Göbekli Tepe’nin hedef gösterilmesine karşı susmalı mı, konuşmalı mıyız? – Çiğdem Köksal Schmidt (Kültür servisi)
Spread the love

Göbekli Tepe ile ilgili haberleri, paylaşımları takip etmek yıllardır hayatımın bir parçası doğal olarak… 2 Ocak akşamı da yine bu çerçevede, sosyal medyada sadece içinde Göbekli Tepe ismi geçtiği için bana ulaşan bir iki paylaşım dikkatimi çekti ve beni bir anda endişelendirdi. İnsanlar mesajlarında TRT Belgesel kanalında izledikleri bir yayının içeriğine dikkat çekiyor, Göbekli Tepe’nin hedef gösterildiğini belirtiyordu.

Söz konusu programı televizyondaki yayını sırasında izleme şansım olmadı ama hemen sonrasında, (anlaşılan programın bir bölümü için danışmanlık yapan) Dicle Üniversitesi web sayfasında paylaşılan link üzerinden izleyebildim. Programın adı “Suların ateşin ve taşların imparatorluğu” idi.

Belgesel film olarak sunulan bu çalışma baştan sona kadar kronolojik hatalar, yanlış söylemler, hatalı bilgilerle doluydu. Ama benim için, Göbekli Tepe için ve aslında işini ciddiye alan her arkeolog için endişe verici olan, yukarıda bahsettiğim internet adresinde paylaşılan ikinci bölümün 10.40’ıncı dakikasından itibaren olan kısımdı. Bu bölümde, Göbekli Tepe yapılarında bulunan T biçimli dikilitaşların İbrahim peygamberin kırdığı putlar olabileceği söylenip, bir de bir dikilitaşın kırılma sahnesi canlandırılmıştı.

Bunu izledikten sonra sosyal medya hesaplarımda konuyla ilgili kısa yorumumu yazdığımda birden kendimi farklı bir tartışmanın içerisinde buldum. Bazı meslektaşlarımız bu konudan bahsederek daha çok dikkat çekildiğini düşünüyordu, hatta bana paylaşımlarımdan dolayı sorumluluğu üzerime almam gerektiğini yazanlar oldu!

Bu konuyu paylaşıp endişelerimizi dile getirmeli ve önlem almaya mı çalışmalıyız, yoksa bekleyip bir şey olursa ardından mı konuşmalıyız?

Söylemeli miyiz, yoksa söylememeli, bekleyip görmeli miyiz?

Ben endişelerimi önceden dile getirmeyi seçiyorum.

Bu film belgesel adı altında, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın verdiği izinler çerçevesinde çekilmiş ve devlet kanalında yayımlanmıştır. Gözümüz gibi korumamız gereken, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine girme yolunda bir muhteşem kültür varlığını, bir belgesel film adı altında, bilinçsiz hareket edebilecek tahribata yatkın insanlara cazip hale getirerek, hedef olarak sunmak desteklenmemeliydi. Söz konusu “belgesel” filmde gösterilen sahneler, aktarılan metin bir çeşit yorum, fikir özgürlüğü ya da argüman olarak algılanamaz, çünkü coğrafi konumlar dışında her bilgi hatalı bu filmde!

Meslektaşlarım ile bu film nedeniyle başladığımız görüş alışverişinde arkeolog olarak sorumluluklarımızı, etik kurallarımızı, neler yapılabileceğini, yapabileceklerimizi ve yapamayacaklarımızı konuştuk. Sessiz kalmanın korumaya faydası olmayacağını, günün iletişim imkânlarını kullanarak farkındalık yaratmak, dikkat çekmek gerektiğini düşünenlerimiz çoğunlukta.

20 yıl boyunca Göbekli Tepe’de yaptığı kazı ve araştırma çalışmalarına eşlik etme şansım olan sevgili eşim Klaus Schmidt, en büyük sorumluluğumuzun Göbekli Tepe’yi hak ettiği koruma önlemleriyle gelecek nesillere iletmemiz olduğunu belirtirdi hep. O hayatta iken, kazı alanında ziyaretçilere yönelik yapılan çalışmaların yaratacağı yoğunluktan oluşacak tahribattan çekiniyorduk. Şimdi ise endişenin boyutları genişliyor, çeşitleniyor adeta.

Baraj suları, kentsel yayılım, konut yapımı için malzeme alımı gibi arkeolojik eserlerin tahribatına neden olan “klasik” unsurlardan uzak bir noktada bulunan, kendine özgü bir doğal korunma konumu olan Göbekli Tepe’ye gelecek her zarardan sadece ve sadece günümüz insanı sorumlu olacak. Yaklaşık 12 bin yıl boyunca Göbekli Tepe korundu, bundan sonrasını biz mahvetmeyelim.


Spread the love