Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık’ın Tuz Ambarları projesine istinaden Hasan Çalışlar ve Kerem Erginoğlu’na içmimarlık disiplini alanına girdikleri gerekçesiyle, TMMOB İçmimarlar Odası tarafından dava açıldı.
Henüz yargı sürecinde olan dava hakkında mimarlık ve tasarım dünyasında çokça tartışma yaşandı. Oktay Ekinci’nin 17 Haziran 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan “Mimarlık Paylaşılamıyor” başlıklı yazısı, dava hakkında topyekun savunmaya geçen “mimarlar cephesi” nden gelen ilk yanıttı. Ekinci, mimarlığın içmimarlık, peyzaj mimarlığı ve şehir bölge planlama meslekleri tarafından parçalanma ve daralma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını iddia ettiği yazısında, imar düzeninin mimari duyarlılıktan yoksun ve tamamen rant odaklı olmasının bu parçalanmadan kaynaklandığını ifade ederek bu bölümlerden mezun olan meslek insanları zan altında bırakıyordu.
Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık’ın savunmasında, içmimarlık bölümlerindeki içmimar öğretim görevlisi sayısının az olması sorununu ve içmimarlık eğitiminin kimi üniversitelerde mimar kökenli öğretim görevlileri tarafından verilmesini argüman olarak kullanması; Oktay Ekinci’nin yazısında tekrar vurgulanıyor. “İçmimarlık eğitimini de zaten mimarlar veriyor” şeklinde indirgemeci ve bilimsellikten uzak bu bakış açısı tartışmanın ilerleyen sürecinde Doğan Hasol tarafından da savunma aracı olarak kullanılmak üzere dahiyane bir cevap olarak kabul görüyor.
“Mimarlıktan ‘ayrılarak’ meslekleşen uzmanlıkların, yıllardır mimari duyarlılıklardan kurtulmak’ isteyen rantçı politikalarla kol kola meslek odacılığı yapmalarına; aynı nedenle TMMOB’de de asıl hedeflenmesi gereken ‘birliktelik’ yerine sürekli ‘meslek şovenizmi’ni öne çıkarmalarına ’dur’ deme zamanı çoktan geldi; hatta geçiyor…” diyerek yazısını tamamlayan Oktay Ekinci çözümden ziyade TMMOB’yi kendi mesleği olan mimarlıktan yana tutum sergilemeye davet ediyordu. Kendi mesleğinin şovenizmini yaptığının farkında olmayarak…
Çok geçmeden Oktay Ekinci’nin yazısına İçmimar Muhittin İnce’den cevap geldi. İnce cevabında “İçmimarlık; mimari yapı bütünlüğünde açık-kapalı her çevrenin, hacmin fizik değerleri ile birlikte işlevselliği doğrultusunda incelenerek insan faktörünün, fizyolojik, ergonomik, psikolojik değerlerin, sosyal-ekonomik kriterlerin geniş açıda planlanması ve bilimsel, sanatsal, teknik kuramların organizasyonudur.” şeklindeki içmimarlık tanımını kullanarak 1976 yılında kurulan TMMOB İçmimarlar Odası ile de içmimarlık mesleğinin sadece odaya kayıtlı içmimarlar tarafından icra edilmesi mühendislik ve mimarlık hakkındaki kanunla güvence altına alındığını belirtiyordu.
2005 yılında TMMOB’ye bağlı odaların SMM yönetmeliklerini revizyonu sırasında, Mimarlar Odası SMM yönetmeliği içerisinden içmimarlık hizmetleri çıkartılmış, İçmimarlar Odası SMM yönetmeliği ile de ayrışma netleşmiştir.Ülkemizde bir yapının vücuda gelebilmesi için hangi disiplinlerin kullanılacağını belirten Bayındırlık Bakanlığınca 1985 yılında yürürlüğe sokulan Mimarlık Mühendislik Hizmetleri Şartnamesinin 10. maddesinde tanımladığı üzere 4-5 grup yapıları içmimarlık hizmetlerinin aranacağı yapı sınıfları olarak belirtilmiştir. Bu hizmetlerin neleri kapsadığını da belirten İnce, Bayındırlık Bakanlığı’nın gerekli yönetmeliklerde düzenlemeler yapmaması ve Mimarlar Odası’nın da çizim standartlarının içerisinden iç mimariye ait argümanları çıkartmamasından dolayı, uygulama ve tefriş projesi adı altında içmimarlık meslek alanı ihlal edilmekte olduğunu, binaların iç mekanları bu şekilde oluşturulduğunu, içmimarların hazırlaması gereken iç mimari projelerin imar yönetmeliklerindeki açıklardan dolayı talep edilmediğini ifade ediyordu.
“İçmimarlık meslek eğitimine 1925 yılında başlanmış ve ülkemizde ihtisaslasmanın hangi dallarda olacağına Türk mimarlığı bu tarihte karar vermiştir. Aradan 85 yıl geçmiş ve ülkemizde 30.000 içmimar yetişmiştir. Bu vakitten sonra hiç kimse mimaride ihtisaslaşma yanlış yapılmış, mimarlar da içmimarlık yapabilir, deme keyfiyetinde ve haddinde olamaz.” diyen Muhittin İnce meslektaşlarının işsizlik sıkıntısı çektiği koşullarda, yasa ve yönetmeliklerdeki boşluklardan yararlanılarak ve denetimden uzak bir biçimde içmimarlık meslek alanının neredeyse %99’u içmimarların dışındaki meslek mensuplarınca (mimar ya da marangoz) yapılmasına karşı verilen mücadelenin iç mekan tasarımının, eğitimini almış yetkinliği olan içmimarlar tarafından yapılmasını sağlamaya çalışmanın, iç mimariyi korumaya çalışma çabasının, evrensel mimarlığa, çağdaş tasarım dünyasına, tarihi ve kültürel değerlerimize saygının bir ifadesi olduğunu ifade ederek yazısını tamamlıyordu.
Konuyla ilgili tartışmalar internet ortamında çeşitli platformlarda devam etti. Yeni Mimar internet dergisinde Özgen Osman Demirbaş 8 Temmuz 2010 tarihli “Mimarlık ve iç mimarlık arasındaki sınır tanımlanabilir mi?” başlığı ile yayınlanan yazısında, sorduğu soruya barışçıl cevaplar buldu. Tasarım şemsiyesi altındaki tüm disiplinlerin birbirleri ile var olduğunu, sınır sınıra değil, birbiri ile örtüşen bir ilişkisinin söz konusu olduğunu söyleyen Demirbaş, tasarım etkinliğinin bütünselliği nedeniyle ilgili tüm tasarım kollarının belirli bir koordinasyonla işlev alarak hareket etmesi gerektiğini bildirdi.
Demirbaş, tüm bu disiplinlerin yasalar ve üst kurumlarca kapsamları doğrultusunda belirlenmiş, eşit süreli programlar ile eğitimlerinin (dört yıllık lisans eğitimi) verildiği düşünüldüğünde, bu kollardan hiçbirinin, bir öteki üzerinde hak iddia etmemesi, bir hegemonya yaratmaya çalışmaması gerektiğini söylediği yazısında günümüzdeki mimarlık mesleği ile 15. yy daki ‘mimar’ kavramını aynı düzlemde ele almanın yanlış olacağını ve mevcut problemlerin çözümünü imkansız kılacağını ifade etti.
Aynı internet dergisinde 1 Temmuz 2010 tarihinde Serpil Özaloğlu tarafından kaleme alınan “Mimarlık ve iç mimarlık arasında sınır ihlali olabilir mi?” başlıklı yazı ise o kadar barışçıl değil. Belki başka disiplinler üzerinden konuya bakarak daha objektif bir bakış açısı oluşturabiliriz şeklinde konuya giren Özaloğlu “Mesela hekimlik açısından baktığımızda tüm uzman hekimlerin pratisyen hekimleri dava etmesi gerekirdi. Ya da terapistlerin psikologları, sinema oyuncularının sinemada oynayan tiyatro oyuncularını, pasta fırınlarının ekmeğin yanı sıra çörek çıkaran ekmek fırınlarını, uluslararası hukukçunun düz hukukçuyu, işletmecinin ekonomisti, bilgisayar mühendisinin elektrik-elektronik mühendisini, polisiye yazarlarının arada bir polisiye konulu roman yazan düz romancıları, vb.” şeklinde davam ederek konuyu son derece indirgenmiş hatta absürt bir boyutta ele alıyor.
Yapılan içmimarlık işlerinin denetlenebilir olmaması gibi bir olumsuzluktan yola çıkarak “nasılsa Oda bu işleri denetleyemeyecek” demeye getiriyor ve “Bence meslektaşlar meslek örgütlenmelerini güçlendirip, piyasadaki ehliyetsiz kişilerin yaptığı denetimsiz işleri ortaya çıkarmaya ve zapt-ı rapt altına almaya çalışsalar çok daha yararlı bir iş yapmış olurlar.” diyerek İçmimar Odası bu konuyla ilgilenmiyormuş gibi bir izlenim yaratmaya çalışırken mimarların “ayrıcalıklı” konumunu koruma yönünde fikir belittiyordu.
Mimarlık alanında önemli işler yapmış, mimarlık ve tasarım dünyasında önemli bir yeri olan Yapı Endüstri Merkezi’in kurucusu Doğan Hasol, Yapı Dergisi Temmuz 2010 sayısında çıkan “ İçmimar Mimara Karşı” yazısı da bu konuda incelenmeye değer. Doğan Hasol da mimarlık mesleğinin kentsel planlama, kentsel tasarım, peyzaj mimarlığı, içmimarlık bölümlerinin tehditi altında olduğunu savunuyor. Türkiye’de yetki sınırları belirsiz olan bu bölümlerin sınırlarını oturtma çabasına girerken fazla cüretkar olduğunu düşünüyor.
“Tralles’li (Aydın) Anthemios ve Miletos’lu İsidoros adları yaklaşık 1500 yıldan beri Ayasofya ile birlikte anılmaz mı? Süleymaniye, Selimiye camileri Sinan’sız düşünülebilir mi? Paris’in tarihsel ünlü Operası, mimarının adını taşır ve Opéra Garnier olarak anılır… Durum eskiden öyleydi de bugün farklı mı? Hayır!.. Bugün de Şelale Evi, Ronchamp Şapeli, Sydney Operası, Guggenheim müzeleri ve daha binlercesi yine mimarlarının adlarıyla birlikte anılır. Bu binaların dışını başkası, içini başkası mı yapmıştır?” diye soruyor. Oysa Şelale Evi’nin mimarı Frank Lloyd Wright iç mekan tasarımına getirdiği yeniliklerle iç mekanda uzmanlaşma gerektiren konuların kurucusu, bir nevi içmimarlığın çıkmasının öncülerinden kabul edilebilecek bir mimardır. Frank Ghery de aynı şekilde iç mekana yoğunlaşan çalışmalar yapmış, bu alanın özel ihtisas alanı haline gelmesinin bir ihtiyaç olmasını sağlamıştır. Tasarım tarihinde yaşanan süreç budur. Günümüzde içmimarlık işlerini içmimarların yapması gerektiğini savunmak, geçmişi reddetmek değil, geleceği sağlıklı temeller üzerine kurmak demektir.
Hasol yazısında “Mimarlık yapıtının bir tasarımlar bütünü olduğu, iç ve dış mekânıyla bir bütün oluşturduğu nasıl gözardı edilebilir? Tasarım ve uygulamada uzmanlık destekleri alınması doğaldır; ancak bunlar yapıtın mimara ait olduğu gerçeğini değiştirmez.” şeklinde genel bir kabulü tekrarlıyor. Bir yapının içiyle dışının bir bütün olduğu kadar mimari bir yapıtın mimarına ait olduğu da su geçirmez bir gerçektir. Ancak bu gerçeklik iç mekanın iç mimar tarafından tasarlanmasının, yapıtın mimara ait olmasına ne gibi bir zarar getieceğini açıklamaya yetmez. İçmimara bu duyarlılık eğitim hayatı boyunca verilir, dolayısıyla bunun aksi bir tutumda bulunmak mesleki değil kişisel duyarsızlıktan kaynaklanacaktır.
Doğan Hasol “Günümüzde yapılar, çağın getirdiği yeni işlevler ve yepyeni gelişmiş teknolojilerle çok karmaşık hale gelmiştir. Çok geniş bir takım çalışması söz konusudur artık. Bu takımda mimarlar, çeşitli dallardan mühendisler, peyzaj, içmimarlık, akustik, yangın ve can güvenliği uzmanlıklarının yanısıra konunun gerektirdiği başka birçok uzmanlık dalından danışmanlar yer alır. Yapılan iş, bir orkestra çalışması gibidir ve bu orkestranın şefi, tasarımcı-müellif mimardır.” şeklinde ‘iyi niyetli’ açıklamalara da yazısında yer veriyor. Oysa Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık’ın kendisi gibi düşünmediği, 12 kişilik tasarım ve uygulama ekibinin sadece mimarlardan oluşuyor olmasından anlaşılıyor.
“Ne yazık ki Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği (TMMOB) bile mimarlığın ne olduğunun pek farkında değil. Öylesine farkında değil ki, yönetimi, mimarların içmimarlık yapamayacaklarını oyçokluğuyla da olsa kararlaştırmak ve yönetmeliklerle belirlemek aymazlığını gösterebiliyor. Bu alanı, dünyanın hiçbir yerinde koruma altına alınmamış ve herkese açık olan bir mesleğe tahsis edebiliyor. Yargı da TMMOB’nin bu konularda uzman olduğunu sanarak kararını o doğrultuda verebiliyor.”şeklinde ifadelerde bulunan Hasol, TMMOB’nin meslek alanlarına dair yapması gereken düzenlemeleri önemsizleştiriyor, gayrimeşru hale getiriyor. “Bugün ev kadınlarının bile profesyonelce çalıştığı bir iş ortamında içmimarların mimarları dışlamaya kalkmaları anlaşılır bir durum değildir.” diyerek, içmimarlık alanını sonderece açık, hiçbir özel ihtisas gerektirmeyen bir meşgaleymiş gibi göstererek, mimarlık eğitimi almış birinin hayli hayli yapabileceği bir iş olarak sunuyor.
Daha 27 Şubat 2010 tarihinde İzmir’de gerçekleştirilen 1. Ulusal İçmimarlık Öğrencileri Buluşması’nda “Örgütlenmenin Önemi ve Deneyimler” başlığında yaptığı konuşmada içmimarlık öğrencilerini örgütlenmek ve haklarını korumak yönünde teşvik etmişken bu yazısında ise “Sorun, mimarlığın alt ve yan uzmanlık dalları olan mesleklerin eğitim yapılanmalarının yanısıra eğitim öncesinde ve eğitim sırasında öğrencilere vaat edilenlerden kaynaklanmakta, öğrenciler çoğu kez yanlış umutlarla beslenerek yetiştirilmektedir.” diyerek öğrencileri umutsuzluğa sevk edebiliyor, haklarını arayan genç içmimarları belirsiz yasal sınırlarını zorlamakla suçluyor.
Tüm bu olan biten tasarımcılar arasında tartışılmaya devam edecek gibi görünüyor. Bizler içmimarlık öğrencileri olarak, mesleğimize birer “yeni mezun” içmimar olarak başlayacağız. Meslek alanımızda karşılaşacağımız sorunların çözümü herşeye rağmen kuşkusuz örgütlü hareket etmekle, içmimarlık mesleğine tanınması gereken tüm hakların kazanılması için çalışmakla, sadece kendi geleceğimizi düşünmeyi bırakıp hep beraber mesleğimizin geleceği için de çaba sarfetmekle olacaktır.
Meltem Çavdar
İTÜ İçmimarlık Bölümü Öğrencisi