımdan dağa çıkardım, mesleği bırakırdım. Topbaş’a yapılanlar bana yapılmış gibi geliyor, inciniyorum. Bir yandan İslam falan deniyor ama hayır, bu 80’lerden beri süren sağ iktidarların ideolojik hesaplaşmasıdır. Biz de tabii ideolojik davranıyoruz; yaşanabilir bir kent, evrensel kurallara uygun davranılmasıdır bizim ideolojimiz de. Kapitalizm tüm dünyada kendi krizini kentler üzerinden aşmaya çalışıyor. Sistemin çıldırması bu.

80’leri de yaşamış biri olarak, parkta direniş sürerken işin ‘terör örgütü’ suçlamalarına varacağı aklınıza gelmiş miydi?
Hayır, kim düşünmüştür ki. Vali’nin açtığı parka gitmek istediğimiz için başımıza neler geldi. Üstelik yeni evin kontratını yapacağımız için kızımla bir bakıp çıkacağız. Öyle bir sıkıştırıyordu ki polis, ölüyordum. Zaten daha başta ağaca sarıldığımda yediğim iki tüp gaz, soluk borumu yakmış, nefes alamıyorum. Her neyse, ölmemek için sırtımı kalkana döndüm diye polise mukavemet etmişim. “62 yaşında hasta bir kadın için çok karizmatik” dedim savcıya, kızdı bana. O arada evim aranıyor, bana neler soruluyor. Suç işlemek için örgüt kurmuşum. Suçu işleyen, hukuka uymayan sensin. İçinde olduğum kurum seni hukuka davet ediyor, örgütü sen değil ben kurmuş oluyorum öyle mi? Evet, Taksim Dayanışması’nın sekreteriyim. Evet, bildirilerini yazıyorum. Hepsi açık, ne var? Niye öldürdün o çocukları? İnsan halkına bunu yapar mı? Bıraksın artık bu işleri Başbakan, Simcity oynasın, Gezi Parkı’na gitsin, bak sağlığına da iyi gelecek. Sinirleri bozuk onun, nerede o eski karizmatik Erdoğan… Bak bir örgüt varsa, lideri Başbakan’dır. Her şeye rağmen biz beş bin kişi ancak toplardık çünkü.

Gezi’nin bir sivil darbe girişimi olduğuna dair söyleme ne diyorsunuz?
Sivil darbeymiş! Faşizmin üniformalısı, üniformasızı olmaz. Darbeleri biz görmüşüz, yaşamışız. Daha 17 yaşındayken, kaç arkadaşım işkencede ölmüş. 12 Eylül’le hesaplaşan biziz, 12 Eylül’ün hukukunu ferahfeza kullanan sensin. Salak mıyız biz? Bu gençlik salak mı? Ben de arada endişelenmiştim ama değilmiş. Bize Gezi gibi bir şey armağan ettiler, onurumuzu kurtardık yahu. Hâlâ ara sıra kendimi çimdikliyorum, rüya gibi.

Park forumlarında belediye başkanı adayı olarak sizi ananlar var. Düşünüyor musunuz?
Bir dönem ÖDP’nin Beşiktaş belediye başkan adayı olmuştum. Ama mesele seçilmek değil, süreci yaşamaktı. Şu an yerel yönetim diye bir şey yok. Kaldı ki ben zaten her eylediğimle siyaset yapıyorum. Yarın bir gün bütün sınıfları, beyaz yakalı proleter olarak beni de kucaklayacak bir siyasi oluşum çıkarsa orada olurum. Ama başında değil, nefer olarak.

Davanızın sonunu nasıl görüyorsunuz?
Suçmuş, delilmiş, cezaymış, hukukun terazisinin son dönemde nasıl işlediğini anlamadığım için kendimi kötüye hazırlıyorum. Neyse ne. Kitap okurum, kendi kitabımı yazarım, dikiş dikerim. Benim derdim sigara. İnsanın zihni özgür olsun ya, esas hapishane beyinde.

‘Çıplak arama beni değil, onları aşağılar’


Daha önce gözaltına alınmış mıydınız?

Ayıptır söylemesi, ilk. Ama neler gördüm. Kadınlar gözaltında taciz, tecavüz derlerdi, sloganı anlardım ama ne kadar haklı olduklarını kendim gördüm. Bundan sonra sadece kent değil, gözaltında taciz ve tecavüzler alanında da varım. O gencecik kızların onurlarının nasıl kırıldığını, kameralı erkek tuvaletlerine götürüldüklerini, şortlu kızların bacaklarına bakarak nasıl fotoğraflar çekildiğini gördüm ben. Bunların hesabı verilmeden olmaz. O ölen çocukların, uyuyan Berkin’in, çıkan o güzelim gözlerin hesabı ne olacak?

Çıplak aramanın daha çok ‘bu yaşta kadın’ üzerinden anılmasına rahatsız oldunuz mu?
Kadının bedeni her yaşta önemlidir. Annem kendini çok sakınırdı, öldüğünde sadece kendim yıkadım. Ben çocuklarımın yanında soyunmamışımdır. Ama biz onlar için iffetsizdik işte… Sana bir olay anlatayım. Başta kimse yokken gaz yediğimiz gün, tesadüfen yoldan geçen başörtülü, türbanlı bir kadın yanımıza geldi. Başörtüsünü çıkardı, ikimiz onun örtüsünü ağzımıza kapattık, sonra ben onun başını örtmesine yardım ettim. Gezi benim için budur. İsteyen başını bağlar, bağlamaz, ama benim erkek arkadaşlarımın başörtülü bir kadına gösterdiği saygıyı, onların da başı açık kadınlar olarak bize göstermesi lazım. Tersinden ya da düzünden yaş üzerinden kurulan her tür hiyerarşiye karşıyım. Ama şunu da biliyorum: Ben iki doğum yapmış feminist bir kadınım. Bunu 17 yaşında bir kadın çıkıp açıklayamaz. Ben onların adına da konuşuyorum. Bana hukukdışı biçimde çıplak narkotik araması yapanlar “Doktora, polise ayıp olmaz, soyunun” dedi. Hayır efendim, çıplak çömeltmek, öksürtmek tacizdir. Beni değil, onları aşağılar. Son derece aşağılayıcı ve terbiyesiz tweet’ler aldım sonra. Öte yandan bu konu dışında söylediklerim bir kenara atılarak, özellikle bazı medya organlarında, fotogaleriler eşliğinde benle ilgili bütün meselenin bu noktada tartışılması ayrıca düşündürücü.