İşçi sınıfı hak mücadeleleri için öneriler – Ertuğrul Bilir (Toplumsol)
Spread the love

Bu yazıda önümüzdeki 2-3 yıllık dönemde işçi – emekçilerin ekonomik-demokratik mücadeleleri için önerilerimi sunmaya çalışacağım. Öncelikle bazı sınır çizgilerini belirtmekte yarar var:

İşçi sınıfının mücadelesi çok boyutlu bir mücadeledir. Tüm mücadele alanlarının ekseni politik mücadeledir.
Ancak, her mücadele alanının kendi özgünlükleri ve dinamikleri vardır.

İşçi sınıfının ekonomik-demokratik mücadelesinin tek örgütü sendikalar değildir. Ancak, Türkiye’de sendikaların başarısızlığı, bürokratikliği, ilgisizliği vb. nedeniyle oluşturulmaya çalışılan sendika dışı örgütlerden de (örn. dernekler, komiteler vb.) kitleselleşen ve kalıcı hale gelen örgüt pek olmamıştır.

Ülkemiz yoğun bir siyasal gündeme sahipken ve hızla tek adam diktatörlüğüne doğru yol alırken kısa vadede sonuç vermeyecek çalışmaları ön plana çıkarmak eleştiri konusu olabilir. Ancak, bu çalışmaların yapılması siyasal mücadelelere (Kürt sorununda barış, gerici baskılara karşı özgürlük ve laiklik, siyasi baskılara karşı demokratik hakların korunması ve geliştirilmesi vd.) engel değildir. Öte yandan siyasal süreçlerdeki tıkanmaları aşacak etkili önermelerin bulunmadığı da bir gerçektir.

2015 7 Haziran sonrasında demokratik toplumsal güçler üzerinde artan baskılar ve saldırılar 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL ile daha da artmıştır. Mevcut şartlarda toplumsal muhalefet direnmeye devam etmekle birlikte, kitlesi ve hareket sahası oldukça azalmıştır. KESK, üyelerinin 1/4’ünden fazlasını kaybetmiştir. Demokratik işçi sendikalarında, çok küçük ölçekli bazı başarılar dışında gelişme yoktur. İktidar yanlısı sendikaların güçlenmesiyle birlikte demokratik sınıf sendikalarında göreli gerileme yaşanmaktadır. Kitle gösterileri, genellikle, geçmiş yıllara göre önemli oranda azalmış kitlelerle yapılabilmektedir. Birçok gösteri polisin yasaklamasıyla, saldırı tehdidiyle veya saldırısıyla engellenmektedir.

Önermelerin temel varsayımları şöyledir:

İşyeri, sektör, işkolu ve bölge düzeyindeki örgütlenme girişimleri tüm çalışmaların olmazsa olmazıdır. Ancak bu düzeydeki çalışmaların biteviye tekrarlanan ve çok sınırlı karşılık bulan durumdan çıkarılabilmesi için daha üst düzeyden gündem oluşturulması gereklidir. Tek tek işyerlerindeki örgütlenme girişimlerinin işçilerde karşılık bulma şansını artırmak için işçilerin sınıfsal duyarlılıklarını artıracak gündemler oluşturmak yararlı olacaktır. İşçi sınıfı hareketinin en üst düzeyden, siyasal alandan, gündem ve rüzgar oluşturma olanakları, maalesef şu anda görünmemektedir.

Sınıf hareketi oldukça geri bir noktadadır. Önermeler toparlanmaya hizmet etmeyi amaçladığından dolayı, hitap edilen sınıf kitlesine “uçuk” gelmemeyi hedeflemelidir.

Önermeler toplumsal ve siyasal bir “devrim” olmadan da uygulanabilir olmalıdır. Amaçlanan etki sağlanabilirse daha köklü değişimlerin de yolu açılabilecektir.

Mevzi savunma mücadelelerinin yanında mevzi kazanma mücadeleleri verilmelidir. Bu da, kazanıldığında emekçilere güç ve moral sağlayarak yeni mücadeleler için örgütlenmelerin güçlenmesini sağlayacak nitelikte gündemlere yoğunlaşmakla mümkündür.

Sınıf hareketinin bu yazıda belirtilen talepler dışında da onlarca başlık altında önemli taleplerinin olduğu açıktır. Sınıf hareketinin tüm bileşenleri kendi alanları açısından acil ve yakıcı talepler etrafındaki çalışmalarını sürdüreceği açıktır. Buradaki önermeler ise ortaklaştırılarak sonuçlandırılmak üzere seçilmiş, öncelik verilen taleplerdir.

25 yıldan uzun süredir devam eden mevzi savunma mücadelesi, zaman zaman bazı mevziler bir süre için savunulabilse bile, genellikle yenilgiyle sonuçlanmıştır: Özelleştirmeler, sosyal hakların budanarak piyasalaştırmanın artması, esneklik uygulamaları, taşeronlaştırmalar, sendikasızlaştırmalar… Son yirmi yılda emeklilik yaşı önce 60’a, sonra 65’e çıkarılmıştır. Esnek ve güvencesiz çalıştırma biçimleri yaygınlaşmış ve yasallaştırılmıştır. Peşpeşe gelen yenilgiler de yeni örgütlenmeleri zorlaştırmaktadır. Sürekli savunmada kalarak sınıf mücadelesi konusunda yeni bir enerji oluşturulması mümkün görünmemektedir. Tekel direnişi ve Gezi direnişindeki gibi spontan nitelikli patlamalar önemli olmakla birlikte, bu tür hareketlerin zaferle sonuçlanması ancak yeni enerjileri açığa çıkarabilmiş olan çabaların sonucu olabilecektir. Son yıllarda kısmen ilerleme olan 3 konu olmuştur:

Sendikalaşmada noter şartı kalkmış, ülke düzeyindeki sendikal yetki barajı %10’dan %1’e inmiştir. Ancak yasadaki değişiklik, iplerin bakanlığın elinde olmasının da etkisiyle, sınıf sendikalarına pek fayda sağlamamıştır. Öte yandan, bu durumu zorlayacak örnekler de oluşturulamamıştır.

Asgari ücretin iyileştirilmesi talebi önce sendikal mücadelede gündem olmuş, sonra ana muhalefet partisinin seçim vaatleri arasına girmiştir. Sonuçta iktidar, yine çok yetersiz olsa da, asgari ücrete normalde yapmayacağı oranda (%30) zam yapmıştır.

Kamuda taşeron işçiliğine karşı mücadele ise iktidarın kendi hesapları çerçevesinde (tasfiyeler, hak gaspları, toplumsal tabanı kuvvetlendirme ihtiyacı vd.) bir karşılık bulmuştur. Kadroya geçiş sürecinde yaşanan işçi kıyımlarına karşın önemli bir direniş dalgası oluşturulamamış ve süreç AKP’nin kontrolünde ilerlemiştir.
Şimdiye kadar göründüğü haliyle her üç konudaki sağlanan kazanımlar geniş kitleler açısından iktidarın lütfu olarak sunulabilmekte ve toplumsal muhalefetin kazanımları olarak görülmemektedir. Mevzi savunma mücadeleleri devam etmelidir. Ancak, hak genişletme çabaları artırılmalıdır.

Öneriler:

Yukarıda aktarılan tespitlerden hareketle önümüzdeki dönem işçi hareketinin öne çıkarılmasında yarar olduğunu düşündüğümüz talep ve öneriler şöyledir:

40 saatlik çalışma haftası mücadelesi
İşsizlik sigortasının kapsamının genişletilmesi
İşçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesinin yaygınlaştırılması

Burada dile getirilen önermelerden işsizlik sigortası ile İSİG mücadelesi toplumsal muhalefetin gündeminde bulunan önermelerdir. Normal çalışma sürelerinin düşürülmesi talebi ise büyük örgütlerin eylem ve taleplerinde olmamakla birlikte, sendikaların ve diğer işçi/emekçi örgütlerinin gündeminde yer almaktadır.

İşçilerin önemli çoğunluğu açısından geçim sıkıntısının ve işsizlik korkusunun bulunduğu bir ortamda bu talepler tali görülebilir. İşçi sınıfının bir çok hakkının gaspedilmekte olduğu bir dönemde mevcut hakların bile korunmasında sorunlar yaşanırken bu taleplerin karşılık bulup bulmayacağı da anlamlı bir sorudur.

1) 40 Saatlik Çalışma Haftası İstiyoruz!

Kapitalizmin merkez ülkelerinde haftalık 40 saatlik çalışma süresinin bir hak olarak tanınmasının üzerinden uzun zaman geçmiştir. Hatta Almanya, Fransa gibi ülkelerde bazı işkollarında çalışma süreleri 35 saate indirilmiştir. Bu ülkelerde de çalışma sürelerine ilişkin sınırlamalar, esnek çalışma biçimleriyle birlikte, sermaye lehine aşındırılmaya çalışılmaktadır.

Türkiye’de yasal olarak haftalık normal çalışma süresi kamu çalışanları (memurlar) için 40 saat iken işçiler için 45 saattir. Ancak Türkiye’de haftalık çalışma süreleri işçilerin çoğunluğu için 50 saatin üzerindedir. Ayrıca, fazla mesai ücretleri bir çok işçi için bütçe denkleştirmenin önemli kaynaklarından birisidir.

35 saatlik çalışma haftası talebi Türkiye’de de değişik sendikalar, kurumlar ve çevreler tarafından dile getirilerek gündeme sokulmaya çalışılmaktadır. Biz de 35 saatlik çalışma haftası talebini uzun yıllardır dile getirdik, kararlar aldık, önergeler sunduk. Ancak, sınıf hareketinin mevcut hali göz önüne alınarak talebin kısa vadede “40 saatlik çalışma haftası” olmasının daha gerçekçi olacağı gözlemlenmektedir.

Argümanlar:

Haftalık ve aylık ücretlerde herhangi bir indirim olmaksızın (saat ücretleri artırılarak) haftalık çalışma süresi 40 saate indirilmelidir.

Kamu çalışanları 40 saat çalışıyor. Eşitlik ilkesi gereği tüm işçilerin çalışma süresi 40 saat olarak eşitlenmelidir.

Dünyada ve Türkiye’de teknolojinin gelişimiyle emek verimliliğinde önemli artışlar olmaktadır. Gelişimden işçiler de yarar sağlamalıdır.

Türkiye’de işsizlik oranı uzun yıllardır %10’un altına düşmemektedir. Bir tarafta aşırı çalışmalar varken, öbür tarafta işsizlik vardır.

40 saatlik çalışma haftası zaten dünyanın gelişmiş kapitalist ülkelerinde uygulanmaktadır.

Uzun çalışma saatleri meslek hastalığı, iş kazası ve iş cinayeti riskini artırmaktadır.

Çalışma sürelerinin azaltılması işçilerin sosyal yaşama, ailelerine ve kendi gelişimlerine ayırabileceği zamanı artıracaktır.

2) İşsizlik Sigortasının Kapsamı ve Faydaları Genişletilmelidir!

İşçi sınıfı hareketinin uzun vadedeki hedefi işsizliğin ortadan kaldırılmasıdır. Ancak içinde yaşadığımız dönemde resmi açık işsizlik oranı %10 civarındadır. Emek örgütlerinin hesapladıkları oranlar ise daha da yüksektir. Uzun vadeli hedeflerden vazgeçmeksizin işsizliğin yıkıcı etkilerini azaltacak talepler işçi sınıfının ve toplumun gündemine sokulmalıdır.

Argümanlar:

İşsizlik sigortasından yararlanabilen işçilerin oranı çok düşüktür. İşkur’un yayınladığı 2015 verilerine göre çalışma süresi şartını yerine getirip de işinden ayrılanların ancak % 8,3’üne işsizlik ödeneği verilmiştir.
İşsizlik sigortası miktarı işçilerin ve ailelerinin temel ihtiyaçlarının çok altındadır.
Getirilmiş olan işsizlik ödeneği tavanının brüt asgari ücretin %80’i ile sınırlanması nispeten yüksek ücretli kesimlerin sağladığı faydaları çok sınırlamaktadır.
Talepler:

İşsizlik ödeneği, asgari ücretin altına düşmemek şartıyla, çalışırken kazanılan ücretin %80’i oranında olmalıdır. (Bu oran şu anda %50’si civarındadır.)

İşsizlik ödeneğinin tavanı net asgari ücretin 3 katı kadar olmalıdır. (Mevcut tavan, net asgari ücret civarındadır.)

İşten kendisi ayrılan işçiler de işsizlik ödeneği alabilmelidir.

İşsizlik sigortasından yararlanmak için gerekli prim ödeme süresi son 2 yılda 12 ay prim ödeme süresine indirilmelidir (Mevcut durum: Son 3 yılda 600 gün -20 ay). Son 120 günde primlerin eksiksiz ödenmiş olması şartı kaldırılmalıdır.

İşsizlik ödeneğinden yararlanma süresi 2 yıla çıkarılmalıdır. (Mevcut durumda 6 – 10 ay arasında yararlanılabiliyor.)

İşsizlik sigortasından yararlanamayan veya yararlanma süresi biten işçilere “temel yurttaşlık geliri” bağlanmalıdır.

İşsizlik sigortasında işveren ve devlet payı artırılmalıdır.

İşsizlik sigortası fonu, amacı dışında kullanılmamalıdır. Fon yönetiminde işçi temsilcileri çoğunluğu oluşturmalıdır. Fon yönetimine temsilci seçimleri demokratik olmalıdır.

3) İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Mücadelesinin Yaygınlaştırılması

İşçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesi Türkiye şartlarında her dönem önemli bir sorun alanı ve mücadele konusudur. Bu alanda değişik insiyatifler tarafından mücadele sürdürülmektedir. Ancak, sorunun can yakıcılığıyla orantılı değildir. Önümüzdeki dönem İSİG konusundaki mücadelelerin yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi yaşamsal önemdedir. İSİG mücadelesi örgütlü ve yetkili sendikaların üyeleriyle güven ilişkisini kuvvetlendirecek, örgütsüz alanlarda ise örgütlenme çağrısına olan dikkati artıracak bir gündemdir.

Hem demokratik sınıf sendikaları, hem ilerici meslek örgütleri, hem de diğer emek/emekçi örgütleri kendi alanları açısından acil konuları gündeme alarak mücadele yürütmelidir. İşyeri intiharlarından işyerindeki yemeklere, kimyasal maddelere maruziyetten çalışan temsilcilerinin seçimle belirlenmemesine kadar çok sayıda alt mücadele başlığı bulunmaktadır. Günümüzün önemli başlıklarından birisi de meslek hastalıkları hakkındaki mücadeledir.

Meslek Hastalıklarını Tespit Et, Tedavi Et, Tazminat Öde, Sorumluları Cezalandır, Önle!

Meslek hastalıklarının tespit edilmemesi nedeniyle ne kadar insanın bu konuda sorun yaşadığı net olarak bilinememektedir. Ancak 30 milyon kişiyi bulan işgücünde beklenen meslek hastalığı sayısı 120 bin ile 360 bin arasındadır. İşe ilişkin sağlık sorunları nedeniyle hayatını kaybeden kişi sayısının ise 10 bin’in üstünde olduğu tahmin edilmektedir. Ancak SGK’nın tespit ettiği meslek hastalığı sayısı yılda 500 civarında, meslek hastalığı sonucu ölüm ise 0’dır. Meslek hastalıklarına yakalanan işçiler işlerinden çıkarılmakta, sigortadan ise yararlanamamaktadırlar. Meslek hastalıklarının tespit edilmemesi bir yandan işçileri ve ailelerini ekonomik yıkımla karşı karşıya bırakmakta, öte yandan bu hastalıkların önlenememesine yol açmaktadır. Patronlar meslek hastalıklarını önlemek için gerekli önlemleri almadan işçileri çalıştırmaya devam etmekte ve her geçen gün yeni hastalıklara yol açmaktadır.

Meslek hastalıkları konusu başta işçi sınıfı örgütleri olmak üzere konuyla ilgili bütün örgütlerin gündemine alınarak sermaye ve iktidar üstünde baskı oluşturulmalıdır. Emekçilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde bilgilendirme faaliyetleri yürütülmelidir. Meslek hastalığı şüphesi olan tüm işçilere teşhis ve tespit sürecinde destek olunmalıdır.

İşyerlerinin neden olduğu bütün sağlık sorunlarına karşı yürütülecek yaygın mücadele ve sağlanacak somut kazanımlar işçi sınıfı hareketinin gelişiminde etkili olacaktır.

Sonuç

İşçi sınıfının mücadelesi çok yönlü ve çok gündemli bir mücadeledir. Ancak, bugün işçilerin önemli kesiminin ortak gündemini oluşturabilecek talepler etrafında somut mücadeleler özel önem taşımaktadır. Bu çalışmada önümüzdeki 1-2 yıllık dönem için odaklanılması gereken 3 mücadele başlığı önerilmektedir. Bu alanlarda sağlanabilecek olan duyarlılıkların işçilerde sınıf kimliği ve duyarlılığının oluşmasını kolaylaştırarak işyeri örgütlenmelerini de güçlendireceği iddiası sunulmaktadır.

Talep ve önermelerin yaygınlaştırılması için yapılabilecek çalışmalar için öneriler:

Talep eksenli dosyaların oluşturularak ilgili çevrelere sunulması, ziyaretler yapılması.

Araştırma, yayın, rapor, basın açıklaması gibi faaliyetlerle düşünsel altyapının kuvvetlendirilmesi.

Afiş, bildiri, gösteri gibi yollarla talebin görünür hale getirilmesi.

Sendikaların talepleri arasında yer alması için çalışmalar yapılması. Örneğin TİS talepleri içerisine 40 saatlik çalışma haftası talebinin konulmasının önerilmesi.

Mümkün olduğunca geniş katılımlı “40 Saat Kurultayı”, “İşsizlik Sigortası Kurultayı” gibi toplantılar organize edilerek tüm katılımcıların ortak kararı haline getirilmesi.

Önerilerin ülke ve emekçilerin gündemine girmesinin ilerici sendikal merkezler ve meslek örgütleri ile sosyalist, yurtsever ve sosyal-demokrat partilerin gündeme almasıyla olacağı açıktır. Ancak her biri ülkenin ve kendilerinin gündemleriyle meşgul olan bu yapıların gündemine girmesi de bir ön çalışmayı gerektirmektedir.

Seçim dönemi bu açıdan bir yandan dezavantaj iken öte yandan taleplerin yaygınlaştırılması için avantaj da sağlayabilecek bir dönemdir.


Spread the love