Mahmut Hamsici: “HES’ler nedeniyle o bölgelerde yaşayan insanların AKP’ye büyük tepkileri var.”
Spread the love

“Dereler ve İsyanlar” kitabının yazarı Mahmut Hamsici ile kitabı ve HES projeleriyle yüzyüze kalan halkın tepkileri üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.   

 

Politeknik: Öncelikle HES’lere karşı mücadeleyi kitaplaştırma fikrinden başlayalım. Son dönemde ülke gündeminde yer bulsa da, yöre yöre gezip kitaplaştırma fikri nereden çıktı?

Mahmut Hamsici: Benim memleketimde de HES’ler yapılıyor. Ondan dolayı konuyla ilgili bende bir duyarlılık oluştu. Daha sonra merak ettim ve konuyu daha fazla incelemek istedim. Bunun için de Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu’nun toplantılarına katıldım. Orada konuyu daha iyi anlama şansı yakaladım ve sonradan ‘ben gazeteci olarak bu konuyla ilgili ne yapabilirim’ diye kafa yormaya başladım. O sırada HES’lerle ilgili derli toplu bir kaynak olmadığını, hem işin merak edilen teknik yanlarıyla ilgili hem de mücadele kısmıyla ilgili bir çalışma olmadığını ve böylesi bir eserin önemli bir ihtiyaç olduğunu fark ettim. Bunun üzerine çalışmaya başladım.

Bu kadar farklı yerlerdeki ilişkileri nasıl sağladın?

Bir yandan İstanbul ve Ankara’daki toplantılara gelen, mücadele veren insanları buldum. Bir örnek vermek gerekirse Ankara’da TMMOB’nin düzenlediği “Çevre Direnişleri Buluşuyor” etkinliğine katıldım ve oraya gelen insanların hepsiyle tek tek tanıştım, iletişim bilgilerini aldım. Onlar üzerinden farklı yerlere ulaştım. İnternet üzerinden bulduğum tüm yerel sitelere yazdım, oradan da insanlarla tanıştım. Bunun dışında Derelerin Kardeşliği Platformu ve Halkevleri’nden dostlar, bulundukları yerlerde çok yardımcı oldu. Hiç iletişime geçemediğim yerlere de çat kapı gittim. Sonuç itibariyle sahaya çıkmadan önce büyük bir ağa ulaşmış oldum ve sonra da yolculuğuma başladım. Gittiğim her yerde doğrudan mücadele veren insanlarla birlikte dolaştım, onların evlerinde konakladım. Orada yaşananları iyi kavrayabilmek için bu yöntem kendi açımdan çok faydalı oldu.

Tepkiler nasıldı? Halk konuşmak istiyor mu? Çekinenler oldu mu? Ziyaretlerin ne kadar sürdü?

İnsanlar kitap denilen şeye alışık değil. “Konuyla ilgili kitap yazacağım” deyince başta insanlara garip geliyordu çünkü gazeteci gider ya televizyon için görüntü alır ya da yazılı basın için insanlarla görüşür. Kitap deyince ilk önce bir algılayamama sorunu oluyordu ama ilişki geliştirdikçe niyetimi anladılar ve değer vermeye başladılar.

Bir buçuk aydan fazla süren ziyaretler sırasında birçok yerde insanlar kendi seslerini daha iyi duyurma fırsatı yakalayabileceklerini düşünerek benimle konuştular. Bir kesim insan da yanımda birilerinin olmasına rağmen çekindiler. Sonuçta orada müthiş bir karmaşa var ve şirketlerin elemanlarının da gelip oralarda ‘gazeteciyiz’ diyerek araştırma yaptığı olmuş. Mesela hükümete yakın bir televizyon kanalı gelip uzun uzun çekimler yapmış ama bunu hiç yayınlamamışlar ve bu durumda çekimler sonucu elde edilen bilgilerin şirketlere gittiğini düşünüyorlar. Dolayısıyla gazetecilere dönük böyle bir çekince de var ve bu konuda çok da haklılar bence. Dikkatli olmalarından daha doğal bir şey yok.

HES’lere karşı mücadelenin bir hukuki bir de fiili boyutu var sanıyoruz. Kitabınızda da bunun farklı örnekleri var. Kimi yerlerde yargı kararları bekleniyor, kimi yerlerde bununla birlikte fiili mücadele yükseltiliyor. Peki yalnızca hukuk yoluyla kazanım bekleyen yerle fiili bir mücadelenin verildiği yerlerde halkın bakış açısında bir değişiklik oluyor mu?

Çok net olarak yaşanıyor. Sadece hukuki mücadele verilen yerlerde, genelde insanlar mücadelelerini aslında birilerine devretmiş oluyorlar. Oralarda kendileri için birilerinin mücadele vermesi söz konusu, onlara umut bağlamış oluyorlar. Çeşitli örgütlerin, kurumların temsilcileri, avukatları gibi bir grup insana kendi mücadelelerini devretmişler. Dolayısıyla kendileri fiili mücadelenin içinde olmadıkları zaman konuya bakışları da çok bütünlüklü olmuyor. Mesela HES’lere sadece çevreye etkileri açısından bakabiliyorlar veya sadece kültürel etkileri açısından bakabiliyorlar ama fiili mücadelenin yürüdüğü yerlerde olaya bütünlüklü bakış gelişebiliyor. Suyun ticarileştirilmesinden çevreye etkisine oradan HES’leri palazlandıran politik süreçlere kadar meseleye daha kapsamlı bir şekilde bakılabiliyor. Ne oluyor mesela, hem şirketlere karşı çıkılıyor hem de hükümete tepki gösteriliyor.

“Benim köyüme yapmasınlar da nereye yaparlarsa yapsınlar” diye düşünen bölgeler var mı? Yoksa yerel halkta bu saldırıyı bütünlüklü olarak suyun ticarileştirilmesi amaçlı gören ve topyekun karşı çıkan bir anlayış söz konusu diyebilir miyiz?

Bir çok yerde böyle düşünenler var. Bu durumu saklamaya gerek yok. Bunu mücadelenin daha sonra başladığı yerlerde daha fazla görmek mümkün. Güney’de daha çok rastladım bu düşünceye. Karadeniz’de iyi kötü bir mücadele var ve belli bir aşamaya gelmiş ve ortak mücadelenin önemi kavranmış durumda. Fakat bir sürü yer var ki oralarda ‘buraya yapmasınlar da nereye yaparlarsa yapsınlar’ anlayışı hakim. Tabi burada kültürel anlamdaki mikro milliyetçiliği de eleştirmek gerekiyor. Örneğin mücadeleyi bir Karadenizlilik kimliğine ya da bir Dersimlilik kimliğine aşırı vurgu yaparak yürütmek bence yanlış. Bu anlayış uzun vadede mücadelelerin bütünleşmesine engel olur.

Ortak mücadele için bir şeyler yapıyorlar mı? Kitapta bir kaç yerde yan köyle ya da farklı vadilerle ilişki içinde olan bölgeler var. Farklı yerlerden HES’lere karşı mücadele edenleri bir araya getiren etkinlikler oluyor mu?

Aslında benim bu kitabı yazarken amaçlarımdan birisi de buydu. Deneyim paylaşımını ve vadilerin diğer vadilerden haberdar olmasını sağlamak. Yereller arasında köprüler kurulması yolunda çalışmalar artıyor. Ortak konferanslar, ortak eylemler düzenleniyor, mücadele edenler birbirlerinin vadilerini ziyaret ediyor. Ama bunlar yeterli mi derseniz, hayır şu an için değil. Hala birbirinin deneyimlerinden habersiz bir çok vadi var. Zaten önümüzdeki dönem mücadele açısından yapılması gereken en önemli şeylerden biri de bu vadilerin bilgilerini, deneyimlerini paylaşacakları zeminler kurmak bence.

Kitapta çoğu yerde geçiyor. Daha önce herhangi bir hizmet için o yörelere gitmeyen devlet, şu anda yöre halkının sularının satıp belki de ilk defa yöre halkının karşısına çıkabiliyor. Bu durum halkta devlete karşı nasıl bir bakış açısı yaratıyor?

Bu, yöreden yöreye değişiyor. Bugüne kadar süregelmiş Tunceli’deki halkın devlet algısı, Erzurum’daki halkın devlet algısı, Muğla’daki halkın devlet algısı farklı. Biraz genelleştirecek olursak, bugün mücadele veren yerlerin çoğu daha önce devletle karşı karşıya gelmiş ya da devleti sorgulamış yerler değil. Hatta devletin çok kutsal olduğu yerlerde de bugün mücadele veriliyor. Erzurum bununla ilgili çarpıcı bir örnek. Devlet bugüne kadar çoğu yerde insanların gözünde bütün ekonomik ilişkilerden bağımsız, yurttaşın hakkını veren, hakkaniyetli bir yapı olarak algılanmışken şu anda insanlar kapitalizmin ne olduğunu, kapitalizmde devletin ne anlama geldiğini deneyimleyerek öğreniyorlar. Bu kavramlarla olmasa da, ki bu kavramlarla da olmak zorunda değil zaten, bunu acı çekerek deneyimliyorlar. Erzurum’daki köylü diyor ki, “Biz yıllardır devletimize güvendik, ona hiç karşı çıkmadık, çocuklarımızı askere yolladık, vergimizi verdik, şimdi devlet bizim haklarımızı elimizden alan şirketin tarafında bize karşı mücadele ediyor.” Bu aslında son derece sınıfsal bir tahlil. Devletin sınıfsal konumu gündelik hayattaki çatışmalar üzerinden bilince çıkıyor. Erzurum gibi yerlerde hayal kırıklığı var bu yüzden. Bu arada devletin kendisi ayrı ama devlet kurumları içinde yer alan insanlarda da bu konuyla ilgili kafa karışıklığı var. Yönetenler ve karar vericiler arasında değil de DSİ’den EİE’ye kadar, daha tabana inelim yereldeki jandarma komutanlarına kadar kamuda görev yapan insanlar arasında HES’leri sorgulayanların sayısı artıyor.

 

HES’lerin yapıldığı bölgeler daha çok AKP seçmeninin çoğunlukta olduğu bölgeler. AKP’ye oy verenlerin mücadeleye katılımları nasıl? Bir de yaşanan son süreçlerden sonra AKP’ye yöre halkının bakışı nasıl?

Hala politik tercihlere yansımamış olabilir ama HES’ler nedeniyle o bölgelerde yaşayan insanların AKP’ye büyük tepkileri var, bu bir gerçek. AKP kendisi açısından da şu an stratejik bir yanlış yapıyor, kendi topuğuna kurşun sıkıyor. AKP’ye oy vermiş kendi halinde yurttaşlarda değil, doğrudan AKP ilçe yöneticileri, il yöneticileri hatta AKP’li belediye başkanları içinde dahi böyle bir tepki var. Bunların bir kısmı AKP’nin yalnızca bu konuda yanlış yaptığını dile getiriyor. Bir kısmı da ‘bunu yapan AKP ile benim hiçbir ilişkim olmaz’ noktasına gelebiliyor. Bu tepkinin halkın politik tercihlere yansıyıp yansımaması mücadelenin seyrine bağlı.

AKP’li olmak mücadeleye katılım açısından sıkıntı yaratıyor mu?

Bazı yerlerde yaratıyor. Mesela bazı yerlerde HES’lere karşı mücadele doğrudan, asıl amacı hükümeti devirmek olan insanların bir manipülasyonu olarak algılanıyor. Bu algı sebebiyle verilen mücadeleyi samimi bulmayan insanlar var. Bu durumun CHP’ye yarıyacağını düşünerek mücadeleye girmeyen insanlar var ama dediğim gibi AKP’li olup da, hatta AKP’li yönetici olup mücadele içinde var olan da çok insan var.  

Kitaptan gördüğümüz üzere köylüler hakkında tutanak tutan, şirketlerin HES projelerini yürüten mühendisler de bölgede oldukları gibi HES’lere karşı mücadele yürüten Beyza Üstün gibi akademisyenler veya yöre halkından mühendisler de var. Peki halkın mühendislere bakış açıları nasıl, mühendis onlara neyi çağrıştırıyor?

Mühendislik kavramı şu anda tüm bölgelerde şirket yöneticisi kavramıyla eşdeğer olarak algılanan bir kavram. Kafalarında iyi mühendis, kötü mühendis gibi bir ayrım da yok. Bütün mühendisler şirketlerin temsilcileri olarak görülüyor. Müthiş bir tepki var. İnsanlar hayatlarında mühendis olarak şirketlerin mühendislerini gördü ilk önce. Burada basitçe ekmeğini kazanma gibi bir durum da yok. Birçok mühendis şirketin tanıtım çalışmalarını yapma çabalarına da alet oluyor. Bilgilendirme toplantılarında projeleri şirket yöneticileri değil de mühendisler anlatıyor. Bu bilgilendirme toplantılarında halk, karşısında şirket yöneticisini değil mühendisi görmüş oluyor. Dolayısıyla onlar için o proje, mühendis beyin ya da mühendis hanımın projesi demek. Sanırım bu durumu mühendislerin kendi içlerinde çok ciddi olarak tartışması gerekiyor.

TMMOB’nin de HES’lerle ilgili özel bir çalışması yok. Peki halk TMMOB’yi biliyor mu? TMMOB ya da odalardan bir beklenti içerisinde mi?

Yerelde TMMOB hiç bilinmiyor. Biraz daha şehir merkezine yakın yerlerde bilinebiliyor. Oralarda da bu işler için koşturan insanlar biliyor.

Birçok vadide, TEMA ya da Doğa Derneği gibi çeşitli şirketlerden fonlanan kurumların da aktif olarak çalışma yaptığını biliyoruz. Ancak kitabın hiçbir yerinde bu kurumların adının mücadele ile ortak olarak anıldığını göremedik, hatta tam tersi halkın tepkisini çeken örnekler var. Siz geziniz sırasında ne gözlemlediniz? Bu kurumlar ne yapıyorlar, halk bu kurumlara güveniyor mu?

Bu örgütlerin mücadele içinde bir yeri var ama onlar gidip de hiçbir bölgede taban hareketi örgütlemiyorlar. Genelde mücadele başlamış yerlerde ilişkiye geçiyorlar. Bu örgütler bazı imkânlarından dolayı, bazı yerlerde mücadele eden insanlara çok cazip gelebiliyor. Ana akım medya yayınlarında bu örgütlere çok daha fazla yer verebiliyor mesela. Bu ve bunun gibi imkânlardan dolayı bu örgütler çekici olabiliyor. Bazı yerlerde mücadelenin politikleşmesini istemedikleri için bu STK’larla birlikte hareket edenler de var. Ama tam tersine önümüzdeki dönem göreceğiz ki bu tip STK’larla birlikte hareket edenler eriyecek. Dolayısıyla HES karşıtı mücadelenin bir silkelenme yaşaması gerekiyor. Bunu bölünme olarak algılamamak gerekiyor. Aksine bu durum genişlemeyi de sağlayacak. Hükümetin de STK’ları bu konuda araçsallaştıracağını bilmek, bu konuda uyanık olmak gerekiyor. Zaten Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Yasasında tariflenen 20 kişilik kurul içerisinde iki tane STK temsilcisinin olması da çok manidar. Şirketler de bu alanda harıl harıl çalışıyor. Televizyonlarda Coca Hayata Artı Vakfı’nın bu kadar çok reklamının dönmesi hiç tesadüf değil. Burada dikkat edilmesi gereken bir noktanın daha altını çizmek isterim. Yerellerde bu STK’larla birlikte çalışan insanların çoğu bilinçli tercihleri sonucu onlarla birlikte değiller, dolayısıyla bir yandan sermaye destekli STK’ları deşifre etmek bir yandansa o STK’ların içinde yer alan ya da onların safında mücadele eden iyi niyetli insanları kazanmak gerekiyor. Bir de tabii ki bazı STK’ların bu alanda yeri özeldir ama sadece birkaç günah keçisi bulmak da yanlış olacaktır. Bu tip STK’cılığı nedenlerini iyi sunarak bütünlüklü olarak karşımıza almamız ve gerçek zaferin sokakta, vadide hak mücadeleleriyle kazanılabileceğini anlatmamız gerekiyor.

Hak mücadeleleri alanında üretimler oldukça önemli ve kitabınız zamanlaması açısından da büyük değer taşıyor. Bu kısa söyleşi için çok teşekkür ediyoruz.

 

politeknik.org.tr 

 

 


Spread the love