Sisam Adası’nda 30 Ekim 2020 tarihinde oluşan ve İzmir’de yıkıma neden olan depremden sonra ‘’Fay Yasası’’ adı verilen yasa önerisi tekrar gündeme geldi. Fay Yasası özünde şunları öneriyor: Yüzey kırıkları tespit edilecek, sakınım bantları oluşturulacak (yapılaşma için faydan uzaklaşma ölçütü), bu kapsamdaki bölgeler imara kapatılacak, mevcut yerleşim var ise yıkılıp
Kötülüğü, çürümüşlüğü organize yaşayan bir dönemin insanlarıyız. Bir deprem daha yüzümüze vurdu bunu, yeniden ve yeniden. İzmir Depremi’nden dakikalar sonra başladı hamaset, hakikati yok etme çabası. Tıpkı her depremden sonra olduğu gibi… Yitirdiklerimizin, yıkılan yapıların, deprem güvenliği olmayan kentlerin müsebbipleri, ‘kahramanlığa’ soyundular. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, Bayraklı ilçesinde
Halkın mühendisleri, mimarları, şehir plancıları, İzmir’de meydana gelen deprem sonrası kurulan çadır kentlerde barınmak zorunda kalan İzmirliler için koronavirüs (COVID-19) tehdidine karşı siperlik üretiyor. AKP iktidarının inşaat rantına ve patronların çıkarlarına göre şekillendirdiği kent politikalarıyla barınma güvenliğinin olmadığı koşullarda yaşamak zorunda bırakılıyoruz. Bu defa İzmir depremi ile sarsıldık. 30 Ekim’de
Tarihi, kültürel ve çevresel yıkımlar kapitalizmin, iktidar eliyle büyük bir örgütlenmenin sahibi olarak işbirlikçileriyle saldırma ve yok etme politikasının bir kanıtı. Peki her mekan üretimi illaki bir yıkımı da beraberinde mi getirir? Elbette hayır Dünyanın ilahi belleği tanrıça Mnemosyne’in yorgun ve yaşlı hafızasına ne kadar güvenebiliriz bilmiyorum ancak Mnemosyne’in güç
Son yıllarda Amerikan şehirlerinde birçok mahalle ‘konut hakkı’ temalı örgütlenmelere ve protestolara sahne oldu. Los Angeles, yerel yönetim ve yatırımcıların işbirliği ile sakinlerini mülksüzleştirerek ‘geliştirilen’ şehirlerin belki de başında geliyor. Şehirde başlayan protestolar son günlerde giderek büyüdü ve kent hareketlerinin bu gösterilerde başı çektiğini söyleyebiliriz Soylulaştırma kavramının nasıl ve nerede
High Line Park için kontrolden çıkmış bir ‘başarı’ denilebilir ama aynı zamanda Manhattan’daki artan eşitsizliğin sembolü haline geldi. New York’taki bu soylulaştırma anıtının mimarı diğer şehirlerde meslektaşlarının yapacağı muhtemel hataların önüne geçebilir mi? Sanayi sonrası kentlerinde oluşan endüstriyel boşlukları(!) yeniden kullanıma sunarak ‘kentsel canlandırma’ adı altında yapılan kültürel ya da
Mimarlar ve plancılar olarak tasarladığımız mekanlarda sağlık, güvenlik ve refahı sağlamakla yükümlüyüz. George Floyd protestoları gösterdi ki başaramadık Washington’da 1 Haziran Pazartesi gecesi yaşanan güç suistimali kadar ABD’yi tarif eden bir şeyle karşılaşmak zordur. Başkan Donald Trump Amerikan şehirlerinin günlerce yanışını izledikten sonra, Beyaz Saray’ın altındaki sığınağından çıkıp, Siyah Hayatlar
İnsanlığın ilk çağlarında atık sular sokaklara ve derelere atılarak tasfiye edilirdi. Bu nedenle salgınlar ve bulaşıcı hastalıklar yaygınlaştı. Ortaçağın sonuna doğru açılan kanallarla atık suların en çabuk şekilde yerleşim merkezlerinden uzaklaştırılmasına çalışıldı. Sanayi devrimiyle birlikte kentleşme, atık suların tasfiyesi ve suların korunması önem kazandı. Ülkemizde ise atık suların arıtılmadan alıcı
Herkes için tek gündem var artık, koronavirüs. Hayatımızın ortasına düştü ve yayılmaya da devam ediyor. Virüs salgınından hemen önce uğraştığımız dertlerimiz ise bitmedi ama sırada bekliyor. Hiçbir zaman gündemini kaybetmeyecek kadar önemli her birimiz için; su ve su varlıklarımız. Kanal İstanbul, mega projeler ve etrafındaki arsa rantları derken yine sıkça
İstanbul’a vereceği zararlar bilimsel verilerle ortada olan kanal projesinin referandumu yapılamaz. İstanbul’un yaşam alanları, suyu, nefesi seçim konusu edilemez. Bu proje İstanbul’un ihtiyacı değil, inşaat sermayesinin besleneceği kapsamlı bir emlak projesi. İstanbul’un en önemli gündemi Kanal İstanbul projesi desek yanlış olmaz. 2011 yılında Tayyip Erdoğan’ın seçim projesi olarak ilan ettiği
İstanbul Kağıthane Yahya Kemal Mahallesi Akıncı Sokak’ta 23 Nisan 2019’da bir inşaatın istinat duvarı göçtü, inşaata komşu 4 katlı binayı da yanında götürdü. İstinat duvarının çökmesiyle başlayan süreç, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Kağıthane Belediyesi tarafından mahallenin tamamının dönüşümü için ‘fırsat’a dönüştürüldü. Yaşananlara daha yakından bakalım. Riskli yapı tespiti ve
Temel değerlendirmeler İnsan yönetilme ihtiyacı duyar mı? Bütün yönetenlerin, yönetilenin varlığını baki kılmak adına sorduğu kadim bir sorudur bu; zira bütün yanıtları bir şekilde işine gelir. Oysa yönetme-yönetilme tartışmasına her şeyden önce doğru soruyla başlamak gerekir. Çünkü insanın ‘yönetme’ eylemi, her şeyden önce ‘ihtiyaç’ bağlamında tartışılamaz. Buradaki ilk sakınca, mülkiyet
Cüretle iddia edebiliriz ki, klasik mekan-insan ilişkisinin üzerine bina olduğu temel, asgari ihtiyaçların karşılandığı ‘asgari yaşama’ tekabül eder. Bu ölçek büyüdükçe, kavramsal olarak mekan da büyür ve sahip olduğumuz en geniş ‘olanaklı alan’ hayatımızı geçirdiğimiz alana erişir. Dolayısıyla, bu ilişki hayatın bütünüyle olanla aynılaştığı oranda, yönetimi de insanla ilişkilenmeye aynı
Çevre Kanunu Değişikliği doğal varlıklarımızın enerji ve inşaat yatırımlarına açılmasını, yaşam alanlarımızın rant projelerine teslimini, çevrenin korunması adı altında yeni bir piyasa ekonomisi yaratılmasını beraberinde getirirken, çevre mühendisleri için bir ‘kazanım’ sağlayabilir mi? Bu soruyu sormamda bir neden var tabii ki. Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Baran Bozoğlu, 16 yıllık iktidarı
Ankara kenti, yıllardır adım adım, işkence edilircesine tahrip edildi. Melih Gökçek ile geçen yıllar ve Mustafa Tuna ile devam ettirilen belediyecilik anlayışı; kentte plansız, çarpık yapılaşmanın yanında doğal, tarihi ve kültürel alanları yok etti, kamu varlıklarını yandaşlara parsel parsel verdi. Kentin akciğerleri, doğal hava koridoru ve farklı kamusal üretimlere sahip
‘Bir mühendis bilir ki, eğer bir iksa yıkılmışsa, istinat yerle bir olmuşsa, proje veya imalat süreçlerinde yanlış yapılmış, denetim süreci de işletilmemiştir. Bunu hepimizin bildiği bir gerçek haline getirme ve sorumlularını ısrarla teşhir etme görevimiz var.’ Bugünlerde herkesin gözü ekonomide, döviz çıktı indi, açıklama geldi, gitti, zamlar geldi, gelecek, ücretler
‘Çorlu tren katliamı, ulaştırma araçlarını kullanan bizler için can güvenliğimizin olmadığını bir kez daha gösterdi. Ulaşım projelerinde altyapı-üstyapı imalat, işletme ve bakım işleri, teknik gereklilikleri, şartnameleri sağlamak zorundadır.’ Uzunköprü-Halkalı seferini yapan yolcu treni, 8 Temmuz’da Tekirdağ’ın Muratlı ile Çorlu ilçeleri arasındaki Sarılar Mahallesi mevkiinde ray altında meydana gelen göçük nedeniyle
Öncelikle, yazının amacı bahsi geçen projelere duyulan ihtiyacı ve bunların ne kadarını karşıladığını tartışmak değil. Kamuoyunda sıkça oluşturulan algının aksine, ne yapıldığından ziyade nasıl yapıldığı ve sonuçlarının ne olduğu, halka ne düzeyde yansıdığını ortaya koymaktır. Toplumun koşulsuz onayı Türkiye’nin son 15 yılına baktığımızda, özellikle seçim dönemlerinde sürekli gündeme getirilen ve
Havalar güneşli, baharın gelişiyle içimiz kıpır kıpır. Kuşlarla, böceklerle doğa cıvıl cıvıl. Yaşamı savunan her canlı ayakta. Bir kenti yaşanabilir kılan her varlığa yapılan saldırılar karşısında ise nefesi kesilmeye çalışılan ağaçların köklerine daha da sarılışı var. Yaşam alanlarını terk etmeyen sincaplar var. Yaşama dair, yaşatmaya dair umutlarımız, direncimiz var. Temiz
Yaşama, bilime, akla rağmen kentlere ihaneti sürdüren AKP iktidarı karşısında “parklarımız park olarak, ağaçlarımızda yerinde kalacak” diyen bizler kentlerimizi ve doğayı savunmaya devam edeceğiz İnterneti her açtığımızda ya da sosyal medya mecralarına giriş yaptığımıza ülkenin her hangi bir yerinde bir parkın, yeşil alanın, kamusal alanın, ağacın, yüzümüze mutluluk veren ve