Kameralar Ne İşe Yarar – İzlem Gözükeleş
Spread the love

Geçen ay gazetelerde ‘sıra dışı’ bir haber yayınlandı. Hatta bazıları bu haberi manşetten verdi. İsmi açıklanmayan çok ünlü bir iş adamı kameralar yüzünden sevgilisini Galatasaray’ın yeni stadyumunda kiraladığı locasına götüremeyince sorunu Meclis Sporda Şiddet ve Araştırma Komisyonu’na taşıdı. Adamcağız şöyle dert yanıyordu [1]: Eşimi, çocuklarımı, dostlarımı, iş arkadaşlarımı ağırlamak için Arena Stadı’nda loca kiraladım.. Yıllığı 300 bin dolardan 3 senelik 900 bin dolar ödedim.. İlk maçı da yurt dışından gelen sevgilimle izlemek istedim.. Ancak stada girer girmez her tarafın kameralarla dolu olduğunu gördüm.
Bu yetmiyormuş gibi polis kameraları da stada girenleri izliyordu.. Sevgilimi orada bırakarak koşar adım stattan ayrılmak zorunda kaldım.. Özel hayat denilen bir şey var.. Böyle şey mi olur? 900 bin dolar ödedim stada sevgilimi götüremeyeceksem, ben bu locayı ne yapayım.
Aynı günlerde  basında bir başka ‘sıra dışı’ haber yer aldı. Balıkesir İdare Mahkemesi, Balıkesir Valiliği’nin il merkezi ve ilçelerdeki bütün işyerleri başta olmak üzere hastane, dershane, alışveriş merkezleri, çay bahçeleri, apartman, okul ve iş hanlarına güvenlik kamerası koyma zorunluluğu getiren kararını durdurdu [2]. 
 
Bu haberler sonrası Hürriyet Gazetesi’nin web sitesinden yapılan ankette her yere kamera konulmasının doğru olup olmadığı soruldu. Ankete 60 binin üzerinde bir katılım oldu ve katılımcıların %48.5’i “Bu kameralar suçluları yakalıyor. Suçların önlenmesine yardımcı oluyor.” derken, %50.2’si “Her yere kamera konulması, habersiz çekim yapılması insan haklarına aykırıdır.” dedi. Diğerleri ise konu hakkında kararsız olduğunu belirtti [3].
Haber sıra dışıydı, çünkü, bugüne kadar kameraları eleştiren, onları özel hayatın ihlali olarak değerlendiren haberlere pek rastlamamıştık. Kameraların güvenliğimiz için olduğu iddia ediliyordu. Güvenliğimiz için özgürlüğümüzden vazgeçebilirdik.  11 Eylül saldırıları ve El Kaide’nin daha sonraki eylemleri kamuoyunda bu düşüncenin daha da güçlenmesine neden oldu.
Ancak bu yazıda, kameraların birey ve toplum üzerinde yarattığı olumsuz etkiler tartışılmayacak. Kuşkusuz kameralar en temel insan haklarını hiçe sayabiliyor. Fakat yazıda bunun yerine kamera savunucularının temel iddiası, kameraların güvenliğimizi sağladığı, tartışılacak. Bu bağlamda,  kameraların tarihsel gelişim süreci anlatılacak ve  kameraların gerçekten güvenliğin sağlanmasına hizmet edip etmediği üzerine yapılan araştırmalar aktarılacak. Ayrıca farklı kamera gözetim türleri vardır: İşyerlerinde çalışanları takip etmek amacıyla işveren tarafından kurulan kameralar, özel mülklerin güvenliğini sağlayan ve özel alanlar/kamusal alan arasındaki geçişi kontrol eden kameralar, kamusal alanları gözetleyen kameralar… Bu yazının konusu sadece kamusal alanları gözetleyen, genel literatürde CCTV (Kapalı devre televizyon), Türkiye’de ise MOBESE olarak adlandırılan kamera sistemleri olacak.
Tarihçe
Fotoğrafsal görüntüler ve suçun kontrolü arasındaki ilişki 19. yy’a kadar gider. Bir diğer deyişle, ticari olarak kullanışlı fotoğraflama tekniklerinin ortaya çıkışından hemen sonra bu teknolojinin suçla mücadelede kullanılabileceğinin farkına varılır. 1850’lerin ortalarında İngiltere’de ve Fransa’da hapishaneden kaçışları engellemek ve suça eğilim gösteren mahkumları belgelemek amacıyla mahkumların fotoğrafı çekilir. Televizyonda da benzer bir gelişme yaşanır. 1926’da ilk televizyon yayını yapılır ve 1936’da BBC’nin kurulmasıyla beraber  kamu hizmeti yayıncılığı başlar.  1947 yılında polis, BBC’nin kraliyet düğünündeki canlı yayınının polis devriyelerinin yerleşimine yardımcı olmak için kullanılabileceğini düşünür, fakat maliyeti nedeniyle bu plandan vazgeçilir. Ama bir kere kameraların potansiyeli keşfedilmiştir. 1950’lerde İngiltere’de trafik ışıklarının yönetimine yardımcı olması amacıyla CCTV  kullanılır. 1960’da da CCTV kameraları geçici bir süre Trafalgar Meydanı’na yerleştirilir. 1969 yılına gelindiğinde İngiltere’de 67 CCTV kamerası vardır. Video kaydetme özelliğinin eklenmesiyle beraber CCTV kameralarının özellikle perakende satış mağazalarında ve marketlerde yaşanan hırsızlıklarla mücadele amacıyla kullanıldığı gözlenir [4].
ABD ise CCTV teknolojisini ilk kez Vietnam’da kullanır. 1970’lerin başında, Amerikan polis kuvvetleri bir çok şehirde 24 saatlik izleme sistemleri kurar [5]. Fakat hem İngiltere’de hem de ABD’de CCTV’nin geniş çaplı kullanımı 1980’lerden sonra, bilişim teknolojilerindeki gelişmelerle daha gelişmiş ve ekonomik sistemlerin piyasaya girmesiyle gerçekleşir. Ancak CCTV’nin bu yaygınlaşma sürecinde bile genel kullanımı daha çok satış mağazaları ve taşımacılık sektörü ile sınırlıdır. Örneğin 1991’e gelindiğinde  açık sokak sistemleri ile kontrol edilen şehir sayısı sadece 10’dur. Üstelik bu sistemler küçük ölçeklidir, yerel olarak finanse edilmektedir ve çoğunlukla yerel polisin bireysel girişimi ile hayata geçirilmiştir. 
Fakat 1993 tarihinde yaşanan trajik bir olay İngiltere’de CCTV’nin yaygınlık kazanması açısından bir dönüm noktası olur. Jamie Bulger adlı 2.5 yaşındaki küçük bir çocuk bir alışveriş merkezinde annesinin anlık bir dikkatsizliği sonucu 10 yaşında iki çocuk tarafından kaçırılır ve öldürülür. Eldeki tek delil alışveriş merkezinin CCTV görüntüleridir. CCTV görüntüleri ulusal haberlerde tekrar tekrar yayınlanır. CCTV, Jamie’nin öldürülmesini engelleyememiştir, ama zanlıların yakalanmasına yardımcı olur. Halk büyük bir endişe içindedir. Dönemin İçişleri Bakanı Michael Howard, sokakların güvenliği için CCTV’ye 2 milyon poundluk bir bütçe ayırdıklarını duyurur.   Yerel yönetimlerden aşırı bir talep vardır, daha sonra ayrılan pay daha da arttırılır. 1990’ların ortasına gelindiğinde İngiliz Hükumetinin suçla mücadele için ayırdığı bütçenin %75’yi CCTV için kullanılmaktadır. Muhafazakarlar’ın ya da İşçi Partisi’nin iktidarda olması CCTV’ye olan yaklaşımı değiştirmez. 1994-2004 yılında CCTV’ye harcanan paranın 4-5 milyon pound civarında olduğu tahmin edilmektedir [4].
ABD’de CCTV kullanımı ise yukarıda belirtildiği gibi CCTV teknolojisinin ucuzlamasıyla 1990’larda hızlanır. 1990’larda 282 milyon dolar olan CCTV harcamaları,  2000 yılında üç katına çıkarak 1 milyar dolara ulaşır. 11 Eylül saldırılarıyla beraber bu  miktar 1.6 milyar dolar olur. 2002 yılında ise 2 milyar dolara erişilir [4].
İngiltere ve ABD CCTV sistemlerinin kullanımı konusunda başı çekse de,  Almanya, Avusturya, Rusya, Çin, Japonya, İsrail, Hindistan, Pakistan vs gibi birçok ülke CCTV sistemlerini  kullanmakta ve bunlar giderek daha çok yaygınlaştırmaktadır.
Kamusal alanların gözetlenmesinde kullanılan CCTV sistemleri Türkiye’de MOBESE (Mobil Elektronik Sistem Entegrasyonu) olarak adlandırılmaktadır. Türkiye’de ilk MOBESE kullanımı 2001 yılında Diyarbakır’da olmuştur. Diyarbakır’ı Mersin, Ankara ve İstanbul takip etmiştir. Ekim 2010 sonu itibariyle 73 ilde ve 33 büyük ilçede MOBESE kullanılmaktadır. Bu tarihe kadar bütçeden harcanan para 136.020.992 TL’dir [5].
Kameraların çoğunlukla dört aşamalı bir gelişim çizgisi seyrettiği görülür. Birinci aşama, kameraların özel sektörde, çoğunlukla da satış mağazalarında kullanımıdır. İkinci aşamada kameralar okullardan, hükumet binalarından ve sembolik önemi olan mekanlardan kamusal alana doğru yayılır. Burada kullanılan kameralar son derece basittir ve sınırlı bir işleve sahiptir. Üçüncü aşamada ise daha gelişmiş kameraların şehir merkezlerine yerleştiği ve kamusal gözetimin genişlediği görülür. Kamusal alanlar artık kameralar aracılığıyla, kontrol merkezlerinden bu iş için görevlendirilmiş ve polisle doğrudan bağlantılı personel tarafından izlenmektedir. Dördüncü ve son aşamada ise kameralar artık farklı yaşam alanlarına sızmaktadır. İrili ufaklı birçok sistem tek bir kontrol  merkezinden takip edilir [4]. 
Bu süreçte belirleyici olan faktörler ise ülkenin sosyo-ekonomik durumu, yasaları, ekonomisi ve CCTV’nin politik olarak desteklenip desteklenmediğidir. Sosyo-ekonomik durumu kararlı, çalkantılar yaşamayan ülkelerin CCTV’ye ihtiyacı da daha az olacaktır. Özel hayatın, kişisel hak ve hürriyetlerin yasalarca garanti altına alındığı ülkelerde de CCTV kullanımının önünde büyük engeller olacaktır. Ayrıca, CCTV’nin finansmanı, hükumetlerin ve yerel birimlerin bu maliyeti kaldırıp kaldırmayacağı da önemli bir etkendir. Son olarak, politikacıların CCTV’ye olan desteklerinin devam edip etmediği önemlidir. Çünkü aşağıda da göreceğimiz gibi kameraların kendilerinden bekleneni yerine getirdikleri konusunda çok önemli şüpheler vardır ve bu da CCTV sistemlerinin yüksek maliyetleriyle beraber dikkate alındığında politikacıları CCTV’nin desteklenmesi konusunda olumsuz etkileyebilmektedir.
Kameralar Gerçekten Suçu Önleyebiliyor mu?
Hürriyet Gazetesi’nin anketinde özgürlük ve güvenlik bir kez daha karşı karşıya konuluyordu. Fakat anket, kameraların güvenliği sağladığına dair bir ön kabulden yola çıkıyordu. Kameraların güvenliği sağlamak amacıyla oraya konulmuş olması, bu işlevi yerine getirdiği anlamı taşımaz elbette.
CCTV sistemlerinin, suçu görülebilir kılması nedeniyle caydırıcı olduğu düşünülür. Oysa CCTV’ler üzerine yapılan bir çok araştırma CCTV’lerin suçun önlenmesi konusunda sanıldığı kadar başarılı olmadığını göstermiştir. Webster’ın da belirttiği gibi bu sadece CCTV konusundaki mitlerden biridir [6]:
Mit 1: CCTV İşe Yaramaktadır.
İlk CCTV  sistemleri, CCTV’nin suç oranlarının azaltılmasında etkili olabileceği düşüncesiyle hayata geçirilmişti. Fakat ilk CCTV uygulamalarından beri bir çok akademisyen bu konudaki şüphelerini dile getirdiler. Yapılan araştırmalar, CCTV’lerin ancak belirli durumlarda etkili olabildiğini ve suçun önlenmesi konusundaki rollerinin abartıldığını gösteriyor. GroomBridge, asıl suçu, İngiltere’de İçişleri ve Maliye Bakanlıkları’nın suçu önleyeyim derken ödenen vergileri CCTV’ye yatırarak işlediğini söylüyor [7]. Ancak, CCTV özel mülkiyete karşı işlenen suçlarda kimi zaman başarı gösterebiliyor [5].
Mit 2: Vatandaşlar CCTV’yi istemektedir
Aslında bu birinci mitle doğrudan bağlantılıdır. CCTV’ler konusunda geniş bir kamuoyu desteği olduğu doğrudur, fakat bu destek birinci mitin sorgulanmaksızın kabulünden gelmektedir. CCTV’lerin başarısızlığı ortaya çıktıkça bu destek azalabilmektedir.
Mit 3: Vatandaşlar CCTV’nin teknolojik yetenekleri konusunda bilgi sahibidir
Farklı yerlerde farklı tipte kameralar kullanılabilmektedir. Örneğin, kayıt ya da takip yapmayan sadece caydırıcılık amacıyla kurulan kameralar vardır. Bazı kameralar, kayıt yapmaktadır ve gerekli durumlarda delil sağlamaktadır. Bazı kameralar ise bir kontrol merkezinden takip edilmekte ve olaylara anında anında müdahale edebilmektedir. Fakat birçok insanın kameraların farklılığı konusunda bilgisi yoktur.
Mit 4:  CCTV’ler bizi korumak ve suçu önlemek için yerleştirilmiştir
Farklı bakış açıları CCTV’yi farklı şekillerde kavramsallaştıracaktır. Örneğin kriminolojinin bakış açısından CCTV’ler suçu önlemenin ve azaltmanın bir aracıdır. Sosyologlar CCTV’de yeni kontrol ve iktidar ilişkileri görürler; yeni gözetim teknolojilerinin toplumsal ilişkilere etkisine odaklanırlar. Kimisine göre CCTV sadece teknolojik devrimin bir ürünüdür ve bu bakış açısından görülen ise sadece kameranın ve bilişim teknolojilerinin yararlı bir gözetim aracına dönüşümüdür. Avukatlar ise CCTV’ye özel hayatın mahremiyeti bağlamında yaklaşacaklardır. Bu bakış açılarından her biri geçerli CCTV kavramsallaştırmaları sunabilirler. Webster ise burada alternatif bir yaklaşım önerir: CCTV’nin, hükumet, siyasetçiler, medya, servis sağlayıcılar ve kullanıcılar,teknolojik ve politik süreçler arasındaki karşılıklı etkileşim bağlamında değerlendirilmesi. Bu tarz bir yaklaşım CCTV’yi sadece bir teknoloji olarak görmez; CCTV politikalarını ve CCTV’nin yayılım sürecini bir bütün olarak değerlendirir. Bu bağlamda, İngiltere’de uygulanan CCTV politikalarındaki değişime bakmak gerekir. CCTV’ler ilk olarak suçu önlemek ve tespit üzere ortaya çıkmıştır. Bu dönemde CCTV’ye insan hakları bağlamında gelebilecek eleştirilere karşı  kamuoyu desteği alınmaya çalışılır. İçişleri Bakanlığı’nın temel sloganı, “Saklayacak bir şeyiniz yoksa, korkacak bir şeyiniz de yoktur.”  Daha sonra CCTV’nin kapsamı anti-sosyal davranışların azaltılması şeklinde genişletilir. 
İngiliz Polisi’ne göre anti-sosyal davranışlar şöyledir:
• Sokaklarda alkol tüketimi
• Dilencilik
• Havai fişeklerin uygunsuz kullanımı
• Gürültü kirliliği
• Sarhoşların çevreyi rahatsız etmesi
• Komşular arasındaki tartışmalar
• Hayvanları kamuya açık alanlarda serbest bırakma
• Duvarlara yazı yazmak ya da uygun olmayan yerlere çöp atmak gibi çevreye zarar veren davranışlar
• Yapıştırıcı koklama gibi maddelerin uygunsuz kullanımı 
Bu kapsam değişikliğinden sonra CCTV kullanımı şehir ve kasaba merkezlerinden diğer yerleşim alanlarına doğru genişler. 11 Eylül ve 7 Temmuz saldırılarından sonra CCTV artık ulusal güvenlik ve terörle mücadele bağlamında değerlendirilir. Yeni teknolojik gelişmelerle beraber CCTV’lere plaka ve yüz tanıma desteği eklenir. Daha önce kullanılmakta olan sistemlerin merkezi bir sistem altında toplanması yönünde girişimlerde bulunulur. Dolayısıyla ilk etapta belli bir amaç için kullanılan herhangi bir teknoloji, farklı süreçlerin etkisiyle daha sonra kendine farklı kullanım alanları bulabilir. Sonuç olarak, tek bir CCTV yoktur. Mekana, zamana, süreç içindeki aktörler arasındaki etkileşime, teknolojik ve politik süreçlere bağlı ve bunların karşılıklı etkileşiminin bir sonucu olarak farklı CCTV’ler vardır. 
Sonuç
CCTV’ler ya daTürkiye’deki adıyla  MOBESE’ler gün geçtikçe daha çok hayatımıza sokuluyor. Bugün, trafikte hız kontrolü yaptığı ya da caydırıcılık özelliğiyle suçu önlediğini düşündüğümüz kameralar yarın yeni teknolojik gelişmeler ve değişen bir siyasal konjonktürle karşımıza bambaşka çıkabilir. Kendimizi Zamyatin’in ‘Biz’inde ya da Orwell’in ‘1984’ünde bulabiliriz.
Geçtiğimiz sene 1 Mayıs eylemlerinin odak noktası haline gelen DİSK’in Şişli’deki merkez binasının önüne polis tarafından üç tane güvenlik kamerası yerleştirildi…
Dünya Basketbol Şampiyonası’nda Başbakan’ı protesto edenler kamera kayıtlarından tespit edildi. Eylemcilere koltuk numaralarından ulaşılmaya çalışılıyor…
Adnan Polat: “Kendilerini Galatasaraylı kabul etmiyoruz. Elimizde 200 stat, 40 polis kamerasının görüntüleri var. İncelemelerini emniyetle birlikte yapacağız ve bu insanları stadımıza sokmayacağız. Burada, ailelerin rahatlıkla gelip, günlerini geçirecekleri bir ortam yaratma isteği içindeyiz. Bozulmasına müsamaha etmeyeceğiz”
Ayrıca, eğer suç kapsamına sadece protestolar ya da muhalif eylemler girmiyorsa, suçun kökenine inmeden, suçun ortadan kaldırılabileceğini ya da azaltılacağını düşünmek ne kadar mantıklıdır? CCTV için harcanan paranın halkın parası olduğunu unutmamak gerekiyor…
Kaynaklar:
[1] http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/16996546.asp?gid=373, son erişim 19.02.2011
[2] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/16984950.asp, son erişim 19.02.2011
[3] http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/17018195.asp?gid=373, son erişim  19.02.2011
[4] Norris C., McCahill M., Wood D.,The Growth of CCTV: a global perspective on the international diffusion of video surveillance in publicly accessible space, http://www.surveillance-and-society.org/articles2(2)/editorial.pdf, son erişim  19.02.2011
[5] Çapar S., Birleşik Krallıkta CCTV, Türkiye’de MOBESE CADDELERDE GÜVENLİK NÖBETİNDE KAMERALAR,  Turhan Kitabevi, 2011
[6] Webster W., CCTV Policy in the UK: Reconsidering the Evidence Base, http://www.surveillance-and-society.org/ojs/index.php/journal/article/view/evidence/evidence, son erişim  19.02.2011
[7] Groombridge, N. 2008. Stars of CCTV? How the Home Office wasted millions – a radical ‘Treasury/Audit Commission’ view. Surveillance and Society 5(1): 73-80.
 
Bu yazi Bilim ve Gelecek’in mart sayisinda yayinlandi. 

Spread the love