“Su Kanunu Tasarısı” Taslağı Hakkında Ziraat Mühendisleri Odası Görüşü
Spread the love

Günümüzde küresel ölçekte uygulanmaya çalışılan su politikasının başlıca üç özelliği dikkati çekmektedir. Birincisi, havza yönetim sisteminin kurulması; ikincisi, suyun arza göre kamu eliyle değil, talep doğrultusunda sermaye eliyle yönetimi ve üçüncüsü ise suyun ve su kaynaklarının küresel serbest ticaret kapsamına alınmasıdır. Bu amaç doğrultusunda su ve su kaynakları kamunun elinden çıkmakta, sermayenin eline geçmektedir.

Dünyanın pek çok yerinde suyun mülkiyeti ve işletmeciliği halen kamunun elindedir. Kamu elindeki suyun işletmeciliği arz dikkate alınarak, düşük maliyetle, desteklenerek, tüm vatandaşların suya ulaşımı ilkesi çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Buna karşılık şirketler, suyun arz değil-talep doğrultusunda yönetilmesi, tüm maliyetin göz önüne alınarak serbest piyasa koşullarında ücretlendirilmesi ve en önemlisi de işletmeciliğin kamu eliyle değil, şirketler eliyle yapılması yönünde mücadele vermektedir.

Su kaynaklarının ve işletmeciliğinin özelleştirilmesi konusunda Birleşmiş Milletler (UN), Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD), Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (WB) ve Dünya Su Konseyi (WWC) önemli rol oynamaktadır.

Dünya Bankası`nın 2006 yılında hazırladığı Irrigation and Water Resource with a Focus on Irrigation Prioritasition and Management isimli rapor Türkiye`nin gelecekteki su yönetiminin nasıl olması gerektiği yönünde önemli tavsiyeler içermektedir.

Bu raporda; Avrupa Su Çerçeve Direktifi çerçevesinde yeni bir su kanunu hazırlanması, su kaynaklarımızla ilgili kurumların görevlerinin yeniden belirlenmesi, ulusal su yönetim kurumu için önerilerin yanında bundan böyle sulanabilecek alanların su tasarrufu açısından sulamaya açılmaması gibi konuların altı çiziliyordu.

Dünya Su Konseyi ise 2009 yılındaki 5. Dünya Su Forumu toplantısını ülkemizde gerçekleştirdi. Su sorununu fiyat sorununa indirgeyen ve hizmetin şirketler eliyle verilmesini savunan bir anlayışa sahip bu konseyin ülkemizde düzenlediği forumun ardından, “su akar Türk bakar”, “milyar dolarlar boşa akıyor” gibi söylemler ile ülkemizdeki tüm akarsular üzerinde özel sektör tarafından inşa edilecek binlerce hidroelektrik santral gündeme geldi. Su kullanım hakkı şirketlere devredilmeyen akarsu hemen hemen kalmadı.

Mevzuat açısından konuya baktığımızda, 17 Ekim 2012 tarih ve 28444 sayılı Resmi Gazete`de yayımlanarak Su Havzalarının Korunması ve Yönetim Planlarının Hazırlanması Hakkında Yönetmelik yürürlüğe girdi. Şimdilerde ise Su Kanunu Tasarısı taslağı kurumların ve kamuoyunun görüşüne açılmış durumdadır.

Su Kanunu Tasarısı taslağının “Maksat ve Kapsam” başlıklı 1`inci maddesinin 2`inci fıkrasında jeotermal suların ve denizlerin kanun kapsamı dışında tutulduğu, ancak kıyı sularının kanun kapsamında olduğu belirtilmektedir. Kanun tasarısında kıyı suları, kıyı çizgisinden itibaren 1852 metre deniz tarafındaki su olarak tanımlanmakta olup, belirtilen mesafe su ürünleri yetiştiricilik faaliyetlerinin ve mühendislik hizmetlerinin büyük bir bölümünü içerisine almakla birlikte tamamını kapsamamaktadır. Dolayısıyla konuya bu açıdan baktığımızda, denizlerin kanun kapsamı dışında bırakılırken kıyı sularının dahil edilmesi bir çelişki olarak karşımıza çıkmaktadır.

Aynı fıkrada belirtilen jeotermal suların da kanun kapsamı dışında olduğu ifadesi de tam doğru değildir. Zira, tasarının “Su kaynaklarının korunması” başlıklı 9`uncu maddesinin 12`inci fıkrasında jeotermal su kaynaklarının miktar ve kalite olarak korunması ve sürdürülebilir kullanımının sağlanması için gerekli tedbirlerin ilgili idarece alınacağı veya aldırtılacağı belirtilmektedir. Konuya sadece kanun kapsamında olup olmama açısından baktığımızda, maddelerin birbiriyle çeliştiğini, aslında jeotermal suların da kanun kapsamı içerisinde yer aldığını görmekteyiz.

Taslağın “Genel Hükümler” başlıklı 3`üncü maddesinin 1`inci fıkrasında su kaynaklarının ilgili bulunduğu arz`ın malik ve zilyedinden bağımsız olarak Devletin hüküm ve tasarrufu altında olacağı belirtilmektedir. Bu hükümden su kaynağının kamu eliyle işletileceği düşünülmemelidir. Taslağın tümü dikkate alındığında su kaynaklarının ekonomik ihtiyaçlara en uygun şekilde kullanılacağı ve kirleten öder ilkesi çerçevesinde özel sektör eliyle işletilebileceği görülmektedir. Bu hükme getirilecek açıklayıcı ifadeler değerlendirmelerimizin ilerleyen bölümleri içerisinde yer almaktadır.

Aynı maddenin 2`inci fıkrasında su kaynaklarının bulunduğu arazinin malik veya zilyedinin, su kaynakları üzerinde; bu taşınmaz için ihtiyacı kadar sudan öncelikle faydalanma hakkı vardır denmektedir. Bu maddede ihtiyaçtan kastın ne olduğu tam olarak açıklanmamıştır. Şayet bu arazi üzerinde suyun çok kullanılmasını gerektiren bir sanayi tesisi varsa, bu su kaynağı, taslağın 4`üncü maddesinin 1`inci fıkrasının “ç” bendinde belirtilen ekolojik ihtiyaçlara en uygun şekilde nasıl kullanılabilecektir? Ayrıca taslağın “Yasak Fiiller” başlıklı 23`üncü maddesinin 1`inci fıkrasının “g” bendinde tahsis edilen miktarın üstünde veya yeraltı suyu kütlesinin dengesini olumsuz etkileyecek şekilde su kullanmak yahut kullanılmasına yol açmanın yasak olduğu belirtilmektedir. Mevcut fıkra ile taslağın diğer maddeleri uyumlu hale getirilmeli, kaynağın beslenme kapasitesinin üzerinde kullanımına izin verilmemelidir. Su kaynaklarının tüm kullanımlarında ekolojik ihtiyaçlara en uygun kullanım öncelikle dikkate alınmalıdır.

Taslağın “İlkeler” başlıklı 4`üncü maddesinin 1`inci fıkrasının ‘ç` bendinde su kaynaklarının ekonomik ve ekolojik ihtiyaçlara en uygun şekilde kullanılmasının esas olduğu belirtilmektedir. Burada vurgulanan “ekonomik ve ekolojik ihtiyaçlar” tabirleri tamamıyla birbirinin zıttı kavramlar olup aynı anda ve birlikte gözetilmesi mümkün olmayan kavramlardır. Su kaynağının ekonomik ihtiyaçlara en uygun şekilde kullanılması, fiiliyatta son damlasına kadar paraya dönüştürülmesi anlamına gelmektedir ki, bu da kaynağın aynı zamanda ekolojik ihtiyaçlara da en uygun şekilde kullanılmasına imkan vermez. Bugüne kadarki örnekler su kaynaklarını kullanan şirketlerin ekolojik ihtiyaçları hiçbir zaman dikkate almadıklarını göstermektedir. Tam tersi olarak, su kaynağının ekolojik ihtiyaçlara en uygun şekilde kullanılması durumunda kaynağa ekonomik bir değer olarak bakılmaması gerekir. Taslağın “Faydalanma ve Kullanmada Öncelik Sırası” başlıklı 5`inci maddesinin 1`inci fıkrasındaki su kaynaklarından faydalanma ve kullanma hakkının tesisinde uygulanacak öncelik sırası dikkate alındığında 4`üncü maddenin 1`inci fıkrasının “ç” bendinde su kaynaklarının öncelikle ekolojik ihtiyaçlara en uygun şekilde kullanımının esas olması gerektiği belirtilmelidir. Dolayısıyla, ekonomik ihtiyaçların ön planda olduğu “sürdürülebilir kalkınma” yerine ekolojik ihtiyaçların gözetildiği “sürdürülebilir yaşam” ilkesi ön planda tutulmalıdır.

Su kaynaklarının kullanım önceliklerinin belirlenmesinde son derece önemli kavramlar olan ekonomik ve ekolojik ihtiyaçların neler olduğu taslağın “tanımlar” bölümünde yer almamakla birlikte, tanımlanmalarında fayda vardır.

Taslağın 4`üncü maddesinin 1`inci fıkrasının “e” bendinde yönetim hizmetleri karşılığında ücretlendirilmesinin esas olacağı belirtilmekte olup, bu da suyun ekolojik ihtiyaçlara göre değil, ekonomik ihtiyaçlara en uygun kullanılacağı düşüncemizi kuvvetlendirmektedir.

Şu sıralarda Türkiye Büyük Millet Meclisi`nde görüşülmekte olan Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı`nın geçici 1`inci maddesinin 16`ıncı fıkrasında bu kanuna göre tüzel kişiliği kaldırılan köylerde ve ayrıca Büyükşehir Belediyesi Kanunu`nun geçici 2`inci maddesi ile köy tüzel kişiliği kaldırılarak mahalleye dönüştürülen yerlerde içme ve kullanma suları için alınacak ücretin 5 yıl süreyle en düşük tarifenin %25`ini geçmeyecek şekilde belirleneceği hükmü yer almaktadır. Bu hükme göre köylerde akan hiçbir çeşme kalmayacak, parası ödenmediği sürece köy meydanındaki yalaklardan dahi inekler su içemeyecektir. Bu örnek de bize su kaynaklarının öncelikle ekolojik değil, ekonomik ihtiyaçlar için en uygun şekilde kullanılacağını göstermektedir.

Taslağın “Ulusal Su Planı” başlıklı 6`ıncı maddesinin 1`inci fıkrasında sosyal, ekonomik ve ekolojik ihtiyaçları karşılayacak bir Ulusal Su Planının hazırlanacağı belirtilmektedir. Taslağın 4`üncü maddesinin 1`inci fıkrasının “ç” bendinde yer alan ekonomik ve ekolojik ihtiyaç kavramlarının ne kadar zıt kavramlar olduğu açıklanmıştı. Burada bu zıtlıklara bir de “sosyal ihtiyaçlar” dahil olmuştur. Son yıllarda en büyük halk direnişlerinin yaşandığı hidroelektrik santral (HES) uygulamaları enerji şirketleri açısından ekonomik ihtiyaç olarak değerlendirilirken, yerel halk açısından, yani sosyal ihtiyaçlar açısından tam bir felaket olmaktadır. Şirket, su kullanım hakkı sözleşmesi kapsamında dere yatağına bırakması gereken %10`luk can suyunu dahi bırakmazken, köylü bahçesini sulayacak su bulamamaktadır. Dolayısıyla Ulusal Su Planı hazırlanmasında ekolojik ve sosyal ihtiyaçlar öncelikli hedefler olmalıdır.

Taslağın “Havza Yönetim Planı” başlıklı 7`inci maddesinin 2`inci fıkrasında havza yönetim planlarında belirtilen tedbirler alınmasına rağmen tanımlanan hedeflere ulaşmanın,  teknik, ekonomik sebepler veya tabii afetler sebebiyle imkânsız olduğu durumlarda, gerekçeler dikkate alınarak plan hedeflerinin değiştirilebileceği belirtilmektedir. Taslağın her yerinde ekolojik ihtiyaçlar ekonomik ihtiyaçlarla yan yana sayılırken, havza yönetim planlarının hedeflerinin değiştirilmesinde ekonomik sebepler yeterli görülmüştür. Yani, bu maddeye kadar bahsedilen tüm ekolojik ve sosyal ihtiyaçlar, bu madde ile kimsenin görüşünü almaya gerek bile duymaksızın ekonomik sebepler için değiştirilebilecektir. Aynı şekilde, herhangi bir tabii afet, örneğin kuraklık olması durumunda havza yönetim planında değişikliğe gidilerek, su kaynağının beslenmesinin üzerinde ekonomik amaçlar için kullanımına izin verilebilecek, doğal yıkım süreci daha da hızlandırılacaktır. Havza yönetim planı değişikliklerinde asla ekolojik ihtiyaçlar göz ardı edilmemeli, doğada yıkıma yol açacak bir hedef ortaya konmamalı, su kaynaklarının yenilenme oranının çok üzerinde tüketilmelerine onay verilmemelidir.

Taslağın “Taşkın Kontrolü, Taşkın Yönetim Planı” başlıklı 8`inci maddesinin “ç” bendinde akar ve kuru dere yataklarında ve yeni yapılacak olan tabii akışı değiştirecek veya taşkın akış kesitini etkileyebilecek bütün yapılar için DSİ`nin görüşünün alınacağı belirtilmektedir. Bu bent ile kuru dere yataklarına dahi tesisler yapılabileceği belirtilmektedir. Böyle bir iş için DSİ`nin izninin alınmasının şart koşulması bu yapıların özel sektör eliyle de yapıp işletebileceğini göstermektedir. Özel sektör bir kuru dere yatağına niçin yatırım yapmak istesin? Özel sektörün bir kuru dere yatağında bir yapı yapması bu yatağa su aktarımı olup olmayacağı sorusunu akla getirmektedir. Bent tam anlamıyla açık bir ifade içermemektedir. Sermayenin para kazanma hırsının egemenliğine bırakılan bir alanda su akış yönlerinin değiştirilmesi veya su akış miktarının azaltılması son derece tehlikeli bir adımdır. Doğa kendini mevcut su potansiyeline göre dizayn eder. Bu potansiyelde meydana gelecek değişimlerde yerüstündeki canlı yaşam kadar yeraltı suyu beslenmeleri de doğrudan etkilenecektir. Günümüz HES uygulamalarında pek çok akarsu yatağında su kalmadığı açıkça görülmüştür. Bu tür aktarımlara gidilmemeli, gidilmesi zorunluluğu olması halinde ise aktarım tamamıyla kamu eliyle yapılmalı ve işletilmelidir. Bentte tabii akışı değiştirecek yapılar için DSİ`nin görüşünün alınması şartı konurken, taslağın “Su Kaynaklarının Korunması” başlıklı 9`uncu maddesinin 9`uncu fıkrasında ise su yataklarında yapılacak her türlü fiziki düzenlemede tabii akış mecrasının ve canlı hayatın korunması için uygun tedbirlerin alınması gerektiği belirtilmektedir. İki düzenleme arasında anlam ve amaç çatışması bulunmaktadır.

Taslağın “Su Kaynaklarının Korunması” başlıklı 9`uncu maddesinin 10`uncu fıkrasında göller, rezervuarlar ve yeraltı su kütlelerinden su çekilmesinde su kütle dengesinin bozulmamasının sağlanacağı iyi niyetinde ve temennisinde bulunulmaktadır. Bunun nasıl sağlanacağı ve ilgilisinin kim olacağı fıkrada belirtilmemiştir. Ekonomik ihtiyaçlar çerçevesinde gerçekleştirilecek su çekimlerinde dengenin iyi niyet ya da temennilerle korunamayacağı açıktır.

Aynı maddenin 12`inci fıkrasında termal ve jeotermal su kaynaklarının miktar ve kalite olarak korunması ve sürdürülebilir kullanımının sağlanması için gerekli tedbirlerin ilgili idarece alınacağı ya da aldırtılacağı ifade edilmektedir. Açıkça görüleceği üzere su kaynaklarının miktar ve kalite olarak korunması ve sürdürülebilir kullanımının sağlanması işi sadece kamu kurumlarının görevi olmayacak, bu görevi özel sektör de yapabilecektir. Su kaynakları üzerinden para kazanan bir sektöre bu kaynakları koruma görevi verilmesi son derece sakıncalı bir durumdur. Konunun muhatabı ilgili kamu kurumu olmalıdır.

Taslağın 1`inci maddesinde de belirttiğimiz üzere jeotermal suların kanun kapsamı dışında olduğu ifade edilirken, 9`uncu maddenin 12`inci fıkrasında bu suları düzenleyici hüküm içermesi çelişki olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir kaynağın sürdürülebilir kullanımı, o kaynağın ticari amaçla kullanılacağı anlamı taşır. Dolayısıyla, bir yandan su kaynaklarının ticari amaçla kullanılmasını düzenleyen bir kanunun kapsamı dışında olduğunu ifade edip, bir yandan da o kaynağın sürdürülebilir kullanım görevinin özel sektöre verilmesi büyük bir çelişkiyi beraberinde getirmiştir.

Yine aynı maddenin 14`üncü fıkrasında ihtiyaç olması ve potansiyelin de yeterli olması halinde havzalar arası su aktarımının yapılabileceği belirtilmektedir. Bu fıkra baştan sona yanlış bir anlam içermektedir. Cümleyi parçalara ayırmak suretiyle şu anlamlar üretilebilir; ihtiyaç olması halinde bir havzaya başka bir havzadan su aktarımı yapılacaktır, bu bir anlamda kabul görebilir, ancak potansiyelin yeterli olması halinde havzalar arasında su su aktarımı niçin yapılacaktır? “İhtiyaç olması ve potansiyelin yeterli olması” kavramlarının ve bağlacı ile birleştirilmesi fıkradaki anlamı anlaşılmaz kılmakta, mantıksızlaştırmaktadır. Bu fıkradaki diğer önemli bir nokta ise “ihtiyaç olması” durumunun ne yönde olduğunun tanımlanmamasıdır. Bu ihtiyaç sosyal ihtiyaç mı yoksa ekolojik ihtiyaç mıdır? Bugüne kadar yaşanılan tecrübeler, bu ihtiyacın “ekonomik ihtiyaç” olduğunu tartışmasız ve hiç kuşkusuz göstermektedir. Diğer taraftan potansiyelin yeterli olup olmadığı konusu ise bugüne kadar hiçbir su yapısında yeterince değerlendirilmemiş bir konudur. Bu konu yeterince değerlendirilen bir konu olsaydı, bugün halkımız, yurdun dört bir köşesinde HES uygulamalarına askerle karşı karşıya gelecek düzeyde itiraz eden bir konumda olmaz, dereler kurumazdı. Ayrıca, bir kaynağın potansiyelinin yeterli olmasının derecesi sermaye karşısında hangi kriterle ölçülebilecektir? Ekolojik ihtiyaçları karşılayan bir derenin akışını milyar dolarların boşa aktığı şeklinde yorumlayan bir zihniyet için potansiyel kelimesi ne ifade etmektedir?

Taslağın “İzleme, Denetim, Bilgi Verme ve Bildirim Yükümlülüğü” başlıklı 10`uncu maddesinin 1`inci fıkrasında su kaynaklarının ve doğal mineralli suların kullanım maksadına, çevre ve insan sağlığına uygun olarak yönetimi açısından deşarjlarda ve alıcı ortamda izleme ve denetim faaliyetlerin ya bizzat Bakanlık tarafından yapılacağı, ya da özel sektöre yaptırılacağı; 2`inci fıkrasında ise su kaynaklarının ve doğal mineralli suların tahsis maksatlarına ve şartlarına uygun olarak kullanılmasının temini için gerekli denetimlerin, DSİ tarafından yapılacağı veya yaptırılacağı belirtilmektedir. Bu fıkralarda belirtilen izleme ve denetim yükümlülüğü gibi doğrudan şirketlerin çıkarlarını ilgilendiren bir konunun yine şirketlere bırakılması, izleme ve de denetim yükümlülüklerinin hiçbir koşulda gerektiği gibi yapılmayacağını göstermektedir. Özel sektör tarafından yerine getirilecek izleme ve denetim görevlerinde su kaynakları sosyal ve ekolojik ihtiyaçlar için değil, ekonomik ihtiyaçlar için kullanılacaktır. İzleme ve denetim görevleri ilgili kamu kurumlarında olmalıdır.

Taslağın “Su Yönetimi Yüksek Kurulunun Kuruluşu, Görev ve Yetkileri” başlıklı 11`inci maddesinin 2`inci fıkrasında, kurulun başkanının Orman ve Su İşleri Bakanı olduğu, kurulun Bilim Sanayi ve Teknoloji, Çevre ve Şehircilik, Dışişleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Gıda Tarım ve Hayvancılık,  İçişleri, Kalkınma ve Sağlık Bakanlarından oluşacağı belirtilmektedir.  Maddenin 3`üncü fıkrasında ise kurulun toplantılarına konuyla ilgili bakanlar ve kamu görevlileri ile özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerin temsilcilerinin davet edilebileceği ifade edilmektedir. Bakanlık temsilcilerinden oluşan kurula konuyla ilgili olarak özel sektör temsilcisinin çağrılıyor olması son derece normaldir. Ancak, son dönemlerde özel sektörün kendi sivil toplum kuruluşları ile kendi akademisyenlerini oluşturduğu da bir gerçektir. Bu nedenledir ki kurulun bünyesinde TMMOB temsilcisinin ve kurulun toplantısında da konuyla ilgili TMMOB`ye bağlı mühendis ve mimar odalarından birinin ya da birden fazlasının dahil edilmesi önerilmelidir.

Aynı maddenin 4`üncü fıkrasının “ç” bendiyle havzalar arasında su aktarımında karar alma görevinin de Su Yönetimi Yüksek Kuruluna bırakılıyor olması, TMMOB temsilcisinin bu kurulda yer almasının önemini artırmaktadır. Zira, bakanlıklarımızın bugüne kadar gösterdikleri icraatla sermayenin yanında olduklarını, ekolojik ve sosyal ihtiyaçlar yanında yeterince olmadıklarını net bir şekilde göstermiştir.

Taslağın “Su Kaynaklarının Tahsisi” başlıklı 13`üncü maddesinin 6`ıncı fıkrasında, tahsise konu su kaynağının ve doğal mineralli suların, tamamının veya bir kısmının korunan alanlar içerisinde kalması halinde koruma ile görevli idari birimlerin uygun görüşünün alınacağı belirtilmektedir. Bu fıkra, su tahsisinin korunan alanlar için bile söz konusu olabileceğini açıkça göstermektedir. Su kaynağına sahip bir koruma alanının suyunun ticarete açılması, zaman içerisinde o alanın özelliklerini kaybetmesine yol açacaktır. Bu da su kaynaklarının öncelikle ekolojik ihtiyaçlar için kullanılması ilkesiyle ters düşmektedir.

Taslağın “Su Bilgi Sistemi” başlıklı 16`ıncı maddesinin 3`üncü fıkrasında, bakanlıkça temin edilen bilgilerden stratejik önemi haiz olanların dışındakilerin talep edilmesi halinde kamu kurum ve kuruluşlarına bedelsiz, diğer gerçek ve tüzel kişilere ise bakanlıkça her yıl belirlenecek bedeli karşılığında verileceği ifade edilmektedir. Bu fıkrada, su kaynaklarının ticarileştirilmesinin yanında suya ait bilgilerin de ticarileştirileceği görülmektedir. Günümüzde ülkemizin su kaynaklarının korunması konusunda en büyük mücadeleyi yerel halklar vermektedir. Suya ait bilgilere ancak ücreti karşılığı ulaşılabilecek olması, yerel halkların su kaynaklarını koruma mücadelesini engelleyecektir. Bu bilgiler toplumun her kesimi için ücretsiz sunulmalıdır. Aksi taktirde doğal varlıkların-su kaynaklarının korunmasında önemli bir kesim bilgiden yoksun kalacaktır.

Taslağın “İrtifak ve Kamulaştırma” başlıklı 17`inci maddesinin 1`inci fıkrasında tahsis sahibinin, tahsis yapılan alanda, özel mülkiyete konu taşınmazın sahibi ile anlaşamaması halinde, idareye müracaat ederek kamulaştırma veya irtifak hakkı talebinde bulunabileceği, talebin idarece incelenip değerlendirildikten sonra uygun bulunması halinde kamu yararı kararı alınarak, bedeli talep sahibince ödenmek üzere kamulaştırılacağı, maddenin 2`inci fıkrasında ise irtifak ve kamulaştırma işlemlerinin 4/11/1983 tarihli 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine göre yürütüleceği belirtilmektedir. Bu yolla “acele kamulaştırma” ya da diğer bir deyişle “mülksüzleştirme” uygulanmaktadır. Kamulaştırma, kamu yararı söz konusu olan arazilerin elde edilmesi için mal sahiplerine yaptırılan zorunlu satıştır. Bu fıkradaki “kamu yararı” şirketlerin çıkarlarını içermekte, arazinin sahibinin çıkarını içermemektedir. AKP hükümetinin 2011 yılında yürürlüğe koyduğu Çok Taraflı Yatırımlar Garanti Ajansı Sözleşmesi`nde (Multilateral Investment Guarantee Agency/MIGA) yerli ve yabancı yatırımcıların karşılaşacağı tüm risklerin ortadan kaldırılacağı taahhüt edilmektedir. Buradan da açıkça anlaşılacağı üzere taslağın bu bölümündeki “kamu yararı” kesinlikle şirketin çıkarlarını temsil etmektedir. Halkın mağdur olacağı her bir düzenlemeden kaçınılmalıdır.

Taslağın “Ücretlendirme” başlıklı 22`nci maddesi sularımızın kim tarafından nasıl ücretlendireceğini göstermektedir. Maddenin 2`inci fıkrasında tahsis edilen sulardan, su tahsis belgesinde belirtilen miktar su esas alınarak yıllık ücret alınacağı belirtilmektedir. Bir önceki paragrafta MIGA`ya göre yatırımcıların risklerinin ortadan kaldırılacağını belirtmiştik. Buna göre bir kuraklık olup su akış miktarının düşmesi durumunda şirketin zarara uğramaması için, su kaynağının beslenme durumuna ve hatta yatakta yeterli su olup olmadığına bakılmaksızın şirketin kendisine yapılan su tahsisatı oranında suyu kullanmasına izin verilecektir. Kuraklığın daha da şiddetlenip yatakta su kalmamsı halinde dahi şirket devlete dava açabilecek ve olmayan-hizmetini sunmadığı suyun parasıyla birlikte tazminat dahi alabilecektir. Devletin bu yönde ödeyeceği her bir kuruş, halkın parasının şirketlere hediye edilmesi anlamına geleceği unutulmamalıdır. Bu örnekler su kaynaklarının öncelikli olarak ekolojik ihtiyaçlara göre değil, ekonomik ihtiyaçlar çerçevesinde ticarileştirileceğini açık bir şekilde göstermektedir.

22`inci maddenin diğer fıkraları ve bununla ilgili tanımlamaları daha detaylı bir şekilde içeren, 17 Ekim 2012 tarih ve 28444 sayılı Resmi Gazete`de yayımlanarak yürürlüğe girmiş bulunan Su Havzalarının Korunması ve Yönetim Planlarının Hazırlanması Hakkında Yönetmeliğin ilgili bölümlerini incelediğimizde suyun fiyatlandırılması işinin maliyet tanımlamasının ötesine geçtiğini, işin içine kar faktörü girdiğini ve suyun fiyatlandırılması işinin tamamıyla serbest piyasa koşullarına bırakıldığını ve su kaynaklarının rekabete açık hale getirileceğini görüyoruz. Bu gelişmeler sonucunda su kaynakları bir yandan kıtlaşırken bir yandan da suyun fiyatı yükselecek; bundan da en çok evsel su kullananlar ile tarımsal sulama yapan çiftçiler etkilenecektir. Günümüz tarımsal üretiminde çiftçimiz dünyanın en pahalı girdilerini kullanmakta ve tarımımız son derece yetersiz bir bütçeyle desteklenmektedir. Bu nedenle özellikle küçük ve orta ölçekli tarımsal işletmelerin tarımsal sulamada kullandıkları su fiyatlandırmanın dışında tutulmalıdır.

Taslağın “Diğer Kanunların Uygulanması” başlıklı 30`uncu maddesinin 1`inci fıkrasında bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren diğer kanunların bu kanuna aykırı olan hükümlerinin uygulanmayacağı belirtilmektedir. Böylelikle başka bir kanunun kullanımını yasakladığı su kaynaklarını şirketlerin kullanımına bu kanun kullanılarak mümkün hale getirilmektedir. Bu madde taslaktan çıkarılmalıdır.

 


Spread the love