DEKAP: “İbret, Endişe ve Hayretler İzlemeye Devam Ediyoruz…Halk, Hukuk ve Demokrasi Yok Sayılıyor!”

Hükümet, sessiz ve sedasız bir şekilde oluşturduğu düzenlemelerle; bizim aylar öncesinden dikkat çekmeye çalıştığımız, ‘SİT Alanlarının kaldırılarak doğal yaşam alanlarımızın ranta açılmasının’ yolunu açmış oldu.
 
Yeni Kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kuruluşunu düzenleyen 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de (KHK) değişiklik yapan 648 sayılı KHK ile 17 Ağustos itibarıyla ‘Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları’ kapatıldı ve Yüksek Kurul üyelerinin görevlerine de son verildi.
 
Bu yönde yeni oluşturulacak kurullara üniversitelerden üye atanması da yürürlükten kaldırıldı. Atamalar artık bizlere bu projeleri dayatan Bakanlığın uhdesinde yapılacak.
 
Bilindiği gibi bu doğrultuda ayrıca AKP hükümetinin 2010 sonunda sürdürdüğü çalışmalar olduğunu, bu çalışmalarla birlikte başlattığı ‘Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı’ için de TBMM’de alt komisyonlarda görüşmeler yapıldığına dikkat çekerek endişelerimizi ve çekincelerimizi daha önceki açıklamalarımızda belirtmiştik.
 
Özellikle de seçim öncesine denk gelen bu çalışmalar, seçim süreci boyunca geride bırakılmış; seçim sonrasında ise bu yöndeki çalışmalara hız verilmiştir.
 
İktidarın, sessiz sedasız yapmış olduğu bu çalışmalar; TBMM’de değerlendirilmesi ve kamuoyunda tartışılması gereken ‘yasa’ niteliğindeki bu düzenlemelerin, sadece bakanların imzası ile yürürlüğe sokulması, ne demokratik hukuk devleti ilkelerine ve ne de evrensel hukuk ve demokrasi kurallarına uymamaktadır.
 
Sözde, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kuruluş ilkelerini düzenleyen bu KHK ile doğal yaşam alanlarımız, çevremiz, koruma öncelikli türlü nitelikteki alanlarımızı hedef alınmakta ve özellikle koruma altına alınarak Doğal SİT Alanı ilan edilen alanların bu statüsü kaldırılmaktadır.
 
Dolayısıyla bu KHK ile ‘Doğal SİT Alanları ile Tabiat Varlıkları’, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı uhdesine bağlanarak, akıbetleri siyasi gücün hükmü altına sokulmuştur.
 
Öyle ki, bugüne kadar belirlenen Bin 234 Doğal SİT alanı ile korumaya alınmış doğal varlıklarımız hakkındaki bütün değerlendirmeler, bundan sonra Bakanlık bünyesinde kurulması planlanan ‘Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ aracılığıyla yapılacaktır.
 
Bu değerlendirmeler için de Bakanlık bünyesinde faaliyet gösterecek bu Genel Müdürlüğe bağlı ‘Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu’nun ön çalışmalarda bulunması planlanıyor. Ve bunlara bağlı olarak da Bölge Komisyonları oluşturuluyor.
 
Bütün bunların yanında 1989’dan bu yana çalışmalarını sürdüren Özel Çevre Koruma Kurumu (ÖÇKK) ise adeta ortadan kaldırılarak ‘yok’ edildi.
Bu durum karşısında görüyoruz ki; 
 
Öteden beri, bütün doğal yaşam alanlarımızı tehdit ederek, geri dönüşümsüz zararlar verdiği yargı kararları ve bilimsel raporlarla ortaya konulan ve adeta bizlere, derelerimize ve su kaynaklarımıza dayatılan HES projelerinin hamisi konumundaki siyasi erk, ne yazık ki doğal yaşam alanlarımızın, tabiatımızın korunmasını de kendi uhdesinde toplamaya başlamıştır.
 
Hiçbir şekilde, bu bölgelerde yaşayan, üreterek bu toprakları var eden, yok edilmeye çalışılan bu vadilerde, dere boylarında yaşam alanlarını oluşturan bizlerin haykırışlarını, anlatımlarını, protesto ve tepkilerini; bilimsel raporları ve yargı kararlarını, uluslararası sözleşme ve anlaşmaları dikkate almadan yaşanan bu gelişmeleri ibret, endişe ve hayretle izlemeye devam ediyoruz…
 
Kültür ve Çevre arasındaki ayrılmaz bağın kopartılması anlamına gelen bu gelişmeler aynı zamanda uluslararası ilkelere ve taraf olunan anlaşmalara aykırılık gösterirken, diğer yandan da sözde hedeflendiği anlatılan amaçlarla uygulamaları arasında büyük çelişkiler oluşturmaktadır.
 
Bu değişikliklerle adeta bütün dere ve vadilerimizi bir kanser virüsü gibi saran, sularımızı kelepçeleyerek kontrol altına alan HES projeleri başta olmak üzere, maden arama, taşocakları ve imarlaşma çalışmaları doğrultusunda bütün doğal yaşam alanlarımız ve koruma öncelikli alanlarımız rant ve paylaşım hesaplarına açılmakta; adeta bu alanlarımızın pazarlanmasının önü açılmaktadır.
 
Bilindiği gibi bölgemizde yapımı planlanan HES projelerine karşı sürdürdüğümüz demokratik ve hukuksal mücadelenin yanında, köylülerimiz tarafından da Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurullarına başvuruda bulunularak birçok vadimizin Doğal SİT Alanı ilan edilmesi sağlanmıştı. Toplam 16 HES projesi, bunlara bağlı çeşitli tesis ve taşocaklarının gündeme geldiği Fındıklı’daki Arılı ve Çağlayan Vadileri Doğal SİT Alanı ilan edilmiş, HES firmalarının SİT kararının kaldırılmasına ilişkin yaptığı itiraz ve başvurular yargı kararlarıyla reddedilmişti.
 
Aynı şekilde 14 HES projesi, bağlı şantiye ve tesisler ile taşocaklarının bulunduğu Çayeli Senoz Vadisi için yapılan başvuruda Bölge Koruma Kurulu’nun ‘taşocakları ve HES çalışmaları nedeniyle SİT olma özelliğini yitirmiştir’ kararı, Rize İdare Mahkemesi’nce ‘iptal’ edilmiş ve Senoz Vadisi’nin yeniden SİT Alanı ilan edilmesi söz konusu olmuştu.
 
Bunlarla birlikte, toplam 26 HES projesi ile gündeme gelen İkizdere Vadisi için yine yöre insanları tarafından yapılan başvuru 2 yıllık bir süreçte değerlendirilerek 2010 yılının Ekim ayında Doğal SİT Alanı kararı açıklanmış ve bu karar ülke genelinde oldukça yankı uyandırmış ve özellikle de Sayın Başbakan ve Bakanlar ile HES firmaları tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Kaldı ki, aradan geçen bir yıla yakın sürede İkizdere Vadisi için alınan SİT kararı, bugüne kadar açıklanamamıştı.
 
Dünya Biyosfer Rezerv Alanı olarak ilan edilen ve koruma altına alınan Artvin’in Camili (Maçahel) Vadisi ile yine Bölge Koruma Kurulu tarafından Doğal SİT Alanı ilan edilen Şavşat’taki Papart Vadisi de bu gelişmelerden olumsuz yönde etkilenecektir.
 
Ülke genelindeki bütün vadilerimizdeki derelerimiz üzerinde yapımı planlanan ve adeta Anadolu’nun her su gözesini satışa çıkararak; yaşamın kaynağı ve vazgeçilmezi, bütün canlıların aynı eşitlikte erişme hakkı olan sularımıza kelepçe vuran ve kilometrelerce tünellere hapseden; suyun ticarileştirilmesinin ön ayağı olan HES projelerini hiçbir koşul ve surette kabul etmemiz mümkün değildir.
 
Sayıları toplamda 2 bin 300’leri bulan ve Doğu Karadeniz’de 700’e ulaşan bu projelere karşı yürüttüğümüz hukuk mücadelesinde ‘yürütmeyi durdurma ve iptal’ yönünde alınan bütün yargı kararları, bu yasal düzenlemeler ve KHK’larla ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Hukukun üstünlüğü ilkesi, Anayasa’nın bizlere ve ilgili kurumlara yüklediği görev ve sorumluluklar, haklar ‘yok’ sayılıyor. 
 
Siyasi iktidar, bugüne kadar özellikle de HES’ler konusunda verdiğimiz tepki ve dile getirdiğimiz çekince ve endişelerimize, yargı kararlarına ve bilimsel raporlara uyumlu, dikkat çekilen can alıcı noktalara uygun düzenlemeler yapmak yerine, bütün bunları göz ardı eden, yok sayan ve arkasından dolanan bir zihniyetle hareket etmektedir.
İlgili, yetkili ve sorumluluk sahibi olanlar; bütün bu HES projelerini durdurarak, üretim lisansları başta olmak üzere, su kullanım anlaşmaları, tarım ve orman arazisi tahsislerini iptal ederek; yeniden çok yönlü çalışmalarla düzenlemeler yapmak yerine; siyasi iktidarın gücü ile ranta ve paylaşıma giden en kolay yolu tercih etmektedir. 
 
Bütün bu ‘yok’ sayma ve ‘görmezden’ gelme ve ‘kolayı seçme’ çabalarıyla yapılan demokrasi ve hukuk dışı düzenlemeler, dayatma ve rant hesaplarına karşı bizler Derelerin Kardeşliği Platformu olarak aklın ve bilimin ışığında, Anayasa ve yasalardan aldığımız güç ve sorumluluk bilinci, demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne olan inancımız ve bağlılığımızla HES projelerine karşı bütün zeminlerde mücadelemizi sürdürmekte kararlıyız.
 
Tüm demokratik ve hukuksal mücadele ile yargı kararlarına karşın, yapımı devam eden HES projeleri ve iletim hatlarının yanında, taşocakları ve maden arama çalışmaları gibi çeşitli projeler nedeniyle ülke genelindeki ve bölgemizdeki vadilerimizde adeta katliam yaşanmakta, yaşam alanlarımız geri dönüşümsüz şekilde tahrip edilmektedir.
 
Geldiğimiz noktada, gözünü rant hırsı bürümüş paylaşım gurupları, ülkemizin tüm su kaynaklarına, vadilerimize, derelerimize, doğal yaşam alanlarımıza planlı bir şekilde saldırıyor. Her akarsuyumuz bir mal-meta gibi, ‘Su Kullanım Anlaşmaları’ ile 49 yıllığına bu guruplara devredilmek suretiyle adeta satılarak, binlerce yıldır hayat verdiği coğrafyada karanlık tünellere hapsedilmek isteniyor.
 
Oysa biliyoruz ki SU, hayatın en temel kaynağı olduğu gibi bizim de dünümüz ve yarınımızdır!
Derelerimiz, binlerce yıldır bereketli tarlalarımızı suluyor. Ekmek oluyor, geçim oluyor, iş oluyor, aş oluyor… Vadilerimizde hayatı yeniden ve yenileyerek var ediyor. Asla boşa akmıyor!
 
Bizler, Derelerin Kardeşliğine inananlar, suyumuza sahip çıkarak toprağımıza, ürünümüze, hayatımıza, dünümüze, bugünümüze ve de yarınımıza sahip çıktığımızı biliyoruz.
 
Suyumuza sahip çıkarak, binlerce yıllık türkülerimize, boz ayıya, alabalığa, göğe yükselen çamlara, ladinlere, çınarlara, çaya, fındığa, uçsuz bucaksız tarlalarımıza, yaylalarımıza, ovalarımıza sahip çıktığımızı biliyoruz.
 
Bizler bu vadilerde doğan ve bu vadilerde atalarımızla yan yana gömülmeyi arzu edenleriz. Buralarda ürettiklerimizle geçinenleriz. Kadınlar, gençler, çocuklar ve erkekleriz. Binler, on binler, yüz binler, milyonlarız. Bu vadilerin ayrılmaz parçalarıyız.
 
Hukukun üstünlüğüne ve Demokrasiye inanıyoruz, Bilimin ve Aklın bizim yanımızda olduğunu biliyoruz. Paranın gücüne karşı Derelerin Kardeşliğine inananlar olarak, SU’ya sahip olma hırsının bir aracı şeklinde ortaya konan HES projelerine karşı çok yönlü mücadeleye tavizsiz ve kararlılıkla devam edeceğiz.
 
Biz diyoruz ki;
 
Doğal yaşam alanlarımız geri dönüşümsüz zararlar verdiği bilimsel raporlar ve yargı kararlarıyla ortaya konulan HES projeleri yenilenebilir enerji kaynağı olarak görülemez.
SU’yun ticarileştirilmesinin altyapısı olarak geliştirilen HES projelerinin asıl hedefi enerji üretimi değil; suya ve toprağa sahip olmaktır. 
 
Yaşamın temel kaynağı olan SU, ticari bir mal değil, tüm canlıların yaşamını sürdürebilmek için ulaşmaya hakkının olduğu doğal bir varlık, ekolojik sistemin vazgeçilmez bir parçasıdır. 
 
Tüm canlıların SU’dan yararlanma hakkı vardır. Hiçbir canlı kendisinin SU ihtiyacının daha önemli olduğunu ileri süremez! 
 
SU, bulunduğu ortamın asli unsurudur. Hiçbir şekilde yatağı değiştirilemez, bulunduğu alandan başka bir alana taşınamaz! Kullanım hakkı hiçbir şekilde devredilemez!
 
Doğal yaşam ile SU ilişkisini dikkate almayan hiçbir karar, uygulama, yasal düzenleme kabul edilemez! 
Suyun kullanımı; ekolojik, çevresel, kültürel ve sosyal sürdürülebilirlikten uzak ele alınamaz.
 
Canlı türlerinin yok olma noktasındaki suyu ifade eden ‘Can Suyu’ kavramı veya böyle bir adalet anlayışı kabul edilemez, ahlaki görülemez. Can Suyu tartışması dahi yapılamaz!..
 
Derelerimiz bizim can suyumuzdur. Birileri için rant ve gelir kaynağı olarak görülen sularımız, bizler için yaşam kaynağıdır. 
 
Derelerimize el koymak üzere, iş makinelerini vadilerimize sürenler, siyasi iktidarın yol göstericiliğinde, her türlü hukuksuzluğa ve düzenbazlığa başvurarak, yerel direnişleri alt etmek için büyük bir çaba sarf ediyorlar. Derelerin Kardeşliği Platformu olarak bu zorlu süreçte büyük bir sorumlulukla karşı karşıya olduğumuzun bilinci ile hareket edeceğiz.
 
İktidarın bu mücadelemizi kırmak, HES ve benzeri projelerini hayata geçirmek, ulusal ve uluslararası sermaye guruplarının derelerimize, vadilerimize, sularımıza, doğal yaşam alanlarımıza topyekûn saldırmasının önünü açmak için hazırladığı bu tür KHK’lar ile ‘Yıkım Yasası’ niteliğindeki Kanun Tasarılarının karşısında aynı şekilde direneceğiz! 
Bütün mücadelelerimize karşın, hazırladıkları yasa taslaklarını Meclisten geçirterek kanunlaştırsalar, istedikleri yasal düzenlemeleri yapmış olsalar dahi bizler, bu projelerini, şirketlerini ve bunları savunanları vadilerimize, derelerimize, doğal yaşam alanlarımıza asla sokmayacağız… 
 
Bu kararlılık ve inançla bütün karar vericileri, tarafları; 
Başka canlılar, çocuklar yokmuş gibi, gelecek kuşaklar olmayacakmış gibi, sürdürdükleri bu bencil, akıl, bilim, hukuk ve yasadışı davranışlardan vazgeçmeye çağırıyoruz. 
 
Yargı kararlarının yanında bilimsel rapor ve yöre halkının tepki ve mücadelesini hiçe sayarak, vadilerimiz ve doğal yaşam alanlarımıza geri dönüşümsüz zararlar veren; sularımızın özelleştirilerek, uluslararası şirketlerin kontrolüne verilmesini de kapsayan bütün HES Projeleri durdurulmalı, üretim lisansları iptal edilmelidir. 
 
Büyük bir sorumluluk duygusu ile doğasını, toprağını, suyunu, tarihini, kültürünü savunan yöre halkına ve onların sivil örgütlerini ve özellikle de, tamamen bağımsız yerel bir halk hareketi olarak, halkın mücadelesi ile gelişen Derelerin Kardeşliği Platformunu hedef haline getiren saldırılara son verilmelidir.
 
Derelerin Kardeşliği Platformu olarak, ülkemizin SU kaynaklarına yapılan bu planlı saldırıların önünde durarak, 
 
HES’lere karşı sürdürdüğümüz demokratik ve hukuksal mücadelemizi, 
 
Anayasal hak ve ödevlerimiz, hukukun üstünlüğüne olan bağlılığımız ve demokrasiye olan inancımız gereği, yerel halk mücadelemizden aldığımız güçle, 
 
Bütün projeler durdurulup, Su Kullanım Hakları ve Üretim Lisansları iptal edilinceye, vadilerimizde yaşanan katliamlar durdurulup, sularımızın ticarileştirilmesinin önüne geçinceye kadar bundan sonra da var gücümüzle devam ettirme azim ve kararlılığındayız!..
Derelerin Kardeşliği Platformu Yürütme Kurulu Adına
Ömer ŞAN
Dönem Sözcüsü