TMMOB İstanbul Kent Sempozyumu Sonuç Bildirgesi Yayımlandı
Spread the love

TMMOB adına İstanbul İl Koordinasyon Kurulu tarafından 13- 15 Eylül 2007 tarihlerinde düzenlenen TMMOB İstanbul Kent Sempozyumu sonuç bildirgesi yayımlandı.

TMMOB İSTANBUL KENT SEMPOZYUMU SONUÇ BİLDİRGESİ

Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği’nin (TMMOB) 39. Genel Kurulu’nda alınan karar doğrultusunda TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu’nca düzenlenen İstanbul Kent Sempozyumu etkinlikleri, 24 Aralık 2006 tarihinde toplanan Sempozyum Danışmanlar Kurulu toplantısı ile başlamış ve 13 – 14 – 15 Eylül 2007 tarihleri arasında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde yapılan 14 oturumda sunulan 61 bildiri ile sonlanmıştır.

Düzenleme ve Danışma Kurulları, İstanbul Kent Sempozyumu’nu, klasik sempozyum organizasyonlarından iki açıdan farklılaştırarak organize etmişlerdir:

Birinci olarak; sempozyum sadece kapsamında olan konularda çalışan bilim insanlarını ve uzmanları bir araya getirmek, görüşlerini sunmak ve tartışmak için bir ortam olarak değil, bilim insanlarının ve uzmanların yanı sıra, bu “cennet”, bu “cehennem” kentte yaşayanların, bu kentte yaşamanın tüm ödül ve cezalarına katlananların katılabileceği, görüşlerini ve saptamalarını, önerilerini sunabilecekleri, deneyimlerini aylaşabilecekleri bir platform olarak tasarlanmıştır.

İkinci olarak; sempozyum sadece belirli bir tarihte başlayan ve belirli bir tarihte biten, bu tarihler arasına, bildirilerin sınıflandırılması ile biçimlendirilen oturumların yerleştirildiği bir oturumlar zinciri olarak değil, bir süreç olarak değerlendirilmiş ve bu süreç içerisinde, sempozyumun ana ve alt konuları ile ilgili olarak “İstanbul Kent Sempozyumu’na Doğru” başlığı altında aşağıdaki etkinlikler düzenlenmiştir.

7 Mart 2007’de TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesince;

Kent, Kadın ve Şiddet Atölyesi

12 Mart 2007’de TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesince;

Kent ve Hukuk Yuvarlak Masa toplantısı

16 Mart 2007 de TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesince,

Konut ve Mortgage Paneli

24 Mart 2007’deTMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesince;

Suyun Sürdürülebilirliği ve Yönetimi Paneli

20 Nisan 2007 TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesince;

İstanbul ve Kent İçi Ulaşım Paneli

20 Mayıs 2007 TMMOB İl Koordinasyon Kurulunca;

İstanbullular Konuşuyor Forumu

26 Mayıs 2007 TMMOB Harita Ve Kadastro Mühendisleri Odası İstanbul Şubesince

Kentsel Dönüşüm/Bölüşüm Paneli

16 Haziran 2007 TMMOB İl Koordinasyon Kurulunca;

İstanbul İçin Davacıyız! Paneli

15 Ağustos 2007 1999 de TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesince;

Kocaeli Depreminden Bugüne Etkinliği

Ayrıca sempozyum hazırlık süreci içerisinde TMMOB İl Koordinasyon Kurulunca yayınlanan Mühendislik ve Mimarlıkta Ölçü dergisinin Mart, Haziran ve Eylül sayıları sempozyum konularına ayrılmıştır.

Yaşanan tüm süreç, bu iki farklılaşmanın da yerinde olduğunu göstermiştir. Gerek, sözcüğün gerçek anlamıyla bir şölene dönüşen 13 – 14 – 15 Eylül
tarihlerinde yapılan oturumlarda gerekse Sempozyuma Doğru etkinliklerinde oluşan ortam, somut olarak ve hep birlikte hissedilen coşku ve ifade edilen sempozyum beklentileri bu yerindeliğin en somut göstergeleridir.

Sempozyum sürecinde gözlenen bir diğer olgu da, sempozyum etkinliklerinin organizasyonu sırasında, TMMOB’nin farklı Odalarının sürece olumlu yönde müdahale etmek amacıyla gösterdikleri çaba ve verdikleri katkının son derece yüksek olmasıdır. Bu olumluluk çalışmalara da yansımış ve sempozyum düzenleme ve yürütme kurullarının çalışmaları tam bir dayanışma ortamında gerçekleşmiştir. Bu olumluluk Danışma Kurulu, Bildiri Değerlendirme Kurulu gibi Sempozyum Kurullarının çalışmalarında da gözlenmiştir. Bu dayanışma duygu ve bilinci önümüzdeki sürece daha umutlu bakmamızın en temel güvencesini oluşturmaktadır.

Diğer yandan sempozyum sürecinde, kent mağdurları sempozyumu bir umut olarak görmüşler ve kentin ve kendilerinin geleceğine ilişkin saptama ve önerilerini, sempozyum düzenleme kurulunun yetki ve sınırlarını aşsa bile sempozyum kurullarına getirmek, taleplerde bulunmak ve etkinliklerde seslendirmekten kaçınmamışlardır. Bu talep ve seslenişler birçok etkinlikte bir haykırışa dönüşmüştür.

Düzenleme Kurulu’nun İstanbul Kent Sempozyumu’na ilişkin ilk saptaması şudur:
Sempozyum sadece bir “bilimsel şölen” değil, aynı zamanda bir örgütlenme süreci olarak gerçekleşmiştir. Düzenleme Kurulu bu saptamaya bağlı olarak, en başta bu örgütlenme sürecinin kesintiye uğramasını önleyecek önlemlerin alınmasını, bu sürecin geliştirilmesini ve zenginleştirilmesini önermektedir.

Düzenleme Kurulu’nun bu açıdan ilk çağrısı, doğrudan TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu’na ve TMMOB’ye bağlı odaların İstanbul Şubelerinedir.

1. İstanbul Kent Sempozyumu periyodikleştirilmeli ve iki yılda bir yapılan geleneksel bir etkinliğe dönüştürülmelidir. Bu sempozyumlar, dönem içerisinde yapılan çalışmalarla güçlendirilmeli, söz konusu dönemde yaşanan gelişmelerin değerlendirildiği, kent politikalarının, gelecek yönelim ve tasarımlarının tartışıldığı, yol haritalarının çıkarıldığı ortam ve platformlara dönüştürülmelidir.

2. TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu organizasyonu altında, şubelerimizin katılımıyla bir Kent çalışma grubu oluşturulmalıdır. Bu Kent Çalışma Grubu sürekli olmalı ve İstanbul Kent Sempozyumu kapsamındaki tüm çalışmaları yönlendirme, koordine etme, yürütmek için gerekli mekanizmaları yaratma ve alt çalışma gruplarını oluşturma görevlerini üstlenmelidir.

Kent çalışma Grubu kendisini TMMOB ve bağlı odalarının olanak ve birikimleri ile sınırlamamalı, sürece müdahil olma potansiyeli taşıyan tüm kesimlerin güçlerini ve emeklerini birleştirecekleri platformları yaratmayı da bir görev olarak üstlenmelidir. Bu amaçla;

3. İstanbul Kent Sempozyumu Danışma Kurulu, ilgili tüm kişi ve kuruluşların yer alabileceği bir kurul olmayı hedeflemeli, başta üniversiteler, meslek odaları, gönüllü kuruluşların temsilcileri olmak üzere sürece katkıda bulunabilecek tüm kesimlerin bir iletişim ve koordinasyon merkezi olmayı amaçları arasına almalıdır.

4. İstanbul Kent Sempozyumu, yerel ya da alt etkinlikler ve organizasyonlarla güçlendirilmeli, yapılacak birçok etkinlik arasındaki koordinasyonu sağlamak, deney ve bilgi aktarımının mekanizmalarını oluşturmak her zaman bir ilke olmalıdır.

5. Sempozyum sırasında oluşturulan, birçok işlevi üstlenen fakat tasarlanan içeriğine kavuşamayan web sitesi geliştirilmeli, İstanbul için elektronik
ortamdaki ilk başvuru kaynağı olacak bir kapsam ve içerikle yaşamına devam etmelidir.

Ve hem bir iletişim – koordinasyon- örgütlenme ve kent yaşamına müdahale etme süreci hem de bilgi üretme ve bilgiyi paylaşma süreci olarak:

6. İstanbul Kent Sempozyumu, İstanbul’da bağımsız; katılımcılığı, gönüllülüğü ve sürekliliği esas alan sivil bir kentli organizasyonunun şekillendirilmesinin yolunu açmalıdır.

İstanbul Kent Sempozyumu bu fikir ve beklentiyi, süreci yakından gözleyen tüm kişi ve kurumlarda yaratmıştır. Gerçekten bu fikri gerçekliğe dönüştürebilecek, beklentiyi karşılayabilecek ilişki, birikim ve olanaklara sahip olduğumuzun kanıtları yaşadığımız süreçte gözlemlenmiştir ve bu beklentilerin karşılanması hem bir görev hem bir sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır.

İstanbul Kent Sempozyumunda aşağıdaki konular ele alınmış ve saptamalar yapılmıştır:

TMMOB İstanbul Kent Sempozyumu, özellikle “Küresel Kent” söyleminin ortaya çıkışı ile birlikte başlayan ve her geçen gün yeni mekansal ve sosyal
tanımlarıyla değişim gösteren İstanbul’un yeniden kentleşmesi sürecinin tüm sancılarının aktarıldığı bir sempozyum olmuştur.

Bu sancılı süreci tanımlamak, analiz etmek ve İstanbullunun bu süreçteki yerini anlamak üzere Düzenleme Kurulu tarafından oluşturulan ve Danışma Kurulu tarafından da onaylanan Planlama, Kentsel Dönüşüm, Ulaşım, Altyapı, Enerji, Tarihi Çevre, Konut, Afet, Çevre ve Toplum başlıkları altında sunulan bildiriler ile İstanbul’da dayatılan-yaşanan yenileşmenin kuramsal ve mekansal açılımları ortaya konmuştur.

Gerek bildirilerin sunulduğu oturumlarda, gerekse sempozyum sürecinde gerçekleştirilen etkinliklerde İstanbulluların katılımı ile kuramsal söylemin
yanı sıra, pratik uygulamaların konuşulduğu bir platforma dönen sempozyum sürecinde; kentlilerin yaşam hikayeleri ile kavramsal açılımlar birleşerek güncel bir İstanbul fotoğrafı çekilmiştir.

Bu fotoğrafta görüntülenen İstanbul, küresel sermayenin talanına açılan, küreselleşmenin egemenlerince, kendine yüklenen yeni roller doğrultusunda, bu politikaların ülkemizdeki uygulayıcıları eliyle yeniden yapılandırılan İstanbul’dur. Her gün, bu yeniden yapılandırılmaya yönelik yeni bir haber ve yeni bir uygulama ile gelmektedir. Bu yeniden yapılandırma sadece İstanbul’u değil; Trakya’yı, Adapazarı’nı, Düzce’yi, Bilecik’i, Bursa’yı, Kocaeli’ni, tüm Marmara’yı ve Türkiye’yi etkilemektedir.

Diğer yandan İstanbul’un sorunları her geçen gün birikerek büyümektedir. Sorunlarla birlikte İstanbul da giderek azmanlaşmakta ve azmanlaşan bu organizma kendini var eden doğal varlıklar üzerinde de acımasız bir tahribata yol açmaktadır. İstanbul bu doğal varlıkları ile birlikte kendini de tüketmektedir.

İstanbul’un yeniden şekillendirildiği günümüzde, bu yeni yapılanmanın en büyük aracı olan Planlama kavramı sempozyum da masaya yatırılan ilk kavram olmuştur. Oturumlarda İstanbul’un planlaması yönünde gösterilen çabaların tarihçesi aktarılmış, özellikle TMMOB ye bağlı Odalar tarafından dava konusu edilen İstanbul 1/100.000 ölçekli İl Çevre Düzeni Planı ve bu planın olası sonuçları tartışılmıştır. Ne için, kim için ve kimlerle planlama sorularına net cevaplar verilmeksizin yapılacak planlama çabalarının istenen yönde sonuç alınmasına yeterli olmayacağı vurgulanmıştır.

İstanbul’da son yıllarda dillerden düşmeyen ve sürekli sihirli bir değnek gibi gösterilen kentsel dönüşüm kavramı ve uygulamaları da sempozyum da geniş bir biçimde ele alınmıştır. İstanbul’da sayısını karar vericilerin dahi belirtmekte zorlandığı birçok proje, farklı dönüşüm metotları, kentin her yerinde süren “plan” çalışmaları üzerinde yükselen kentsel dönüşüm uygulamaları her açıdan eleştirilmiş, kentsel dönüşüm mağdurlarının yaşadıkları, bizzat yaşayanlar tarafından gözler önüne serilmiştir.

İstanbul’da yaşanan ve tüm kenti içine alan bu yeniden yapılanma sürecinde; İstanbul’daki sanayi, tüm ekolojik dengelerini bozmak, tarım alanlarını tahrip etmek ve birçok toplumsal sorunu doğrudan aktarmak pahasına komşu ve çevre bölgelere sürülmektedir.

Oysa alternatif politikaların uygulanması ile İstanbul’da bugünkü kentsel dönüşüm uygulamalarının yarattığı geniş sosyal ve ekonomik sorunları yaratmayan, başka bir dönüşüm mümkündür.

İstanbul’da artık kangrenleşen bir sorun olan ve İstanbulluların ve yerel yöneticilerin de içinden çıkılamaz bir problem olarak gördükleri ulaşım
konusunda sempozyum da çıkan sonuç, bu düşünceleri yıkacak bir tabloyu ortaya koymuştur. Çözülemez denen bu problemin çözümü için gerekli olan sadece ve sadece akılcı ve planlı bir ulaşım modelidir. Kent içindeki yolculuklarda toplu taşımayı ön plana çıkaran, geçmişten günümüze lastik tekerlekli araçlara yönelik yanlış yatırım ve çözüm politikasını terk eden bir ulaşım modeli çözümün başlangıç noktasıdır. Aynı politikaların bir devamı olan 3. köprü ve kent içinde yapılan tüneller de ulaşım sorununa çözüm olmayacaktır. 3. Köprü İstanbul’un akciğeri işlevini gören kuzey ormanlarını tahrip etmek, bu bölgeleri imar talanına açmak ve kenti daha da azmanlaştırmanın ötesinde bir işlev görmeyecektir.

Haberleşme altyapı olarak doğal tekel konumundadır. Rekabete açılma olmadığı gibi, stratejik öneme sahip bir kamu hizmetidir. Telekomünikasyon alanında rekabet olanağı yoktur. Önce serbestleşmenin sağlanması ardından da özelleştirmelerle tekelleşmenin önleneceği varsayımı bir başka liberal söylemdir. Ülkemizin GSM, internet UMTH gibi haberleşme hizmetlerinin alt yapısı Türk Telekom tarafından karşılanmaktadır. Bu alanda rekabet sağlanamayacağından Türk Telekom’un özelleşmesiyle telekomünikasyon alanında özel bir tekel oluşturulmuştur. Ülke kaynakları ile oluşturulmuş telekomünikasyon altyapısının halkın ihtiyaçları için değil sermayenin çıkarları için kullanılmasına izin verilemez. Türk Telekom’un özel tekel haline gelmesiyle, hizmet kalitesi ülkenin her kesimine eşit olarak yayılmamaktadır. Yüksek fiyatlar ve kalitesiz hizmet ile karşı karşıya kalmaktayız. Türk Telekom tekrardan kamulaştırılmalıdır.

Elektrik enerjisi, kar amacı gütmeyen, arz güvenliğini temel alan, ucuz, temiz ve verimli kullanılmasını amaçlayan bir politikanın öznesidir. Su, hava, sağlık, ulaşım gibi temel insan ihtiyaçlarının hiç çıkar gözetilmeden sağlanması temel bir insan hakkı ise, elektrik de, haberleşme de temel insan hakkıdır.

Hepimizin ortak bir ihtiyacı olan elektrik enerjisinin, kamu tarafından en ucuz ve kesintisiz şekilde halkın kullanımına sunulabilmesi gerekmektedir. Bu anlamda elektrik, herkesin ulaşabileceği koşullarda ve güvenilir şekilde sağlanması gereken bir kamu hizmetidir.

Ülkemiz de ise durum tamamen farklıdır. Türkiye’nin Enerji politikasındaki dışa bağımlılığının, arz güvenliği açısından önemi ve riskleri ortadadır. Türkiye genelinde elektrik enerji üretiminin %51’nin, Marmara bölgesinde ise %77-81’inin dışa bağımlı doğalgaz santralleriyle karşılanması geleceğimizin ne kadar “karanlık” olduğunun bir göstergesidir.

Üretim, İletim, Dağıtım ve Pazar (Tüketici) faaliyetlerinin serbestleştirildiği ülkemiz elektrik piyasasında; piyasa faaliyetlerinin çok sayıda farklı şirket
tarafından yürütülmesi de bu hizmetin “kamusal hizmet” olma özelliğini tamamen ortadan kaldırmıştır. İstanbul’un AKTAŞ’la yaşadıkları bunun tipik bir örneğini oluşturmaktadır. AKTAŞ, elektrik enerjisini kamusal bir hizmet anlayışıyla dağıtmadığı gibi; milyarlarca dolarlık kamu zararına neden olmuştur.

Başta İstanbul olmak üzere Marmara Bölgesi’nin ülkemizin toplam sanayi gelirinin 1/3’ünü, ulaşım ve ticaret gelirinin1/4’ünü; toplam milli gelirin 1/5’ini karşıladığı düşünülürse, elektrik alanında üretim, iletim ve tüketimin kamusal bir yarar sağladığını; sağlıklı bir alt yapının oluşturulduğunu; enerjinin güvenilir, ucuz ve temiz olarak sağlandığını söylemek mümkün değildir. Elektrik üretimi, iletimi ve dağıtımı önündeki en büyük engel özelleştirme sonucunda ortaya çıkan çok başlılık ve özel şirketlerin aşırı “kar” hırsıdır. Önümüzdeki aylarda dağıtım şirketlerinin özelleştirecek olması, tüketiciyi yeni AKTAŞ’lar ile karşı karşıya bırakacaktır.

Dolayısıyla; enerji sektöründe ülkemizin önünü tıkayan, kamunun yatırım yapmasına engel teşkil eden 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunun acil olarak iptal edilmesi gereklidir. Dışa bağımlılık bir an önce azaltılmalı, bunu yerine yerli ve yenilenebilir enerji kaynakları kullanarak üretimin süratle
arttırılması zorunludur. Elektrik enerjisi planlaması; üretim, iletim, dağıtım ve tüketimin bütüncül bir anlayış içinde değerlendirildiği merkezi bir yapı
içinde ele alınmalıdır. Enerji verimliliğinin öneminin ortaya konulması ve Enerji Verimliliği Kanunu’nun uygulanması gerekliliği; uygulamaya yönelik alt yönetmelik çalışmalarına hız verilmesi; enerjinin etkin kullanımının yeni bir enerji kaynağı olarak değerlendirilmesi dışa bağımlılığımızı azaltacak
uygulamalardan bir tanesidir.

İstanbul’un her geçen gün daha da köhneleşen ve kaybolmaya yüz tutan tarihi mirası İstanbul’u İstanbul yapan zenginliklerinin başında gelmektedir. İstanbul’a kimliğini veren ve bugün ile dünü buluşturan Tarihi Yarımada’da yaşanan dönüşüm ise tüm tarihsel ve kültürel geçmişi yok etmeyle sonuçlanacak kadar hoyratça yürütülmektedir. 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun İstanbul’un tarihsel ve kültürel geçmişine karşı alınan bu hoyratça tavrın yasal zemini olarak kullanılmaktadır.

İstanbul’da konut durumu, finansmanı, sorun ve çözümleri açısından altı çizilen en önemli nokta İstanbul’da kentlilerin barınma ihtiyacını karşılayan konutların kırılgan yapıları ve teknik yetersizlikleri olgusudur. Kırılgan konut dokusu karşısında alınması gereken önlemler ve sağlıklı konut ihtiyacı sempozyumun gündeme oturmuş, sınırlarına dayanan bir kentte yeni konut gelişmelerinin yanında konut sağlıklaştırmalarına da önem verilmesi gerektiği vurgulanırken konut gelişme dinamiklerine ilişkin analizler yapılmıştır.

Yeni konut gelişmeleri tartışmaları açısından en temel kısıt ise; bu gelişmelerin İstanbul’un olmazsa olmazları olarak kabul edilen orman alanları,
su havzaları ve korunması gerekli tarihi mirası üzerinde yarattığı baskılardır. Çözüm bu baskıları yok eden ya da en aza indiren bir yaklaşımla üretilmelidir.

İstanbul’un ve Marmara Bölgesi’nin her gün karşı karşıya olduğu deprem riski herkesçe bilinmektedir. Fakat depremin yanı sıra İstanbul’da artık her yıl neredeyse kronik bir afet haline gelen sel baskınlarını ve yangın riski de afetler arasında sayılmalıdır. İstanbul için kapsamlı bir afet yönetim planı hazırlanmalı ve bu plan uygulamaya sokulmalıdır. Depremin İstanbul’da yaratacağı etki ve vereceği hasar tahmin edilmesine ve başta yerel yönetimler olmak üzere kurumlarca alınması gereken önlemler bilinmesine karşın İstanbul kendi depremini esas olarak hazırlanmadan beklemektedir.

İstanbul’un her gün tahrip edilen çevre değerlerinden günümüzde ön plana çıkan İstanbul’un su ihtiyacı ve su kaynaklarında yaşanan tahribattır. Havza alanlarında yaşanan yoğun yapılaşma artık uluslar arası düzeyde stratejik bir kaynak olarak görülen suyu temin ettiğimiz kaynaklarımızı tüketmiştir. Su konusunda İstanbul’un en temel ihtiyacı sürdürülebilir bir modelin geliştirilmesidir.

İstanbul’un doğal kaynaklarının, kent ormanlarının ve kent ekosistemlerinin yaşadığı tahribat artık sürdürülemez ve geri dönülemez bir noktaya doğru ilerlemektedir. Bu saptama İstanbul İl Çevre Düzeni Planında da yapılmakta, fakat plan çözümü sanayiyi ve kent yoksullarını İstanbul dışındaki çevre ve komşu bölgelere sürerek, komşu il ve bölgelerdeki ekolojik dengeleri bozmayı, kirlilik kaynaklarını bu bölgelere aktarmakta bulmakta, komşu bölgeleri “İstanbul’a feda etmektedir”. İstanbul için geçerli olan ekolojik dengeleri esas alan bir planlama ilkesi, komşu il ve bölgeler için de geçerlidir.

İstanbul’un teknik sorunlarının sürekli büyümesi, doğal kaynaklarının tahrip edilmesi ve sürdürülen politikalar, İstanbul’daki kentlilerin, kent
yoksullarının yaşamını giderek daha da zorlaştırmaktadır. Özellikle özürlülerin yaşamlarındaki sıkıntıyı azaltacak önlemler ve tasarım ilkeleri hızla uygulamaya sokulmalıdır.

Sempozyum kent konseyleri, kentlilerin yönetime katılımı ve yerel yönetimlerin kent politikaları konularını da ele alarak tartışmış; kararlara ve karar alma süreçlerine tüm kesimlerin katılımını güvence altına alan ilkeleri netleştirmeye, şu anda uygulanmakta olan kent politikalarına karşı çıkışı
kolaylaştıracak örgütsel modelleri geliştirmeye çalışmıştır.

İstanbul Kent Sempozyumu’nun, günümüzde uluslar arası talan ve yağmaya açılan bu “dünyanın gözbebeği” kentin, doğal, tarihsel ve kültürel geçmişine layık, yaşanabilir bir kent olması için gösterilen tüm çabalara kolektif bir katkı olduğunu düşünüyor, emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz.

TMMOB İstanbul Kent Sempozyumu Düzenleme Kurulu


Spread the love