Site iconPoliteknik – Halkın Mühendisleri Mimarları Şehir Plancıları

17 Ağustos ve Bir Ülkeyi Tanımak


“Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız,o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın” demiş Albert Camus.
 
Gerçekten düşününce en acı ama en doğru tanımlamayı yaptığını anlıyorsunuz. Türkiye son yıllarda AKP ile birlikte kendini çok zengin, en zengin, refah seviyesi en yüksek ülkeler arasında ilan ederken, bu ülkede insanların ölüm şekli ne yazık ki onları bir kez daha yalancı çıkarıyor. “Gelişmiş, modern”  toplumlara baktığınız zaman ya hiç karşılaşamayacağınız ya da çok nadir karşılaşılacağınız ölüm şekilleri bizim gibi “gelişmemişgelişmekte” olan ülkelerde çok sık rastlanılan, sıradanlaşmış şeylerdir(“gelişmiş, modern” ülkelerde de bu haklar için büyük mücadeleler verildiğini, vahşi kapitalizmin bu hakları keyfinden vermediğini de belirtmekte yarar var).
 
Özelde ülkemizi ele aldığımızda, insanlarımızın en çok “terör”, deprem,trafik kazaları,iş kazaları,sel gibi pek de modern/gelişmiş ülkelere yakışmayacak şekilde öldüğünü görürüz.İnsan çokluğundan mıdır, kafaların geriliğinden midir yoksa kar hırsı en acımasız seviyede olduğunda mıdır bilinmez, yönetenler bu tabloyu değiştirmek için pek uğraşmazlar.Allah muhafaza uğraştıklarında da daha beterini yaparlar.
 
“Terör”, trafik kazaları, iş kazaları, sel, heyelan bu yazının konusu olmadığı için biz dünya şampiyonluğuna oynadığımız bir başka alanı depremleri ele alalım.Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu, yüzölçümü bakımından topraklarının %92’si, nüfus bakımından %95’i ve sanayi merkezleri bakımından %98’i oranında deprem riski altında olduğu herkesin malumudur(Hatta barajlarımızın da %93’ü deprem riski altındadır).Bu durum 17 Ağustos 1999 depreminden bu yana Bilim İnsanları, Üniversiteler, TMMOB ve bünyesindeki meslek odaları tarafından sürekli tekrarlanan, sürekli söylenen ve ne gariptir ki merkezi ve yerel iktidarlar tarafından da kabul gören bir gerçek(Aslında bu durumu ilgili bilim ve meslek odaları çok daha önceden de söylüyordu ama o zamanlar yalandan bile olsa kimse dinlemiyordu). Ancak bu büyük,yıkıcı ve can yakan depremden bu güne kadar bir doğa olayı olarak meydana gelen bir çok depremde merkezi ve yerel yönetimlerin bu konuda ciddi hiç bir şey yapmadığı sadece göz boyadığı her defasında acı bir şekilde görülmüştür(Yakın zamanda meydana gelen Simav,Tekirdağ,Elazığ ve Van/Erciş depremleri, bu ülkede halen depreme karşı hiç bir önlem alınmadığının bariz örnekleridir). 
 
Bu güne kadar depremlerle ilgili yapılan tartışmalar, mesleği/eğitimi ne olursa olsun hepimize depremin değil binaların ölümlere neden olduğunu açık bir şekilde göstermiştir.Depremlerden korunmanın tek bir yolu var; o da depreme dayanıklı binalar yapmak ve planlı şehirleşmedir. Güvenli barınma alanları sağlamak, doğru zeminlerde doğru binalar inşa etmekle mümkündür. Bu konuyla ilgili olarak daha önceden jeofizik mühendisi meslektaşlarımız Politeknik’te çok güzel yazılar(*) yazdılar, bu nedenle burada bunun nasıl yapılacağın ilişkin bir tekrara girmeye gerek görmüyorum. Ancak özellikle AKP hükümetinin Van/Erciş depreminden sonra ve onu bahane ederek giriştiği yeni yasal düzenlemeleri irdelemek zorundayız. Kamuoyuna kentsel dönüşüm adı(6303 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun) ile lanse edilen yasal düzenlemeler ve sürekli değişikliklerle yaz boza çevrilen 4708 sayılı Yapı Denetim Uygulama yönetmeliği bizler için büyük hayal kırıklığı yaratmaktadır. AKP yine, minareyi çalan kılıfını uydurur tezine bire bir denk düşen bir anlayışla afetlere, depreme karşı bir yasal düzenleme yapıyoruz derken,aslında yeni bir rant alanı yeni bir talan alanı yaratmanın zeminini oluşturmuştur. İstanbul, Bursa,Sakarya,İzmir başta olmak üzere hayata geçmeye başlayan uygulamalar, amacın geniş halk kitlelerini afetlerden korumayı değil belli bir azınlığı ihya edip korumayı amaçladıklarının en güzel kanıtıdır(Kırsal kesimler ve rant değeri düşük alanlarla ilgili hiçbir proje ve düzenlemenin yapılmamsı bu tezin bir başka kanıtıdır). 
 
İşte tamda bu noktada Albert Camusla başladığımız yazıya Nazım Hikmetle devam etmek lazım; “Ölümün adil olması için, hayatın adil olması lazım” demiş bir şiirinde büyük usta. Ne acıdır ki bu dizeler, bu ülkeden her gün yeniden ve yeniden haklı çıkmaktadır. Metropollerde yükselen koca Plazalarda, Rezidanslarda küçük bir azınlık depremlere dayanıklı güvenli konutlarda yaşamını sürdürürken, ne yazık ki binlerce yoksul,orta gelirli halk kesimleri her tür afette ölümle yüz yüze yaşamaya devam ediyor. 
Mehmet Ceyhan
Jeofizik Mühendisi 

(*)Deprem, Kent ve Konut – Savaş Karabulut* / Ferhat Özçep**

Exit mobile version