Ayder’den sonra: Turizm ve yaylalar – Umut Kocagöz (YeşilGazete)
Spread the love

Geçtiğimiz sene yeşil yol projesi ile gündeme gelen Karadeniz yaylaları, bu sene Ayder üzerinden başlayan bir tartışmaya konu oldu. Rize’nin en popüler ve erişimi en kolay yaylalarından biri olan Ayder, Cumhurbaşkanı’nın Rize il danışma meclisinde yaptığı konuşma sonrası önemli bir tartışma başlığı olarak gündeme geldi. Erdoğan, özetle, Ayder’deki mevcut yapılaşma durumuna gönderme yaparak, burada gerçekleşmesi gerektiğini düşündüğü bir değişimi muştuladı.

Foto: Ecehan Toprak

Doğu Karadeniz yaylalarının bu şekilde gündeme gelmesinde Ayder meselesinin sembolik bir önemi var. Rize-Ayder, Trabzon-Uzungöl ile birlikte, endüstriyel kitle turizminin, plansız-projesiz ve doğasına zarar veren yapılaşmanın, büyümenin, kültürel çözülmenin ve kültürün metalaşmasının en görünür yaylalarından biri. Başka bir ifadeyle, Ayder, işler olduğu gibi gitmeye devam ederse, Karadeniz yaylalarının gelecekte nasıl olacağının en iyi örneği. En iyi ama, en kötü örneği.

Yeşil yol projesi üzerinden başlayan, Ayder’e bağlanan tartışma, elbette mevcut ve devam eden sürecin bir parçası olarak okunmalı. Karadeniz sahil yolu projesi ile başlayan, barajlar, HES’ler, maden projeleri ve kitle turizmi ile devam eden süreç, Karadeniz bölgesini hem coğrafi zenginlikleri hem de insan popülasyonu açısından ciddi bir rant potansiyeli olarak tanımlamakta. Buna bir de çay ve fındık üreticiliğinde yaşanan dönüşüm ve rantlaşma süreçlerini eklediğimizde, Karadeniz’de üretkenliğin zayıfladığını; bir çok yerde göçlerle beraber genç nüfusun bölgeyi terk ettiğini; kolaycılığın ve rantçılığın hakim hale geldiğini görüyoruz.

Esasında bütün bu ifade edilen durumlar, önemli bir gerçekliğin altını çiziyor. Öyle ya da böyle, elektrik ve yol giden herhangi bir yaylalanın düştüğü durum gibi, Karadeniz bölgesinde yaşanan dönüşüme dair bütünlüklü bir vizyon geliştirmek elzem. Yani, elektrik ve yolun getirdiği dönüşümü anlamak, çağın ihtiyaçlarına uygun hareket etmek gerekiyor. Elektrik ve yol geldi diye, örneğin, yaylalarımızı terk edemeyiz. Ama, velev ki yaylamıza yol gelmedi, ve yolun getireceklerini -örneğin, Ayder üzerinden- biliyoruz; o zaman da yola karşı çıkmaktan vazgeçemeyiz.

Bu bağlamda, emeği, üretmeyi, korumayı ve sahip çıkmayı merkezine alan bir bakış açısı geliştirmek zorundayız. Örneğin, turizm yapacak isek, gerçekten alternatif bir anlayış geliştirmekle yükümlüyüz. Ormanına, deresine, pınarına değer veren, onu koruyan; yaylasına sahip çıkan, kitle turizmi istilasından, günübirlikçilikten koruyan; emek temelli üretim yapan, örneğin yaylada hayvancılık yapan, bostancılık yapan, dolayısıyla bir değer üreten, o yaylayı emeği ve değeriyle var eden bir anlayış geliştirmek zorundayız. Böyle olduğunda, yaylalar bir yaşam alanına dönüşebilir, hakiki mekanlar haline gelebilir.

Pokut ve Sal
Çamlıhemşin’in en güzel ve hala korunmakta olan yaylalarından olan Pokut ve Sal, yol, gündelikçi akını ve kitle turizmi tehdidi altında. Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada paylaşılan bir fotoğraf, durumun küçük bir örneğini gözler önüne seriyordu:

Foto: Tülay Gülay

Pokut ve Sal’a bu sene başlamış olan günübirlik turlar, her gün yüzlerce kişiyi yaylaya çıkarıp indirmekte. Bunun yanında, günübirlik kendi araçlarıyla Pokut’a ve Sal’a gelen kişiler, yaylanın mevcut değer ve kültürüne pek aldırış etmeden, yaylanın herhangi bir yerinde piknik ve mangal yapıyor, etrafı kirletiyor, toplamadan gidiyorlar.

Bu durum iki şeyin göstergesi olarak okunabilir. Birincisi, özellikle Fırtına Vadisi’nde Ayder merkezli turizm belirli bir hacmi aşmış olduğu için, yeni yaylalar daha çok ön plana çıkıyor. Ayder ve Yeşil yol üzerine kurulan söylem zaten bunu pekiştirmekte. Geçtiğimiz bayram zamanı ve civarında, Çamlıhemşin’de İstanbul’u andıran trafik manzaralarının oluştuğunu düşününce, durumun giderek zorlaşacağını söylemek gerekir.

İkincisi, yine aynı turizm anlayışının kendini henüz yeterince bozulmamış, dejenere olmamış, değer üretimine devam eden yerlere gerek zor, gerek istila, gerekse yol vb. “hizmet” adı altında yapılan çalışmalarla sokmaya çalıştığı.

Bu durumda, bölgenin geleceğini düşünen, vadilere, yaylalara sahip çıkmak isteyen yöre halkı, muhtarları, ve bölge sevdalıları, akil davranmak, sorunları ele almak ve çözme inisiyatifi göstermekle yükümlüdür. Böylesi potansiyeli içerisinde yer alan bir çok bölgede olduğu gibi, para ve rant ilişkileri önce bölgede yaşayan insanların arasını bozmak ve birliği dağıtmak şeklinde çalışıyor. Bölgede kendi çıkarını pekiştirmek ve herkesin çıkarından daha fazla pay almak isteyen kişiler, bahsi geçen potansiyeli rant haline dönüştürmek isteyen sermaye ile çeşitli ilişkiler geliştirerek, tabiri caizse pastadan pay kapmanın hesabını yapıyorlar. Bunun önüne geçmek için öncelikle herkesin çıkarını ifade eden bir pozisyonu tesis etmek ve bunun etrafında birlik kurmak gerekir.

Geçtiğimiz günlerde yaylaya piknik yapmaya gelen bir grup, yaylanın “devletin malı” olduğunu, buradan diledikleri gibi faydalanabileceklerini, yaylayı kullanan yurttaşları da bu anlamda kaale almayacaklarını ifade eden sözler sarf etti. Halbuki burada yatan temel motivasyon, “devletin malı deniz” düşüncesinde ortaya çıkıyordu. Evet, devletin malı deniz de, bu malı kim üretiyor, kim koruyor, bunu düşünen yoktu.

Bugün korunan ve bir şekilde yaylacılık kültürünü devam ettiren hangi yaylaya giderseniz, orada üretim ve paylaşım ilişkilerinin devam ettiğini, yaylada yapılan faaliyetin yaylaya ve bölge insanına katma değer yarattığını görürsünüz. Buna karşın, devletin gözetimi altında veya değil, kâr ve rant ilişkilerinin girdiği her yer bozulmakta, çürümektedir.

Bu amaçla, bölgede “kamucu”, koruyucu ve kollayıcı ilişkiler geliştirmek, birliği bunun üzerine inşa etmek gerekiyor. Kamucu bir vizyon, herkesin çıkarını savunmak anlamına gelir. Herkesin çıkarı, öncelikle bölgede yaşayan insanların çıkarını korumak, tesis etmektir. Çünkü bölgede yaşayan halk, bölgenin gerçek koruyucusu, bu anlamda “sahibi”dir. Bu olduğu zaman, bu bölgeyi ziyaret etmek isteyen misafirlerin de özgürce faydalanabileceği, güçlü ve misafirperver ilişkiler inşa edilebilir.
Foto: Umut Kocagöz

Pokut ve Sal yaylalarının korunması bu açıdan çok önemlidir. Bu yaylalar, bir anlamda sembol yaylalar. Burada emeği ve üretkenliği ile yaşayan, yaylacılık kültürünü devam ettiren, hayvancılık yapan ve teşvik eden güzel insanlar yaşamakta. Buraya gelen misafirlere, ormanı ve yaylayı korumanın önemi anlatılmakta. Yani, bütün Türkiye yurttaşlarının sahibi olduğu bu yaylalar, burayı en iyi koruyan yurttaşlar tarafından korunmaktadır. Buna sahip çıkmak da herkesin boynunun borcudur.


Spread the love