İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinde Emeğin Örgütlenmesi* – Ertuğrul Bilir
Spread the love

İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİNDE EMEĞİN ÖRGÜTLENMESİ*

Ertuğrul Bilir (Makina Mühendisi, İş Güvenliği Uzmanı)

1. Giriş

İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda Türkiye’de sıklıkla dile getirilen bir klişe “sendikalar işçi sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgilenmiyor” şeklindedir. Bu ifade genel anlamda doğrudur da. İş kazaları ve meslek hastalıkları sonucunda her yıl 10.000’in üstünde insanını kaybettiği tahmin edilen [1] bir ülke söz konusuyken, sendikaların çalışmaları, örgütlenmeleri, eylemleri içinde işçilerin sağlık ve güvenliğinin korunması çok alt sıralarda kalmaktadır.

Ancak, bazen bir gerçeğe dokunulurken, bazı başka gerçeklerin görülmemesi durumu iyileştirmek yerine kötüleştirmektedir.

“Sendikaların işçi sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgilenmediği” ifadesini sık kullananlardan bir kesim, aslında sendikaların yararsız ve gereksiz olduğunu ve işçilerin sendikalarda örgütlenmemeleri gerektiğini savunmaktadır. Bu kesim, zaman zaman sendikaların eksik ve yanlış politikalarından mağdur olmuş işçiler iken, sıklıkla da, zaten işçilerin örgütlenmesinden hoşlanmayan kesimlerdir.

Sözkonusu klişeyi sıklıkla tekrarlayan diğer kesim ise, sendikaları bu alanda daha etkin olmaya çağıran emekçiler ve örgütleridir. Biz, sendikaları daha etkin olma çağrısını güçlendirmek amacıyla, sendikaların yaptığı bazı örnek çalışmalar üzerinde duracağız.

Bu sunuş, Türkiye’de emek örgütlerinin işçi sağlığı  ve güvenliği için yaptığı tüm çalışmaları  yansıtma iddiasında olmadığı gibi, genel bir döküm iddiasında da değildir. Yalnızca, 1970’lerde işçi sınıfı hareketinin yükseliş döneminden, 12 Eylül darbesi sonrasından ve güncel olarak farklı açılardan esin kaynağı olabilecek bazı çalışmalar üzerinde durulmaktadır.

2. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinin Gelişiminde Sınıf Mücadelesinin Önemi

19. yüzyıl boyunca işçi hareketleri bir yandan zaman zaman kapitalist sömürüye karşı büyük isyanlarla gündeme gelirken, öte yandan çalışma ve yaşama koşullarının iyileştirilmesi için eylem ve örgütlenmelerini sürdürmüştür. Çalışma sürelerinin düşürülmesi talebi en önemli taleplerden birisi olmuştur.

Sanayinin ve kapitalizmin gelişmesi sürecinde işçi sınıfı hareketleri de güçlenmiş ve sistemi zorlar hale gelmiştir. Bu ortamda, kapitalist sınıf ve devletler, sermaye birikimini sürdürebilmek yanında büyüyen öfke ve çatışmaları yatıştırabilmek için işçilerin şikayetlerinden bazılarının giderilmesi, çalışma yaşamındaki risklere karşı bazı güvenceler sağlanmasına yönelmiştir [2].

Sosyal güvenlik sisteminin kuruluşu 19. Yüzyıl sonlarında işçi sınıfı hareketinin en güçlü gelişme gösterdiği  ülke olan Almanya’da olmuştur. Almanya’da işçileri sistemle bütünleştirebilmek amacıyla Şansölye Bismarck tarafından gündeme getirilerek kurulan sosyal sigorta sisteminde finansmanın işçi ve işveren primleri ile devlet katkısıyla sağlanması öngörülmüştür. Sosyal sigortalar kapsamında hastalık (1883), iş kazası (1884), sakatlık ve yaşlılık (1889) sigortaları oluşturulmuştur [3].

Sosyal hakların ve sosyal politikaların oluşumunda önemli köşe taşlarından birisi de 1919 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) kuruluşudur. Rusya’daki Bolşevik Devrimi (1917) kapitalist ülkelerde çalışma ortamının iyileştirilmesi konusunda zorlayıcı bir faktör olmuştur. 1919 yılında ILO’nun kurulması bu konuda atılan adımlardan birisidir [4].

ILO, sendikalar ve işveren örgütleriyle işverenleri bir araya getirmektedir. ILO, Bolşevik Devrimi’nin Batı Avrupa üzerindeki etkisinin bir yansıması olarak da görülebilir [5]. ILO’nun kuruluş toplantısında kabul edilen 1 numaralı sözleşme “Çalışma Saatleri (Sanayi) Sözleşmesi”dir ve değişik ülkeler için değişik istisnalar tanımakla birlikte, sanayi faaliyetlerinde haftalık çalışma süresini günde sekiz ve haftada 48 saat ile sınırlamaktadır.

Türkiye ILO’ya 1932 yılında üye olmuştur. ILO, 2. Dünya Savaşı sonrasında ise Birleşmiş Milletler’in ilk uzmanlık kuruluşu olmuştur.  2. Dünya Savaşı sonrasında ise dünyanın sosyalist ve kapitalist olarak iki ana kampa bölünmesi; kapitalist ülkelerin tam istihdama dayalı sosyal devlet politikaları işçilerin sağlığı ve güvenliği alanında önemli gelişmeleri sağlamıştır [6]. Birleşmiş Milletler 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni ilan etmiştir. Beyannamede “yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır” denilmektedir.

3. İşçi Sınıfı Hareketinin Yükselişinden Bir Örnek: Yeraltı Maden-İş

Yaşama hakkının savunulması doğrultusunda işçilerin söz ve karar hakkının önemi konusunda Türkiye’den önemli bir örnek olarak Yeraltı Maden-İş anılmalıdır.

Yeni Çeltek madenlerinde 1965 yılında 69 işçi, 1990 yılında ise 68 işçi grizu patlaması sonucu yaşamını kaybetmiştir. İşçilerin emeği yok pahasına sömürülürken, can güvenlikleri de hiçe sayılmaktadır. Bu iki büyük katliamın arasında, 1970’li yıllarda ise işçilerin can güvenliklerini, işçilerin söz ve karar haklarıyla birlikte savunan bir deneyim yaşanmıştır.

Amasya Yeni Çeltek bölgesindeki linyit ocaklarında çalışan işçiler 1970’lerin ortalarında yeni tipte bir sendikal örgütlenmeyle tanışmıştır. 1975 yılında maden mühendisleri ile maden işçileri tarafından kurulan Türkiye Yeraltı Devrimci Maden İşçileri Sendikası (Yeraltı Maden-İş) işçilerin söz ve karar sahibi olması ilkesini benimsemiştir. İşverenin sendikayı kabul etmemesi üzerine 23 günlük bir grev yaşanmış ve grev işçilerin kazanımıyla sonuçlanmıştır. Grev sonucunda yapılan Toplu İş Sözleşmesi ile sadece ücret artışı sağlanmakla kalmamış, işyeri yönetimine işçilerin aktif olarak katılacağı işyeri komite ve konseyleri de kurulmuştur. Ayrıca, iş güvenliği konusunda ciddi ilerlemeler sağlanmıştır. Sendikadan önceki ve sonraki durum arasındaki farkı Yeraltı Maden İş Amasya Şb. Yön. Kur. Üyesi Rıza Yiğit şöyle anlatmaktadır [7]:

“Grizu denen meret tavan kısmına yerleşir. İşçi onu fark etmez. Önce, bütün ocak kısmına, baca kısmına emniyet başçavuşu elindeki cihazıyla gidecek. Gerekli ölçümleri yapacak, gerçekten orada işçinin girmesine hazır ise işçi girecek, değil ise mutlaka bekletirdi. Bu hakkı da biz sendikamızla aldık. Ondan önce yoktu. Vardiya çıkar, öbür vardiya girerdi. Orada grizu mu birikmiş, pis hava mı var, yangın mı oluyor… Bunun için de çok kazalar olmuştur orada”

Aynı, Yeni Çeltek Maden Ocakları’nda 1980 yılında ise işveren ve iktidar madeni kapatma kararı alınca işçiler direnişe geçmiş  ve 34 gün ocakları kendileri işletmiştir. İşletmeye işyerinde güvenlik de işçiler tarafından sağlanmış ve işyerinin zarar etmediği, aksine karlı olarak çalıştığı işçiler tarafından kanıtlanmıştır.

1978 yılında ise Aşkale’de işveren ocağı kapatma yoluna başvurduğunda yine Yeraltı Maden-İş’te örgütlü işçiler ocakta üretime el koyarak yaklaşık 8 ay boyunca üretimi kendileri yapmıştır. Bu süre boyunca işyerinde en ufak bir olumsuzluk yaşanmamış, en küçük bir iş kazası bile olmamıştır [8].

Son yıllarda ILO Sözleşmeleri ve AB direktiflerinin ulusal mevzuata dönüştürülmesi sürecinde yayınlanan yasa ve yönetmeliklerde de çalışanların bilgilendirilmesi, çalışanların katılımı,  çalışan temsilcileri gibi başlıklar yer almaktadır. Bu başlıklar işçilerin ve örgütlerinin değerlendirmesi gereken başlıklardır. Ancak, mevcut sistemde çalışanların katılımına ilişkin düzenlemeler, esas olarak sermayenin egemenlik hakkı altındaki bir katılım olarak büyük oranda etkisiz kalmaktadır. İşçilerin karar süreçlerine katılımlarını sendikal yasalardaki engellemelerle, İş Kanunu’ndaki güvencesizleştirme ve esnekleşme ile, devlet kurumlarının engellemeleriyle, sermayenin katı direnişi ve uluslararası akışkanlığıyla, ekonomik zorluklar ve işsizlik baskılanmasıyla zorlaştırılmıştır.

İşçilerin üretim sürecine ilişkin kararlara doğrudan doğruya katılması, can güvenliğinin sağlanması konusunda önemli unsurlardan birisidir. Bu süreçte Türkiye işçi sınıfının 1970’lerde yaşadığı uyanış içinde ortaya çıkan ve yayılan “Üreten Biziz Yöneten de Biz Olacağız” anlayışı gerçek ihtiyacı güzel şekilde anlatmaktadır.

4. Darbe Sonrası: Petrol-İş ve İşyerlerinde Tükenen Yaşam

Petrol, kimya ve lastik işkolu hem meslek hastalıkları, hem de iş kazaları açısından yüksek riskli işkollarındandır. Bu işkolunda örgütlü olan Petrol-İş Sendikası, 1985 yılında üyeleri arasında yaptığı geniş çaplı bir anket çalışmasıyla üyelerinin maruz kaldığı meslek hastalıkları ve iş kazalarına ilişkin veriler oluşturmuştur. Sendika, sözkonusu araştırma sonuçlarıyla birlikte işçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin geniş kapsamlı bir çalışmayı “Rakamlarla: İşyerlerinde Tükenen Yaşam” adıyla 1986 yılında yayınlamıştır [9].

Sendika üyelerinden 22.410’u kendilerine ulaştırılan anketi yanıtlamıştır. Araştırma sonuçlarına göre işçiler içerisinde görülen meslek hastalığı ve iş kazaları SGK istatistiklerinin tespit ettiklerinden kat kat fazladır. Sendikanın araştırması üyelerinin %5.9’u bir meslek hastalığına yakalandıklarını, %15.9’u ise iş kazası geçirdiklerini belirtmişlerdir. Sendika tarafından ulaşılan veriler SSK verileriyle karşılaştırıldığında meslek hastalıkları ve iş kazalarının tekrarlama oranı SSK verilerinin 3 katı, ağırlık oranı ise 6 kat fazla olarak bulgulanmıştır [10]. Böylece ülkemizdeki sosyal sigorta kurumunun bulgularındaki eksiklikler karşısında gerçek duruma daha yakın veriler sendika tarafından kamuoyuna sunulmuştur.

Kitapta ayrıca Petrol-İş tarafından oluşturulan “İşçi Sağlığı  ve İş Güvenliği Servisi”nin işyerleri düzeyinde hazırladığı  raporlar sunulmaktadır. Raporlar Türkiye Gübre Sanayii AŞ Kütahya Müessesi, Akdeniz Kimya, TPAO II. Üretim Sahası gibi farklı işyerlerini kapsamaktadır. Raporlar işyerlerinde karşılaşılan kimyasallar, tehlikelere ve alınması gereken önlemleri içermektedir.

Yine kitapta işyerlerindeki toksik maddeler ve bu maddelere ilişkin değişik ülkelerde kabul edilen sınır değerlerin listeleri, dünyanın bir çok ülkesinde mesleki hastalığı olarak kabul edildiği halde Türkiye’de kabul edilmeyen hastalıklar üzerinde durulmaktadır.

Sendika tarafından yapılan değerlendirmede şunlar belirtilmektedir[11]:

“İşyeri ortamında toksik maddelere ve fiziki etkenlere maruz kalınarak yaşamamızın kader olmayan bir şekilde tükenmesi, birer “iş cinayetleri”dir. Bu nedenle işyeri ortamındaki “yaşam yitimimiz”i sağlık sorunu çerçevesine sığdırmamakta ve ülkemiz açısından da ciddi bir sorun olduğuna inanmaktayız. Çünkü biz bu sorunu yaşamamızı, canımızı vererek çekiyoruz”

1980 darbesiyle sendikaların baskı altına alındığı, yasalarda ciddi kısıtlamaların hayata geçirildiği, DİSK’e bağlı  sendikaların kapatıldığı bir dönemde Petrol-İş sendikasının bir sendikanın asli görevlerinden birisi olan yaşam hakkının savunulması  için yapmış olduğu çalışma bugün için de örnek alınması  gereken bir çalışmadır.

5. Güncel Bir Örnek: Tuzla ve Limter-İş

Türkiye’de yakın dönemde sendikalar ile işçi sağlığı ve güvenliği ilişkisindeki en olumlu örneklerden birisi Tuzla tersaneler bölgesi ile DİSK/Limter-İş’tir. Limter-İş sendikası 1990’lardan itibaren verdiği mücadele ile Tuzla tersanelerindeki çalışma koşullarının Türkiye’ye mal olmasını sağlamıştır.

İşçilerin yaşama hakkı mücadelesini veren Limter-İş sendikası Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (ÇSGB) yayınladığı sendikalaşma istatistiklerinde %10 barajının altında kaldığından dolayı toplu iş sözleşmesi (TİS) ve yasal grev olanakları bulunmayan bir konumdadır. Gemi İnşa işkolunda %10 barajının üstünde bulunduğundan dolayı yetkili sendika durumunda olan Türk-İş/Dok Gemi-İş Sendikası ise 20 civarında tersane ile TİS gerçekleştirmektedir [12]. Ancak, Dok Gemi İş Sendikası yetkili olduğu işyerlerinde ana işverenin işçilerini üye yaparken,  esas olarak işverenlerle çatışmama politikası izlemektedir. İş kazaları ve ölümlerin yoğunlaştığı süreçte Dok Gemi-İş Sendikası duyarsız kalmış ve eylemler yoğunlaştığında ise eylemlerin karşısında yer almıştır. Bugün de Dok Gemi-İş Sendikası aynı politikayı sürdürmektedir. Bu yaklaşımın bir örneği olarak 14 Ocak 2013 tarihinde Sedef Tersanesi’nde yaşanan iş kazası sonucu bir işçinin ölümünü sendika internet sitesinde “Sedef Tersanesi’nin ceo’ları ve tüm tersane personeli ile büyük bir üzüntü yaşıyor” giriş cümlesiyle duyurmaktadır [13]. Kazanın nedeni üzerinde yorum yapılmamakta, kazanın oluş biçimine yer verilmemekte “CEO”ların da üzüntü yaşadığının aktarılması yeterli görülmektedir.

Tuzla’nın Türkiye gündemine yaygın olarak girmesi, 2007-2008 yıllarında sık aralıklarla yaşanan iş cinayetleri sonrasında 2008 yılında Limter-İş tarafından 27-28 Şubat ile 16 Haziran’da gerçekleştirilen grev eylemleriyle olmuştur. Ancak, arka planda yıllardır süren ısrarlı bir çaba söz konusudur. Örneğin, 2005 yılında 14 Haziran günü Torlak Tersanesi’nde Ekrem Bektaş isimli işçinin patlama nedeniyle ölmesi sonrasında 16 Haziran tarihinde İçmeler Köprüsü trafiğe kapatılmış, binlerce işçi eyleme katılmış, tersanelerde çalışma büyük oranda durmuştur [14]. Bu eylemler yasalara değil meşruluğa dayanan, çok sayıda işyerini birlikte içeren ve işçilerin yaşam hakkını merkeze alan havza grevleri olarak sendikal hareket açısından da önemli adımlar olmuştur.

Bu süreçte Limter-İş sendikasının çağrısıyla bir araya gelen TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu (İKK), İstanbul Tabip Odası ve İstanbul işçi Sağlığı Enstitüsü temsilcileri ve çalışmayı destekleyen sosyal bilimciler tarafından “Tuzla Tersaneler Bölgesi İzleme ve İnceleme Komisyonu” oluşturulmuştur. Komisyon, yaptığı çalışmaları 2008 yılı başında bir raporla [15] kamuoyuna sunmuştur. Böylece, bölgedeki durum bilimsel bir formda incelenmiş ve kamuoyuna sunularak, mücadele güçlendirilmiştir.

Limter-İş Sendikası’nın 2008 yılındaki eylemlerde ön plana çıkarılan talepleri şöyledir [16]:

    -Tersanelerde, Ağır ve Tehlikeli İşkolu Yönetmeliği uygulansın.

 

    -Günlük çalışma süresi 7.5 saat olarak acilen hayata geçsin.

    -Sigortalarımız, aldığımız ücret üzerinden ana firma tarafından ödensin.

    -Ücretlerimizin ödenmesi, ana firma tarafından güvence edilsin.

    -Sağlıklı barınma evleri, soyunma dolapları, işkoluna uygun kaliteli yemek,.

    -Saat 10.00’da ve 15.00’te çay molası ile sosyal haklarımız eksiksiz verilsin.

    -Tüm tersanelerde temsilcilik açma olanağı sağlansın.

Limter-İş Sendikası’nın taleplerinin büyük kısmı mevcut yasaların uygulanmasını içermektedir. Bu bile, tersanelerdeki durumun vahametini göstermektedir. Öte yandan, mevcut hakların geliştirilmesine dönük talepler ve çalışmalar da mevcuttur. Bunların en önemlilerinden birisi de çalışma sürelerinin 35 saate düşürülmesi talebidir. Limter-İş’in genel taleplerinden birisi de “İş Cinayetlerine Son. Sigortalı, Sendikalı, Haftada 35 Saat Çalışmak İstiyoruz” şeklinde olmuştur [14].

Tuzla tersaneleri, işçi sınıfı içindeki farklı sendikal anlayışların olası sonuçlarını gösteren bir örnektir. Kendisini işverenlerin dert ortağı olarak gören sendikal anlayış işçi ölümlerini görmezden gelirken, sınıf sendikacılığı  anlayışı ise nicel zayıflığına karşın işçilerin yaşam hakkını savunmaktadır. Tuzla tersanelerindeki yaşam hakkı mücadelesi, taşeron çalışmanın artırdığı ölümleri ve güvencesiz çalışmayı da Türkiye’nin gündemine bir kez daha getirmiştir.

Tuzla tersaneler bölgesindeki mücadele kendi çevresinde meslek örgütleri ve diğer emek örgütleriyle ortak hareketleri artırmıştır. 2011 yılında DİSK İstanbul Bölge Temsilciliği, TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu, İstanbul Tabip Odası öncülüğünde oluşturulan İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi de bu birliktelikten de ilham alarak oluşturulmuş ve çalışmalarına gelişerek devam etmektedir.

6. Kaynakça

[1] Ertuğrul Bilir. Sosyal Güvenlik Kurumu Dalga mı Geçiyor? Web: www.politeknik.org.tr. 2013.

[2] Meryem Koray. Sosyal Politika. 3. Baskı. Ankara: İmge Kitabevi. 2008. s. 33-34.

[3] SGK Tarihçe. Web: http://www.sgk.gov.tr/wps/portal/tr/kurumsal/tarihce (Erişim Tarihi: 02.02.2013).

[4]Alp Esin. Yeni Mevzuatın Işığında İş Sağlığı ve Güvenliği. Ankara: MMO. 2004. s. 27

[5] Keith D. Ewing. “International Labour Standards”. Global Industrial Relations. Ed. M.J. Morley, P. Gunnigle, D.G. Collings. London and New York: Routledge. 2006. s. 240.

[6] Fatih Yılmaz. C Sınıfı İş Güvenliği Uzmanlığı Sertifika Eğitim Programı Ders Notu. İstanbul. 2010. s. 10.

[7] Rıza Yiğit. Unutturulanlar-2. Yeraltı Maden-İş Yeni Çeltek Belgeseli. Açılım Araştırma Belgeleme Filmcilik. 2007.

[8] Dev Maden-Sen. 1979 Aşkale Direnişi. Web: http://www.devmadensen.org.tr/arsiv/duyuru/askale_1979.html (Erişim Tarihi: 12.02.2013)

[9] Petrol-İş. Rakamlarla: İşyerlerinde Tükenen Yaşam. İstanbul. 1986

[10] Petrol-İş. Age. s. 128-129

[11] Petrol-İş. Age. s. 12.

[12] ÇSGB. Çalışma Hayatı İstatistikleri 2007. s. 40’tan elde edilmiştir.

[13] Dok Gemi-İş.  Sedef Tersanesinde Üzücü Olay. 2013. http://www.dokgemiis.com/default.asp?m_id=2§ion_id=37&c_id=588&title=SEDEF%20TERSANES%DDNDE%20%DCZ%DCC%DC%20OLAY (Erişim Tarihi: 15.02.2013)

[14] Limter-İş. “2004-2007 Faaliyet Raporu”. 11. Olağan Genel Kurulu (27-28 Ocak 2007). Web: http://www.limteris.com/haber/haber_detay.asp?haberID=81 (Erişim Tarihi: 12.02.2013)

[15] Tuzla Tersaneler Bölgesi İzleme ve İnceleme Komisyonu. Tuzla Tersaneler Bölgesi’ndeki Çalışma Koşulları ve Önlenebilir Seri İş Kazaları Hakkında Rapor. İstanbul: 2008.

[16] Limter-İş. 27-28 Şubat’ta Grevdeyiz. Web: http://www.limteris.com/haber/haber_detay.asp?haberID=99 (Erişim Tarihi: 12.02.2013)


* Bu bildiri Makina Mühendisleri Odası tarafından 15-16 Mart 2013 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Yerel Sempozyumu”nda sunulmuştur.

 


Spread the love