Hedef tüm kamusal yaşamın dinden arındırılması – Deniz H. Önal (Sendika.Org)
Spread the love

Proleter hareket, neoliberal İslamcı gericiliği, kamusal yaşamdan ve emek dünyasından söküp atmadan kendini geliştiremez. Üstelik daha da ileri gitmeli; eşitlik ve özgürlük için dini, insanın bütün üretken varlığından da uzaklaştırmalıdır

Nihayet beklenen oldu; AKP’nin Cuma Namazı Genelgesi de “inanç özgürlüğü”ne bağlandı. Zaten hep öyle olmadı mı? Neoliberal İslamcı gericiliğin bütün saldırıları “inanç özgürlüğü” sancağı altında tertip edilmedi mi? Dinci eril dogmanın kadına başını açma yasağı yıllarca “örtünme özgürlüğü” olarak sunulmadı mı? İktidara, daha doğrusu Tek Adam’a biat etmeyenler darülharpten (düşman) sayılıp cihat ve cihatçı çetelerin onlara yönelik kanlı saldırıları mübah görülmedi mi? Tüm bu saldırılarda dinsel ideolojinin stratejik hegemonya planı açık seçik görülüyor. Görülüyor görülmesine de her seferinde de “meğer aldatılmışız!” demelerine karşın bir türlü iflah olmayan “liberal” dogmatikler, şimdi yine bir dinci söylemin meşruiyetçiliğine soyunuyorlar.

Onlara kalırsa, inanç/ibadet özgürlüğünün bir gereği olarak, örneğin Hıristiyanlarda pazar, Yahudilerde cumartesi dinsel tatil günü olarak değerlendirilmektedir. Çalışma zamanının “Cuma Namazı”na göre düzenlenmesi de neden Müslümanların inanç özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesin? İslamcılar ise bu sınırlı “özgürlükle” yetinmediğinden, liberal darlığın ötesine geçerek “sadece namaz saati yetmez, cuma tam gün tatil olsun” diye sınırları genişletme kampanyasına giriştiler bile.

Ülkemizde Sünni İslam inancından yurttaşlar için herhangi bir inanç/ibadet kısıtlaması, engellemesi olmadığı, olamayacağı çok iyi bilinen bir gerçektir. Aleviler, Hıristiyanlar, Museviler, kadınlar, LGBTİ’ler, gençler ve aydınların yakıcı olarak hissettiği bu gerçekliği görmek isteyen için, örneğin cumaları, çarşı-pazar, devlet dairesi demeden ortalığı şöyle bir kolaçan etmek yeter de artar bile. Böyle olduğu bilindiği halde “Cuma Genelgesi”nin “inanç özgürlüğü” olarak lanse edilmesinin tek bir anlamı var: Genelge bir özgürlüğün ifşası değil, aslında bir yasaklamanın yasallaştırılmasıdır. Kamusal yaşamın ve emek yönetiminin dinselleştirilmesinin yasal güvence altına alınmasıdır. Dahası genelge, İslamcı kurallar dışındaki bütün yaşam tarzlarını yasaklayan, bastıran ve dışlayan hiyerarşiyi harekete geçiren bir emir komutadır.

Proleter laiklik

Bu şartlarda neoliberal İslamcı gericiliğe karşı direniş ve işçi sınıfı hareketinin/sosyalizmin yeniden inşası, emeğin yeniden toplum kurucu bir özne olarak örgütlenmesini gerektiriyor. Bu noktada proleter laiklik ilkesi, Türkiye’de sermaye egemenliğini dinselleştiren neoliberal kapitalizme ve onun kurucu gücünü oluşturan neoliberal İslamcı gericiliğe karşı mücadele hattında somut programatik içeriğine kavuşacaktır. Bugün ülkemizde din, düzen kurucu politik ilke olduğundan, “din” ile “düzen” bütünleşmiş olduğundan “dinle devlet işlerinin ayrıştırılması” gibi burjuva devrimci sürecinin genel laikleşme hattı elbette burada çözücü olmayacaktır. Çözüm, bütün kamusal yaşamın laikleştirilmesi; yani dinden ve dinin desteklediği tüm sömürü ve egemenlik ilişkilerinden arındırılmasıdır. Proleter hareket, laikliği, halkın neoliberalizme isyanı üzerinde yeniden inşa edilen kamusal yaşama ve üretim araçlarının toplumsallaştırılmasına kadar genişletmeden kendini geliştiremez. İşçi sınıfı, dini yalnızca devletten söküp atmakla yetinemez; eşitlik ve özgürlük için dini insanın üretken varlığından da uzaklaştırmak zorundadır.

Kamusal yaşamın dinden arındırılması

Kamusal yaşamın ve emeğin özgürlüğü, her ikisinin de neoliberal İslamcı gericiliğin egemenliğinden arındırılmasıyla mümkün olacaktır. Halkın ortak toplumsal etkinlik ve yaşam alanı olan kamusal alan, ancak eşitler-arası ilişkiler temelinde özgürleşebilir. Kamusal alanın, her türlü sömürü, egemenlik ve baskıdan arındırılmış olması; sermaye egemenliğinden, dinci, ırkçı, cinsiyetçi ve ekolojik egemenlikten arındırılmış olması, proleter laiklik ilkesinin gerçekleşme biçimidir. En geniş proleter cephenin içinde yer alan her devrimci özne; güvencesiz işçi, mülksüzleşen kent yoksulu, gençlik, kadın, LGBTİ, Aleviler ve aydınlar proletaryanın bugüne onurla taşıdığı toplumsal eşitlik ilkesine kendi suretinden bir öz kazandırıyor. Sermaye dolaşımına ayak bağı olarak görüldüğünden, kent merkezlerinden sürülen emekçiler, mülksüzleştirilen kent yoksulları, iş cinayetleriyle sistematik işçikırımına uğrayan güvencesiz işçiler, kamusal dönüşüm politikalarının bir numaralı düşmanı haline getirilen kadınlar her gün yitip gitmekte olan kamusal alanlara, çöken ekolojiye, kültürel çölleşmeye, emek sömürüsüne, cinsiyetçiliğe ve ekolojik yıkıma karşı mücadele ederken, aslında, dinin sermayeleşmesine ve sermayenin dinselleşmesine karşı da mücadele ediyor.

Tıpkı işçi sınıfı hareketinin, emeğin hakları için mücadele ederken aynı zamanda emek yönetiminin dinselleştirilmesine karşı mücadele ettiği gibi.

Emek yönetiminin dinden arındırılması

Türkiye’de sınıfsal ilişki ve çelişkiler, güvencesizleştirme ve dinselleştirme eksenli mülksüzleştirme-proleterleştirme ve malileştirme gerilimi içinde yeniden biçimleniyor. Güvencesizlik, proleter sınıfların temel varoluş biçimi olmanın çok ötelerine geçmiş; neoliberal toplumun temel yaşam formu haline gelmiştir. Tam bu noktada, neoliberal İslamcılık, ezilen sınıfların ve toplumsal grupların sermaye egemenliğine bağlı kılınmasında, yani burjuvazinin hegemonik sınıf olarak örgütlenmesinde stratejik bir rol oynuyor. Kolektif hak arama hareketleri, tarikat ağları içinde yutuluyor. Grevi dinen yasaklayan ve İslamcı sendikacılığın sınıf uzlaşmacılığını temel alması gerektiğini savunan tarikatlar, gerici sendikalar ve devlet, AKP’nin neoliberal İslamcı korporatizminin temelini örgütlüyor. Sınıfsal çelişkiler dinsel kimlikler içinde hapsediliyor. Ezilen halklar hayırseverlik hiyerarşisi içinde haklarından yoksun bırakılıyor. Gerici ideolojinin idealindeki halk, hak sahibi bir politik özne değil, sürekli yardıma muhtaç, itaatkar, asla talepkâr olmayan bir nesne; “sınıfsız imtiyazsız kaynaşmış Müslüman toplum”dur.

Kentsel “proleter” sınıfların, kentsel çelişkiler üzerinde inşa ettiği yeni direniş hattı, aynı zamanda bir laikleşme hareketi olarak kendini geliştirebilir. Kent ve kır topraklarını, İslamcı rantın “neoliberal fetih” alanları haline getirerek hegemonyasını derinleştiren AKP iktidarına karşı, hak mücadeleleriyle iç içe geçmiş biçimde bir de gericiliğe karşı mücadele cephesi açılmalı. Dinsel yapıların, camilerin ve cami külliyelerinin AVM komplekslerine dönüştürülmesine, “dinsel rant”a karşı mücadele etmeden; esas olarak, dini sermayeden ve sermayenin dinden ayrışmasını somut mücadele konusu haline getirmeden kamusal alandaki sermaye egemenliğine de son verilemez. Sermayenin dinselleşmesine son verilmeden, sermaye egemenliğinin kaldırılması doğrultusunda sonuna dek gidilemez; örneğin “ortak mekanların dinselleştirilemezliği ve dinsel mekanlarda ticaret yapılamazlık” bir talep hareketi olarak geliştirilmeden kentsel direniş hareketlerinden mutlak başarı beklemek olanaksızdır.

Üniversite biat etmez!

Bilginin metalaşmasına karşı bayrak açan öğretmen-öğrenci-veli platformlarının, paralı eğitime karşı çıkarken, eğitimin dinselleştirilmesine ve dindar nesillerin yetiştirilmesine de karşı çıkmak zorunda kalmaları boşuna değil. Üstelik öğretmenin, mesleki olarak itibarsızlaştırılması ve sınıfsal olarak güvencesizleştirilmesi/proleterleştirilmesi, bütünsel bir sınıfsal cepheyi de açmayı gerektiriyor. İlköğretimin yanında, üniversitede, bilimcilerin, akademisyenlerin, öğrenci gençliğin ve eğitim/bilim emekçilerinin tüm gericilik karşıtı tavırları da bu anlama geliyor. Üniversiteye biat ettirme girişimiyle birlikte halkın bilişsel kapasitesinin topyekun geriletilmesine karşı “kolektif aydın tavrı”, salt gerici iktidar karşında boyun eğmezliği değil, bilgi üretimi ve bilgi üretim ortamlarının toptan sermayeden ve dinselleştirmeden arındırılmasını gerektiriyor.


Spread the love