Anaakım medyanın, kapitalist ilişkiler ağı içerisinde, medya patronlarının çıkarları ve güvenilir kaynaklar aracılığı ile hükümetin hedef ve yönelimlerine bağımlı hale gelmesi, örtük bir “iliştirilmiş” olma durumudur.
Geçtiğimiz günlerde Hürriyet yazarı İsmet Berkan, Diyarbakır Valiliği’nin izniyle zırhlı bir polis aracının içerisinde Sur’u dolaştı ve “kendi gözleriyle” gördüklerini yazdı. Bu yazısı ile “iliştirilmiş gazeteci” tartışmalarını gündeme getiren İsmet Berkan, 2000-2010 arasında Radikal gazetesinin genel yayın yönetmeniyken yazdığı köşe yazılarının arasına “solculuğun tedavisi mümkün mü?” ya da “satmayalım turşusunu kuralım” gibi başlıkları olan yazılar sıkıştırırdı.
Gezi Direnişi sırasında ise, Hürriyet’in köşe yazarı olarak Kabataş yalanına ortak oldu ve olmayan görüntüleri seyrettiğini iddia etti. Yalan ortaya çıktığında “Benim hıyarlığım” diyerek özür dileyen İsmet Berkan’ın itiraf ettiği “hıyarlık”, “çok itibarlı” haber kaynağına güvenmek, onun sesini yankılamak, bakışını yansıtmaktı. Yani bir çeşit “iliştirilmiş” olmaktı.
Kabataş yalanının, yalan olması bakımından zırhlı polis aracının camından bakarak yazılan Sur izlenimlerinden pek fazla farkı yok. İsmet Berkan, Kabataş yalanına ortak olurken de, Sur’da zırhlı aracın camından gördüğü ve yanıbaşında oturan polisin anlattığını yazarken de “itibarlı” haber kaynağına güvenmeye, onun sesini yankılamaya, bakış açısını yansıtmaya, yani “iliştirilmiş” olmaya devam ediyor. Ancak iliştirilen basitçe İsmet Berkan değil, onun temsil ettiği bütün bir anaakım medya.
Medyanın temel işlevi “insanların içinde yaşadıkları dünyayı ve gündelik yaşamlarını anlamak ve anlamlandırmak için gerekli olan doğrudan deneyimleyemedikleri gerçekliğe ilişkin bilgiyi iletmektir.” Ancak gerçekliğin bilgisi gerçekliğin kendisi değil, bir temsilidir. Bu yüzden de özünde sorunludur. Bu sorunu ancak demokratik ve çoğulcu bir medya ortamında çeşitlilik içeren farklı temsillerin dolaşıma girmesi azaltabilir.
Kapsamı, olanakları ve gücü ile anaakım medya, iletişim ortamına egemen durumdadır. Anaakım medya, belirli bir görüşü ya da bakış açısını dolaysız ve bilinçli olarak desteklemek biçiminde olmasa da, ilettiği gerçeklik temsili ile gerçekliğin kısmi ve egemen sınıf lehine çarpıtılmış bir bilgisini, toplumsal gerçeklik olarak inşa eder, doğallaştırır. Bu işlev, ana akım medyanın şirket örgütlenmeleri, ticari amaçları, çalışma rejimleri ve hız, haber değeri, nesnellik, güvenilir haber kaynakları gibi kriterlerinin de yarattığı yapısal yanlılıklar içerisinde, kendiliğinden gerçekleşir.
Hükümetler de toplumu belli konularda yönlendirmek, ikna etmek ve desteğini sağlamak için, başka bir deyişle salt kendi iktidarları lehine bir rıza üretimi için medyayı manipüle etmeye çalışırlar. Ana akım medya yapısal yanlılığı yüzünden, egemen sınıfın çıkarları ile uyumlu olduğu ölçüde gönüllü olarak ya da farkına varmaksızın buna izin verir.
Basın toplantılarında açıklananlar ya da bürokratik kurumların hazırladıkları raporlar ile sunulanlar, önyargılar ve doğrulanmamış bilgiler bile olsa, anaakım medya bunları çoğu kez kullanır. Çünkü hükümet ve kurumları medyanın “itibarlı ve güvenilir” haber kaynaklarıdır. Anaakım medyanın, kapitalist ilişkiler ağı içerisinde, medya patronlarının çıkarları ve güvenilir kaynaklar aracılığı ile hükümetin hedef ve yönelimlerine bağımlı hale gelmesi, örtük bir “iliştirilmiş” olma durumudur.
Türkiye’de AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bugüne dek medyanın yaşadığı dönüşüm, bu iliştirilmişliğin farklı biçimlerini ortaya koymaktadır. Anaakım medyanın başlangıçta siyasi istikrar, karizmatik lider, kararlı özelleştirme programı, AB görüşmeleri ve demokratikleşme adımları gibi gerekçelerle desteklediği AKP iktidarı, 2007 sonrasında kendi medyasını hızla büyütmüş, elindeki kamu kaynaklarını da anaakım medyaya karşı bir ekonomik tehdit ve şantaj aracı olarak kullanmıştır.
Gezi Direnişi, 17 Aralık yolsuzluk operasyonu ve AKP-Gülen Cemaati çatışması sonrasında, konvansiyonel olmayan bir savaş konsepti içerisinde AKP medyası asparagas haberler, karalama kampanyaları ve yalan başlıklarla AKP’ye oy veren kitlenin rızasını sürekli kılmaya çalışırken, anaakım medya tamamen baskı altına alınmış ve sınırlı ve çarpıtılmış bir gerçeklik temsilini bile üretemez hale getirilerek AKP’ye iliştirilmiştir.
Bugün ise AKP ve RTE’nin 7 Haziran yenilgisinin dönüm noktası olduğu yeni bir dönem yaşanmaktadır. AKP 7 Haziran’da aldığı yenilgiyle artık ne toplumsal gerçekliği inşa edip, tarihi yeniden yazarak, ne de manipülasyonla rıza üretimini gerçekleştiremediğini görmüş ve iktidarını sürdürebilmesinin tek yolunun şiddeti sürekli kılacak bir savaş ortamı olduğuna karar vermiştir.
Anaakım medya ise bu savaş konseptinin bir parçası olarak propaganda ve algı yönetiminin bir aracına dönüştürülmüştür. Sansür ve baskı mekanizmaları ile tüm alternatif sesler, farklı bakış açıları susturulmaya çalışılmaktadır. Medya iktidarın yalanlarını tekrarlayarak ya da kendisi yalanlar üreterek toplumsal kutuplaşmayı körüklemekte, AKP’nin “düşman” olarak tanımladığını canavarlaştırmakta, savaşı AKP lehine normalleştirmekte ve “milli” duygulara hitap ederek AKP’nin savaş konseptine toplumsal destek sağlamaya çalışmaktadır.
Yeni teknolojilerin ve alternatif medyanın varlığına rağmen, milyonlarca insan hala anaakım medyanın haber programları, diziler, eğlence programları gibi değişik formlar aracılığı ile sağladığı sınırlı bilgiye mahkumdur. Bu nedenle de daha demokratik ve çoğulcu bir medya talebi, savaşa karşı barış talebi ile birlikte toplumsal muhalefetin gündeminde olmalıdır.
Funda Başaran
Bilgisayar Mühendisi