TMMOB ve mimar-mühendislerin değişen profili
Spread the love

TMMOB mühendis, mimar ve şehir plancılarının mesleki üst örgütü olarak 1954 yılında kuruldu. Ülkenin yaşadığı sanayileşme politikaları, politik atmosfer gibi faktörlere bağlı olarak dönüşüm yaşamış, meslek alanı, meslektaşlar ve topluma etkisi dönem dönem artmış veya azalmıştır.

Üye profili de 50 yılda değişiklik göstermiştir. İlk dönemindeki nispi homojen ve elit yapıdan kendi içinde işçi, kamu çalışanı, bağımsız çalışan, küçük işletme sahibi ve büyük patronlar şeklindeki farklılaşmanın arttığı bir noktaya gelmiştir.

TMMOB ve bağlı odalar bilimsel ve sistematik düşünmeye dayalı meslek alanlarını kapsayan bir örgüt olarak kendi içine bakan çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalardan ikisi de üyelere dönük anketlere dayanan 1978 ve 1998 araştırmalarıdır. 1978’de Ali Artun tarafından yürütülen “Mühendisler-Mimarlar” çalışması yapılmış ve yayınlanmıştır. 1998’de ise Ayfer Eğilmez’in koordinatörlüğünde, A. Haşim Köse ve Ahmet Öncü’nün yürüttüğü “Kapitalizm, İnsanlık ve Mühendislik. Türkiye’de Mühendisler, Mimarlar” kitabı yayınlanmıştır.

2003’te yapılan Genel Kurul kararları doğrultusunda şu anda yeni bir çalışma grubu oluşturulmuş ve kapsamlı yeni bir araştırmanın hazırlıkları sürmektedir.

Biz yapılmış iki araştırma temelinde mühendislik-mimarlık alanına ilişkin tartışma başlıklarını ve bu iki dönemde bu meslek gruplarına ilişkin bazı verileri özetlemenin TMMOB tartışmalarına faydalı olacağı kanısındayız.

“MÜHENDİSLER-MİMARLAR” (1978) ALİ ARTUN

“1970’lerde mühendis itibarının zirvesindeydi. Artık üretim kadar toplumun da rasyonelleşmesi mühendislikten soruluyordu. Hem Sovyet, hem de Amerikan hegemonyasının ideologları, sözbirliği etmişçesine, geleceklerinin anahtarını, teloslarının hakikatini ‘bilimsel-teknolojik devrim’de görüyorlardır. Bu sayede, insanın doğa üstündeki egemenliğinin tamama erdiği, işbölümünün son bulmasıyla bedenle zihnin ideal bir armoni içine girdiği, dolayısıyla yabancılaşmanın dindiği, insanı ayırt eden yaratıcı yeteneklerin azamileşerek eşitleştiği ütopyalar sanki erişilebilir bir gerçeklik kazanmışlardı. Mühendis bu yolculuğun önderi gibi görünmenin yanı sıra, adeta erişilecek insanın prototipi gibi de hayal ediliyordu: İnsanla makinenin, tasarımla uygulamanın, bilimle tekniğin, emekle ürünün yek vücut olduğu bir güç.”

Ali Artun’un çalışması yukarıda aktarılan bakışın etkin olduğu bir dönemde mühendisin toplumsal pozisyonunu yorumlayan farklı tezlerin geniş bir aktarımını içeriyor. Bu çerçevede, Sovyet toplumbilimcilerinin gelişmiş kapitalist ülkelerdeki değişimi ele alan çalışmalarını genel olarak dayandırdıkları “Bilimsel-Teknolojik Devrim” üzerinde durulan başlıklardan bir tanesi.

“… gelişmiş kapitalist ülkelerin toplumlarında yakın dönemlerdeki değişimi ele alan Sovyet kaynaklı hemen her çalışmada, bu değişimin maddi yönlendiricilerinin bilim ve teknolojideki devrimle açıklandığını, doğal olarak sınıfsal analizlerin de şu veya bu ölçüde, şu veya bu perspektiften o konuyla iç içe işlendiğini görüyoruz.” (s. 36)

….“bilimsel ve teknolojik devrim, insanın aydınlanması ve gelişmesi için şimdiye dek görülmemiş olanaklar getirmektedir.” (Sovyet yazarlardan alıntı. s. 38.)

Çalışmanın diğer ana başlıkları şöyle : Yeni Bilimsel-Teknik Devrim ve Yeni Tarihsel Blok, Kolektif Emekçi ve Aydınlar, ‘Aydın’ Üzerine Birkaç Değişik Düşünce, Yöneticiler, Yeni Orta Tabakalar, Yeni Orta Sınıf, Yeni Orta Sınıflar, Yeni Küçük Burjuvazi, Poulantzas’a Bir Eleştiri ve Bir alternatif: Sınıf İlişkilerinde Çelişik Konumlar, 20. Yüzyılda İşin Niteliksizleşmesi ve İşçi Sınıfının Yapısı, İşçi Sınıfı ve Bilimsel-Teknik İşçiler.

Yukarıdaki başlıklar çerçevesinde kapitalizmin üretim yapısındaki değişmelerle birlikte mühendislerin toplumsal, sınıfsal konumlarına ilişkin farklı tezleri aktardıktan sonra Ali Artun “Türkiye’de Mühendisler-Mimarlar: Bazı Hipotezler” başlığı altında kendi tezlerini ortaya koyuyor.

Bu tezlerden belli başlı bazıları şöyle:

Mühendisler, mimarlar, onları toplumda diğerlerinden farklı bir toplumsal grup olarak ayırt edebilecek ve kendi içlerinde genelleştirilebilecek ortak toplumsal özelliklere sahip değildirler. Ekonomik ilişkiler içinde farklı konumlarda, hatta farklı üretim tarzlarına bağlı olarak yer alırlar. Üretimin belirli alanlarında sermayenin birikimi, egemen üretim tarzının dışındaki ilişkilere son verecek bir ölçeğe erişmemiştir. Bu ilişkiler bütünüyle ‘kalıntı’ olarak nitelendirilemez; bir çok alanda böyle ilişkilerin “yeniden üretildiği” gözlemlenebilir. Küçük mühendislik, mimarlık büroları varlığını sürdürmektedir. Bu bürolardaki üretim süreci bir zanaatkarınkinin özelliklerini taşır. Küçük büroların varlık koşullarından birisi ucuz bir işgücü pazarının varlığıdır. Bu pazarda yer alanlar, işsizlikle, küçük bürolardaki düşük ücretli işler arasında gidip gelen genlikle yeni mezunlardan oluşur. Buralardaki işlerin düzensizliği ve küçük, dağınık birimlere yayılmış olması sendikalaşmayı ve etkili bir ekonomik mücadeleyi engeller.“ Modern mühendisler kafa ve kol emeği arasındaki kopuşun aracı ve sonucudurlar. Kendi zihinsel faaliyetlerinin de parça süreçler halinde ayrıntılaşmasıyla, emek süreçlerinin bütünlüğü üzerindeki zihinsel denetimlerini yitirerek bu kopuşu kendi içlerinde de yaşarlar.” (s.125)“Maddi üretim alanındaki modern bir kapitalist işletmede ücretli olan mühendis üreticidir. … Ancak kendi başına, ücretli ve üretici olması, onun toplumsal belirlenişini açıklamakta yeterli değildir. … Mühendis, sermaye adına emir ve kumanda yetkisine sahiptir. İşyerinde, kafa ve kol emeği kutuplaşması içinde kafa emeğini temsil eder. …” (s.126)“Devletin bir kapitalist olarak belirdiği üretim alanları dışında, devlet cihazında görevli olan mühendis bir bürokrat kimliğine bürünür. (…) Ancak mühendisler daha çok bu bürokratik yapı dışında, devletin üretim alanında kapitalist olarak belirdiği işletmelerde görev alırlar ve durumları kapitalist bir işletmedekinden esas olarak değişik sayılamaz.” “Mimarlar ve mühendisler, toplumsal ilişkiler içindeki farklı konumları arasında egemen olan ücretlileşme doğrultusundaki gelişmeye rağmen, hala, geniş denebilecek bir geçiş olanağına, toplumsal hareketliliğe sahiptirler.”“İşsizlik kapitalist birikimin zorunlu bir ürünü ve ön koşuludur. Genel olarak, emekçi kitleleri işsizliğe zorlayan aynı nedenler, işgücü pazarıyla bütünleştikleri ölçüde, mimarları ve mühendisleri de ‘yedek sanayi ordusu’ içinde yer almaya zorlayan esas nedenlerdir.” (s. 127)“ Kapitalist üretim süreçleri dışında üretimde bulunabilmeleri, kapitalist bir üretim sürecinde üretici olarak yer aldıklarında kafa emeğinin yönetim içindeki temsilcileri olmalarından gelen ayrıcalıklarını henüz yitirmemiş olmaları, devletin maddi üretim dışı faaliyetlerinde temsil edildiklerinde bir bürokrattan ayırt edilmemeleri, ayrıca, kapladıkları farklı konumlar arasında bir hareketliliğe sahip olmaları, mühendisler ve mimarlara arasında küçük burjuva ideolojisinin yaygın olmasını açıklayan başlıca faktörlerdir.”“Zihinsel ve bedensel faaliyetleri ve yapısıyla makinenin bir parçası halini almış ve özel işine zerrece ilgi duymayan ayrıntıda iş gören bir işçiye kıyasla, üretim süreçlerinin bütünsel kavrayışına sahip olan mühendis mesleğine ve özel işine bağını korur. O, zanaatkarın mesleğine tutkunluğunun günümüzdeki simgesidir ve bu durumunu bir ‘üstünlük’ olarak değerlendirir.Bu araştırmanın 1999’da yapılan ikinci baskısına 1975 sonrası dönemin gelişmeleri ve tartışmalarını içeren bir bölüm eklenmiştir. Bu bölümde de bu kritik dönemde üretim sürecindeki yaşanan değişim üzerinde durulmaktadır. Varılan sonuç:

“Emek süreçlerinin yeniden yapılandırılmasını yansıtan son 25 yıla ait yukardaki senaryolardan mühendisin başkalaşan rolünü, saplandığı gerilim ve istikrarsızlığı okumak güç değildir. Mühendis, birbirine zıt gibi duran, oysa derinden birbirini besleyen iki akımın tehditi altına girmiştir. Bu akımlardan birinin mühendisin öncesini, diğerinin ise mühendisin ötesini temsil ettiği söylenebilir: informelleşme ve ‘dijitalleşme’.(…)”

Bu süreçte endüstri, fabrikalar ve makineların sistemin işleyişindeki önemi azalmakla mühendisin konumu da sarsılmaktadır. Diğer yandan dijital teknolojiler zihinsel emeği ikam etmektedir. ‘Bilgi’nin üretimi, işlenmesi ve satışının önemi artmaktadır.

“Doğal olarak bilginin bu yükselişi, entelektüel emeğe olan talebi arttırmakta ve yeni mühendis de bu safta yer almaktadır. Ancak bu kesimle birlikte kitleselleşmekte, ulusal ekonomilerin korumasından yoksunlaşarak küreselleşmenin koşullandırdığı bir rekabete zorlanmaktadır. Öte yandan, bilginin süratle eskitildiği ve bir takım becerilerin hızla devre dışı bırakılıp yenilerinin türetildiği esnek üretim tarafından mesleksizleştirilmektedir. Yeni ekonominin istihdam hacmini asgarileştirme refleksi, mühendisin üzerindeki baskıları daha da yoğunlaştırmaktadır. Sonuçta mühendis, ayrıcalıklarını korumak şöyle dursun, giderek endüstrinin başındayken hükmettiği emeğin özelliklerini edinmektedir. Fordizm ertesinde, mühendislerin meritokrasi içindeki, yönetim seçkinleri arasındaki yerini ise, küreselleşmenin öncü gücü olan mali entegrasyonun temsilcileri doldurmaktadır.

Mühendisin kendi kurduğu iktidar önce onu teslim almıştır. Belki de mühendis baştan beri kendi sonunu hazırlamıştır.” (s. 29)

ARAŞTIRMA VERİLERİ

TMMOB üyelerinin %16,2’si özel kesim ücretli, %6,1’i Kamu kesimi işçi, %57’si kamu kesimi memur, %13,1’i büro-firma sahibi, %7,6’sı büro-firma ortağı’dır. Farklı odalar açısından değerlendirildiğinde özel kesim ücretli oranı Makina ve Kimya’da %31,7’ye çıkarken, Ziraat’te %2,5’e, Orman’da %0,9’a düşüyor. Memur’lar Orman’da %98.2, Ziraat’te %94.6 ya çıkarken, Mimarlarda %34,5’a düşmektedir. İşveren konumunda olanlar (özel kesim büro-firma sahibi ya da ortağı) genelde %20,7 iken Mimarlar’da bu oran %45’e, İnşaat’ta %38’e çıkmakta; Orman’da %0,9’a, Ziraat’te %1,8’e, Maden’de %3’e düşmektedir. İşteki özgül görevi açısından TMMOB üyelerinin %29,1’i yönetim-denetim, 25,6’sı projelendirme, 25,3’ü uygulama, 7,2’si araştırma, 5,4’ü öğretim, 5,6’sı danışmanlık yapmaktadır. Orman’da yönetim-denetim %47,2’ye çıkarken Mimarlar’da 13,9’a düşmektedir. Projelendirme ise Mimarlar’da %50,6’ya yükselmektedir. Araştırma ile görevli olanların oranı Kimya’da 22,7’ye, Ziraat’te 16,1’e çıkmaktadır. Meslek dışı çalışanlar TMMOB genelinde %6,7’dir. Bu araştırmada tesbit edilen işsizlik oranı %1,3’tür. Bu oran Kimya’da %5,6’ya çıkmaktadır. Aylık net gelir ortalaması 5 170 TL olmuştur. Kesimlere göre bakıldığında ortalama olarak işverenler 6 790 TL, özel kesim ücretliler 6 361 TL, Kamu kesimi ücretliler 4 293 TL kazanmaktadır. Genel ortalamaya göre en yüksek gelir Elektrik’te (6 223 TL) en düşük gelir ise Ziraat’tedir (4 270 TL). Meslek eğitimi sırasında edinilen bilgi ve becerilerin kullanılma durumu TMMOB genelinde “büyük ölçüde kullanıyor: 12,9” , “sınırlı ölçüde kullanıyor: 53,3” , “bilgi ve becerilerini büyük ölçüde eğitim sonrasında edinmiş: 27,3” , “hiç kullanmıyor: 6,5” şeklindedir. Meslek yönünden ‘işin tatminkarlığı’ TMMOB genelinde %28,8 tatminkar, %38,5 sınırlı ölçüde tatminkar, %32,7 tatminkar değil olarak tespit edilmiştir.

En yüksek tatmin olma oranı 37,6 oranla Elektrik, en düşük tatminkar oranı ise Maden’dedir. ‘Sizce, mesleğinizin Ülke’ye ve meslek üyelerine daha yararlı bir biçimde uygulanabilmesi için şu yollardan hangisi en elverişlidir?’ sorusuna %54,1’lik oranla ‘Devlete ait büyük mühendislik-mimarlık kurumları’, %14,1 oranla ‘özel sermayeli büyük mühendislik-mimarlık şirketleri’, %21,4 oranla da ‘Kendi yönetim ve sahipliği altındaki bağımsız bürolar’ şeklinde cevaplar verilmiştir. Bu soruya büyük devlet kurumları şeklinde yanıt verme oranı kamu kesimi çalışanlarında en yüksek (62,6) seviyededir. Toplumsal güvence kurumları üyeliği açısından SSK %23,7 , Emekli Sandığı 59 , Bağ-Kur 14,6 , Hiçbiri olmayan 2,7’dir. Sendikalılaşabilecek statüye sahip olanlar TMMOB genelinde %22,3’tür. (Memurlar bu dönemde sendikalaşamamaktadır.) Bu oran Kimya’da 42,3’e, Makina’da 41,7’ye çıkmaktadır. Sendikalılaşabilecekler içinde sendikalaşma açısından bakıldığında TMMOB genelinde %14,9 sendikalı vardır. Kamu’da çalışan sendikalılaşabilecekler içinde sendikalaşma oranı %48, özel sektörde ise 2,4’tür. Sendikal örgütlenme türü açısından görüşler şöyledir: ‘Sadece mühendis ve mimarlara ait sendikalar’ %25,6 , ‘sadece teknik elemanlara ait sendikalar’ 55,3 , ‘işçi sendikaları içinde sendikalaşma’ 13,4 , ‘sendikalaşma gereksizdir’ 1,9 oranındadır.

Kendini tanımladığı sınıf açısından %2,7 burjuva, %23,5 küçük burjuva, %24,1 işçi olarak tanımlamış, geri kalan cevap vermemiştir.(Hiçbiri, fikri yok, cevapsız)Savunulan ‘toplumsal-ekonomik sistem’ açısından %44,4 sosyal demokrasi, %24,5 karma ekonomi, %12,5 sosyalizm, %5,1 devletçilik, %3,1 Batı Avrupa Tipi Kapitalizm, %2,9 mevcut olan düzen cevapları verilmiştir. ‘Sosyalizm’i tercih edenlerin en yüksek olduğu kesim Maden (34,8) en düşük olduğu kesim Ziraat (6,5) olarak çıkmıştır. Mühendis ve mimarların çıkarlarının savunulmasında en tutarlı yol üzerine görüşlerde en büyük grubu %47 ile sendikalaşma oluşturmakta, sonrasında %35,6 ile meslek odaları, %10,7 ile tüm teknik elemanları kapsayacak örgütlenme, %3,3 ile kişisel çabalar ve %1,8 ile bir siyasi parti kurma veya mevcut birine katılma/destekleme cevapları gelmektedir. ‘Sizce ulusal çıkarlar açısından hangi parti iktidara gelmelidir’ sorusuna CHP diyenlerin oranı %50’nin biraz üstünde iken MHP %1 civarı, MSP %1,2 civarı, AP ise %5 civarı çıkmıştır. Sosyalist partileri destekleyenler %3’e yakındır. Oda genel kurullarına katılım TMMOB genelinde %32,8’de kalmaktadır. İlgilenmediğinden ve görüş ve çalışmaları onaylamadığından katılmayanların toplamı %10,2’dir. En yüksek katılım Ziraat (52,9) ve Orman (45,9) dadır. En düşük katılım ise Mimarlar’dadır (20,1)

2000 ARAŞTIRMASI (Kapitalizm, İnsanlık ve Mühendislik – Türkiye’de Mühendisler, Mimarlar, A. Haşim Köse, Ahmet Öncü)

Bu çalışma da mühendislerin sermaye karşısındaki pozisyonu üzerine geniş bir teorik çalışma ve yapılan saha çalışmasının sonuçlarından oluşuyor. Bir sınıf ahlakının olup olmadığı ve mühendislerin kendi sınıfsal konumlarına denk düşen bir sınıf yaklaşımına sahip olup olmadıkları sorgulanıyor. Bu çerçevede Taylor’cu ve Veblen’ci olarak iki uç tanımlanarak mühendislerin kimlikleri bu uçlara göre değerlendiriliyor.

“Kapitalist toplumsal örgütlenme ve üretim ilişkileri içinde yer almak durumunda olan mühendisin, bu yapı içerisinde kendini konumlandırması emek ve sermaye arasındaki bu temel çelişkiden bağımsız olamaz. Bu açıdan ilginç olan, mühendisin bu temel çelişki bağlamında mühendisliğe nasıl bir anlam yüklediğidir. Bu noktada mühendisin konumlanışı hakkında iki uç noktadan söz etmek mümkündür. O, ya sahip olduğu mesleki formasyona gönderme ile söz konusu temel çelişkinin gerçek bir çelişki olmadığı, bunun tümüyle bir yanılsama olduğu vurgusundan hareketle sermaye ve emeğin çıkarlarının uyum içerisinde birlikte var olabileceğini göstermeye çalışır ve mühendisliği, sermayenin rasyonelleri ile uyumlu olarak tanımlar ya da bu çelişkinin varlığından hareketle, emek ve sermaye arasındaki çelişkinin, aynı zamanda sermaye ile mühendislik arasında da mevcut olduğu ve bu nedenle mühendisin çıkarlarının sermayenin çıkarları ile uyumsuz olduğu sonucuna ulaşır.

Birinci konumdaki mühendisin ideal tipini, “bilimsel yönetim” ilkelerinin kurucusu ve savunucusu olan Frederick W. Taylor’ın görüşlerinde bulmak mümkündür. Kapitalist işletmenin yönetim sorununu bir tür mühendislik sorunu olarak algılayan Taylor’ın düşüncesinde mühendis, her şeyden önce bir yöneticidir. Ona göre, bir yönetici olan mühendisin temel görevi “tüm çalışanların tek tek maksimum refahını sağlamaya bağlı olarak işverenin maksimum refahını sağlamaktır”

İkinci konumdaki mühendisin ideal tipi ise Throstein Veblen tarafından çizilmektedir. Veblen için mühendislik, Taylor’un aksine işletme düzeyinde bir yönetim işlevini değil, sanayi toplumunun özgün niteliğini tanımlayan ve köklerini modern teknolojinin yapısında bulan bir bakış açısını simgelemektedir. Veblen’e göre sanayi toplumu, nüfusun maddi refahını sürekli olarak arttırabilecek olanaklara sahiptir. Bu olanakların başında ise özgül bir bakış açısı olarak mühendisliğin kendisi gelmektedir. Mühendislik, sanayinin koşullarında sürekli iyileştirmelerle üretkenliği artırıp, insani maddi vraoluşu geliştirebilme gücüne sahiptir. Bu potansiyeline karşın fiili olarak mühendisliğin uygulanışı, maddi üretimden daha çok bu üretimin parasal karşılığıyla ilişkili olan “işadamlarının” çıkarlarınca engellenmektedir. Bu durum Veblen açısından, kapitalizmde sermaye ile emek arasındaki çelişkinin yanı sıra, ondan daha önemli olan bir başka çelişkinin varlığı anlamına gelir. Bu da, mühendislik ile sermayenin rasyonellerinin çatışmasından kaynaklanan mühendis-işadamı çelişkisidir. Bu algılayış, Veblen’in yaklaşımında mühendisi, Taylour’un aksine tüm çalışanların önderi konumunda ve servet sahibi, kapitalist/rantiye sınıfların karşısında görür.”

“Çalışmamızda bu iki ideal tip, mühendisin, kapitalist üretim ilişkileri içinde iki uç konumunu temsil etmektedir: Bir yanda işverenin beklenti ve rasyonelleri ile uyumlu olan Taylor perspektifli mühendis, diğer yanda ise işverenle çelişik konumda olan Veblen perspektifli mühendis. Doğal olarak ilk kategorideki mühendis kendisini, üretim sürecinde işverenin beklenti ve rasyonellerini temsil eden, diğer çalışanlardan bağımsız, ayrıcalıklı bir grup olarak görme eğilimindedir. Bunun toplumsal düzeyde yansıması ise mühendisliğin bir meslek olarak diğer mesleklerden farklı bir konumda değerlendirilmesi ve mesleğin kimler tarafından ve hangi koşullarda yerine getirilebileceğinin yasal olarak güvence altına alınması yani meşrulaştırılması sonucu, mühendislerin gerçekten ayrıcalıklı bir toplumsal katman olarak ortaya çıkmalarıdır. İşverenle çelişik konumda olan ikinci tip mühendis ise sermayenin toplumsal egemenliğine karşı politik bir bilinç geliştirerek, mühendisi, sermaye karşısında emek cephesinin önderi konumunda algılayacak ve toplumsal değişim projelerinde aktif roller üstlenme eğiliminde olacaktır.”(s.31)

Daha sonra da bu pozisyonları göz önünde tutarak saha araştırmasının sonuçları değerlendiriliyor ve TMMOB’un örgütsel kimliğini niteleyen, kendisini açıkça kapitalizm karşı bir kimlikle konumlandırışının üyelerce ve diğer mühendislerce ne ölçüde benimsenmekte olduğu belirlenmeye çalışılıyor.

Varılan bazı sonuçlar şöyle:

Türkiye’de de azımsanamayacak bir mühendis kitlesi, sermayenin öznelliğiyle özdeşleşme eğilimindedir. Türkiye’deki mühendisler de sermayenin evrensel etkilerinden bağışık bir kimlik oluşturamamışlardır.(s. 174)Bununla birlikte Türkiye’de sermaye karşıtı öznellik taşıyan önemli bir mühendis kitlesi de vardır. Dahası, Türkiye’deki mühendislerin mesleki birliğini temsil eden TMMOB uzunca bir süreden beri, sermaye karşıtı bir sesle üyelerine ve topluma kendini tanıtmış, aktif olarak toplumsal mücadelede yer almış ve mühendisliği, “egemen sınıfların” çıkarlarıyla çelişik bir içerikte tanımlamıştır. Mühendislerin mesleki ideolojik oluşumlarında bu anlamda örgütsel tercihlerinde, ekonomik sınıf konumları belirleyici önem taşımaktadır. Türkiye’deki mühendislerin çoğunluğu ücretli çalışan konumundadır. Bunların özel ekonomide yer alanlarının önemli bir kitlesi, ilkel üretim süreçlerinde istihdam edilen nitelikli işgücünü oluşturmaktadır. Diğer önemli bir bölümü ise kamu sektöründe çalışmaktadır. Çoğunluğu temsil eden bu gruplar, orta sınıf ve işçi sınıfı konumlarına dağılmakla birlikte, sahip oldukları ekonomik koşullar ve olanaklar itibariyle işçileşmiş ve yoksullaşmıştır.(s. 174)Sağ siyasal ideolojilere yönelim, göreli olarak daha iyi ekonomik ve sosyal olanaklara sahip olan yönetim temelli kapitalist sınıf ve gelişmiş organizasyon yapılarındaki orta sınıf konumlarında yer alan mühendisler arasında daha çok yaygınlaşmakta ve bununla uyumlu olarak bu gruplar Taylorist mesleki ideolojiye yönelmektedir.(s. 175)

Ücretli çalışanların toplamı %80’e ulaşmaktadır. Bu oran 78 sonuçlarına benzerdir . Ancak 78 araştırmasında kamu ücretlileri %63,1 iken %34,3’e düşmüştür. “Bu sonuçlara göre, bu yılları izleyerek başlayan kamu sektörünü küçültülme tercihleri, mühendis istihdam biçimlerini de doğrudan etkilemiş, kamu ücretliliğindeki daralmayı, özel ücretlilikteki artış izlemiştir. (s. 121)
İşsizlik oranı ise %1,3’ten %6,1’e yükselmiştir. Ayrıca hatırlanmalıdır ki 1998 bir kriz yılı değildir. Daha sonra yaşanan 1999 ve ardından 2001 krizleri nitelikli işgücündeki işsizliği daha da artırmıştır.

Eğitilmiş işgücü, işgücü piyasalarında mezun oldukları okulların niteliğine bağlı olarak katmanlaşmaktadır. “İyi” okullardan (ODTÜ, BÜ, Bilkent) mezun olanlar arasında kamuda çalışanlar küçük bir oran iken (%12,5), Anadolu devlet üniversitelerinden mezun olanlarda başat (%45,3) istihdam biçimidir. Yine Anadolu devlet üniversiteleri mezunları arasında işsizlik %10,7’ye çıkmaktadır.Bağımsız çalışan ve işveren/girişimci konumunda bulunan mühendisler ağırlıkla inşaat sektörü ve imalat sanayinde yer almaktadır. İşveren/girişimci konumundaki mühendisler arasında küçük işletmecilik %97,3’e varan bir orandadır.Aktif çalışan MM’ların işletme ölçeklerine göre dağılımlarına bakıldığında en büyük oran %42,7 ile çok büyük (500 kişiden fazla) işletmelerdedir. 50 kişiyi baz aldığımızda ise 50’den küçük işyerleri %36,1 ; büyük işyerleri ise 63,9’dur. Araştırmacıların işletmelerin organizasyon yapısı ve burada mühendisin bulunduğu konum açısından yaptığı sınıflandırmada ücretli mühendislerin %32,3’ü işçi, %65,6’sı orta sınıf, %1,6’sı ise yönetim temelli kapitalist olarak değerlendirilmiştir. Girişimci ve kendi hesabına çalışan MM’ların ise %75,6’sı çelişik kapitalist, %5,7’si küçük burjuva, %18,6’sı ise kapitalist olarak değerlendirilmiştir.78 araştırmasında gözlenen Mimar’lardaki “büro-firma sahibi” oranının yüksekliği, azalmakla birlikte yaygınlığı sürmektedir. Ancak bu kesimin çok küçük bir kısmı tam anlamıyla kapitalistleşmiştir. Kamuda çalışan farklı konumlardaki MM’lar düşük ücrette eşitlenme eğilimindedirler. Buna karşılık özel sektörde konumlara göre ücret farklılaşması belirginleşmektedir.

Mühendislerin kazançları mezun oldukları üniversite grupları ve bulundukları sosyoekonomik bölgenin özelliklerine göre farklılaşmaktadır. Kendi özel MM işini kurmak %29,3, herhangi bir konuda kendi işini kurmak isteği %26,7 olarak görülmüştür. Bunları herhangi bir kuruluşta yönetici olmak (%16,7) isteği takip etmektedir.Mühendislerin ancak %5,1’lik bölümü işyerinde kendilerini yakın hissettikleri grup olarak işçileri belirtmektedir. Teknik personel’e yakın hissedenler %56,8 , yöneticilere %16 , işverene %10,8 yakınlık hissedilmektedir. Kendini işçilere en yakın hisseden grup %12 ile gelişmemiş organizasyon yapılarındaki işçi konumundaki mühendislerdir. Teknik personele yakınlığın buradaki yüksek oranı mühendislerin önemli bir kısmının, kendisini mesleki topluluğuyla özdeşleştirme eğilimini göstermektedir. Bu mesleki birlik ve dayanışma eğilimi en yüksek orana kamuda çıkmaktadır. MM’lar içinde kendi taleplerinin işyerlerindeki diğer çalışanlardan ayrıştırılarak ele alınması eğilimi _’lük bir orandadır. Yine ayrı sendika/meslek sendikası eğilimi %58,6 gibi yüksek bir orandadır. Ayrı sendikaya karşı çıkanlar ise %26’da kalmaktadır. Kamu kesiminde çalışanlarda bu eğilimler daha da kuvvetlidir. Ayrı sendika eğilimi kamuda %70’lere çıkmaktadır. “Türkiye’de özel kesim ücretli mühendislerinin çalıştıkları işletmelerin ancak %30’unda sendika bulunmakta, sendikalı özel kesim ücretli mühendisine de yok denecek kadar az rastlanmaktadır.”Araştırmacılar çeşitli sorularla mühendisleri yukarıda bahsedilen Taylor/Veblen kutuplaşmasına göre konumlandırmışlardır. Buna göre Taylorist %2,7 , Taylorist yönelimli %44,7 , Veblenci %35,6 , Veblen yönelimli %8 , mesleki kararsızlar %9 oranındadır. Taylorist+ Taylorist yönelimli eğilimin en güçlü olduğu grup yönetim temelli kapitalistlerdir (%73,3). Veblen+Veblen Yönelimli mühendisler ise kamuda çalışan orta sınıf pozisyon (%52,1) ile küçük burjuva (51,7) ve gelişmemiş organizasyonlardaki işçi pozisyonunda (%50,7) olanlardır.MM’lar ülke sorunlarına ve ekonomik önermelere yaklaşım açısından gruplandığında tablo şöyledir: “Türkiye’deki mühendislerin %59,6 gibi büyük bir çoğunluğunun sağ siyasal ideolojilerde, %35,1 gibi azımsanamayacak bir kitlesinin de önemli bir bölümünün Merkez sol (%27,3) olmak üzere sol siyasal ideolojilerde konumlandıkları görülmektedir.” Bu sınıflandırmada sol+merkez sol’un oranı küçük burjuvazi’de (%48,2) en yüksek noktaya çıkmakta, onu kamu işçileriyle (%39,4) gelişmemiş organizasyonlardaki işçiler (%38,8), izlemektedir. Kullanılan kriterler farklı olmakla birlikte siyasal eğilimi 78 sonuçlarıyla karşılaştırmakta fayda var. 78’e bakıldığında CHP (%50) ve sosyalist partileri (%3) tercih edenlerin oranı %53’ü bulmaktadır. 77 seçimlerinde CHP’nin oyunun %42 civarında olduğu göz önünde tutulursa bu yıllarda mühendisler genel ortalamaya göre biraz daha fazla sola eğilimli görünmektedirler. Yine aynı araştırmada savunduğu toplumsal sistem olarak sosyal demokrasi (%44,4) , sosyalizm (%12,5) ve devletçilik (%5,1) diyenleri birlikte değerlendirdiğimizde %60 civarında bir çoğunluk çıkmaktadır. Burada sosyalizm tercihinin bu denli yüksek olması da dikkate değerdir. TMMOB’un işlevi açısından sonuçlar: Yalnızca bir meslek örgütü olmasını savunanların oranı %22,8’dir. Bu oranın en yüksek olduğu gruplar yönetim temelli kapitalistler, çelişik kapitalistler ve kamu işçileridir (%27’nin üstü). En düşük olduğu grup ise kapitalistlerdir (%16,3).

‘Toplumsal ve politik süreçlere aktif olarak katılmalıdır’ diyenlerin ortalaması %33,5’tir. Bu oran kapitalist (%39,3) ve küçük burjuva konumunda (%39,3) en yüksek noktaya çıkmaktadır.

‘Sanayi ve teknoloji politikalarının oluşumuna aktif olarak katılmalıdır’ diyenlerin oranı %41, ‘yalnızca bir tür danışmanlık kurumu olmalıdır’ diyenlerin oranı ise %2’dir.

Derleyen: Ertuğrul Bilir


Spread the love